13 Mayıs 2017
Dünyanın eksenini kaydırma potansiyeli olan ve uygarlıklar dengesini yeniden şekillendirebilecek uzun soluklu bir aksiyon, Moskova, Şam veya Washington DC'den uzakta, medyanın radarına henüz yeterince girmemiş bir coğrafyada, Orta Asya’da yaşanıyor. Orta Asya, tarihin sahnesine hem de ilk seferindeki kadar görkemli olma potansiyeliyle bir kez daha dönebileceğinin işaretlerini veriyor. Bu da küresel güçler arasında Asya'da ‘Büyük Oyun’un yeniden kurulmasına neden oluyor.
‘Büyük Oyun (The Great Game)’, Britanya İmparatorluğu ile Rus Çarlığının, Orta Asya üzerinde 19’ncu yüzyıl boyunca sürdürdükleri etkinlik mücadelesine verilen isim. 1813 Rus – İran antlaşması ile başlayıp, Almanların yükselişi sonucunda yakınlaşan Rus ve İngilizlerin 1907 Konferansı ile sona eren büyük Orta Asya rekabetini anlatıyor bu kavram.
Bu anlamda ilk kez Britanya’nın Hindistan’daki istihbarat yetkilisi Arthur Conolly’nin kullandığı ‘Büyük Oyun’ tabiri, İngiliz romancı Rudyard Kipling’in 1901 tarihli ‘Kim’ romanı ile ünlendi.
‘Büyük Oyun’ ifadesinin son yıllarda yeniden düşünce kuruluşu raporlarında, medya haberlerinde boy göstermesi ise, 4 yıl önceki bir ziyaretle başladı. Çin devlet başkanı Xi Jinping, dünyanın 20 büyük ekonomisinin liderlerini bir araya getiren St Petersburg G-20 Zirvesinden 6 Eylül 2013 günü ayrıldığında doğrudan ülkesine dönmek yerine Orta Asya’ya gitti. Kazakistan’ın Astana kentinde, Nazarbayev Üniversitesindeki konuşmasında, bölgeyi yakından izleyen bütün başkentlerde kaşlarının kalkmasına neden olan o tarihi açıklamasını yaptı; “İpek Yolunu yeniden inşa etmenin zamanı gelmiştir”.
M.Ö. 2’nci yüzyıldan 14’ncü yüzyılın sonlarına kadar Çin’in batısından, Orta Asya’yı geçtikten sonra Bağdat’a ve Anadolu’ya kadar ulaşan, buralar aracılığıyla da Avrupa’ya bağlanan ticaret ve kültür koridoruna, Alman seyyah Ferdinand von Richthofen, 1870’lerde bu isimle andığından beri ‘İpek Yolu’ deniyor. Çünkü bu tarihi yolun sembol ticari ürünü ‘ipek’ti. İpek sadece alınıp satılan bir ürün değildi. Bu binlerce kilometrelik hatta para yerine de geçiyordu.
Aslında doğru adlandırması ‘İpek Yolları’ olmalı. Çünkü İpek Yolu dediğimiz tek bir ana yol değil, sayısız güzergahın oluşturduğu bir yollar ağıydı. İpek Yolları üzerinde inci taneleri gibi dizilen Şian, Turfan, Kaşgar, Buhara, Belh, Semerkand, Taşkent, Merv, Herat, Isfahan, Tebriz, Bağdat gibi şehirler, bu yoldaki ticari ve kültürel sirkülasyon nedeniyle birer zenginlik, kültür ve konfor vahasına dönüşmüştü. Öyle ki, 10’ncu yüzyıl coğrafyacıları, bugün Türkmenistan sınırları içinde kalan Merv şehrini, ‘dünyanın anası’, İran sınırları içinde kalan Rey şehrine ‘dünyanın gelini’, Isfahan’a ‘dünyanın yarısı’ diyordu. İpek yolunda sadece ticari ürünler değil, diller, yeni fikirler, hastalıklar, yeni teknolojiler ve bilim insanları da seyahat ediyordu. Bu anlamda, insan soyunun macerasındaki ilk küreselleşme atılımlarından biridir. Kültürel iletişim büyük bir bilgi üretimine zemin hazırlıyordu. İki din açısından da önemli bir koridor oldu. İslam’ın Asya’daki yayılışı büyük ölçüde İpek yolu üzerinden oldu. 2000 yıl önce İpek Yolunu başlatan asıl güç olan Budizm ise, İpek Yolu üzerinden Hindistan’dan çıkarak Çin’e ve Japonya’ya ulaştı.
Devlet başkanı Xi’nin açıklamasının sadece kağıt üstünde bir proje olarak olmadığı çok geçmeden anlaşıldı. Kısa sürede başlayan alt yapı yatırımlarının önemli bir kısmı tamamlandı bile. Bu dev proje çerçevesinde, Çin ve Orta Asya başta olmak üzere Asya, Afrika ve Avrupa’nın birçok noktasında harıl harıl otoyollar, köprüler, demir yolları, enerji santralleri, havaalanları, fiber optik iletişim hatları, boru hatları, limanlar, depolar inşa edilip birbirine bağlanıyor. ZTE ve Huawei gibi şirketler, İpek Yolu coğrafyasında Batılı firmaların rekabet edilemez bulduğu fiyatlarla hızlı internet ve 3G teknolojisi kuruyor. İngiltere’den Brunei Sultanlığına, Tanzanya’dan Tacikistan’a çok sayıda ülke Çin’nin bu dev projesinin kervanına katılmış durumda.
Pakistan’dan Afganistan’a, Kazakistan’dan Türkmenistan’a, Tacikistan’dan İran’a inşa edilen yeni demiryolu ağları, Rusya üzerinden, Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşıyor. “Çin’den Berlin’e durmadan gelen ilk tren”, “Londra’dan Çin’e durmadan giden ilk tren” gibi bir çok haber, bizim medyamızda hakettiği ilgiyi görmese de son bir yıldır aralıklarla küresel medyada yankılanıyor. Çin, kendisini Orta Asya’ya, Ortadoğu’ya, Avrupa’ya ve Afrika’ya bağlayacak ‘Yeni İpek Yolu’nu hayata geçirmek için, trilyonlarca dolar tutacak altyapı yatırımlarını aralıksız sürdürüyor. Başlangıcında 1,2 trilyon dolarlık bir yatırım toplamından söz ediliyordu. Ancak Afrika ve Avrupa’daki alt yapı yatırımları ve dolaylı harcamalar da katıldığında OBOR yatırımlarının nihai parasal maliyetinin 4 trilyon dolara ulaşacağı tahmini dile getiriliyor.
Xi Jinping, İpek Yolunu yeniden canlandırma inisiyatifini ‘Bir Kemer Bir Yol’ şeklinde sloganlaştırdı. Bu nedenle de uluslararası dünyada daha çok ‘One Belt One Road’ diye anılıyor ve kısaca OBOR olarak geçiyor. OBOR’un iki ana ekseni var; Çin’in İpek Yolu Ekonomi Ekseni dediği ilk eksen, Çin ile Asyanın geri kalanı ve Avrupa arasında karasal ticaret bağlantısı kurulmasını hedefliyor. İkinci olarak, Hint Okyanusundan, Afrika limanlarına, Akdeniz’e ve Venedik’e uzanan bir de ‘Deniz İpek Yolu’ kuruluyor.
Karasal İpek Yolunun birinci aşamasında Çin’i, kuzeydeki enerji zengini Moğolistan ve Sibirya ile güçlü şekilde irtibatlandıracak demiryolu ağları ve boru hatları inşa edildi. Ardından Çin’i Pakistan üzerinden Hint okyanusuna ve Arap dünyasına ulaştıracak Çin – Pakistan ekonomi koridorunun inşası başladı. Çin bu çerçevede, 2015 Nisan ayında Pakistan’ın enerji ve ulaşım altyapısını güçlendirmeye yönelik 57 milyar dolarlık dev bir yatırım planı açıkladı.
Çin, Hint Okyanusunu etkin kullanabilmek için yine Hindistan, Bangladeş ve Myanmar’da kanallar, boru hatları ve limanlar inşa etti, ediyor. Çin – İndoçin Yarımadası Ekonomi Koridorunda ise Güneydoğu Asyanın 600 milyon insanı ile Çin ekonomisini bağlayacak boru hattı, hızlı tren hattı gibi alt yapı inşası yapılıyor. Karasal alandaki Yeni İpek Yolu projesinde Çin’in önem verdiği iki önemli demiryolu hattı var. Bunlardan biri Çin’in Henan ve Sincan bölgelerini, Orta Asya-İran-Türkiye üzerinden Polonya, Almanya ve Hollanda’ya bağlamak. Yeni Avrasya Kara Köprüsü denilen diğer demiryolu hattı ise Çin’i Rusya üzerinden Avrupa’ya bağlıyor. Ve nihayet, halen bir Çin deniz üssü de inşa edilen Cibuti, Kenya, Tanzanya, Mozambik’teki limanları, Kızıldeniz üzerinden Doğu Akdeniz’e ve Orta ve Güney Avrupa’ya bağlayacak bir koridor inşaatı. Çin’in Yunanistan’ın Pire limanının kontrol hisselerini satın alması ve hemen ardından Sırbistan – Macaristan – Almanya hızlı tren hattı projesini açıklaması da bu koridorun uzantısında bir girişim.
Yeni İpek Yolunun ana sahnesi hiç şüphesiz Orta Asya. Çin’in ekonomisinin ağırlık merkezini yavaş yavaş doğu ve güney sahillerinden, Batıdaki Şincan’a taşımasının temel nedeni de bu. Şincan, Çin’in Avrupa’ya ve Asya’ya karadan açılma stratejisinin merkezi konumunda. Çünkü bu son derece stratejik bölge aynı anda Rusya, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Hindistan ve Pakistan ile sınır komşusu. Apple’ın bir numaralı tedarikçisi Foxconn ve Hewlett Packard’ın üretim tesislerini Çin’in Pasifik şehirlerinden İpek Yoluna yakın batı şehirlerine taşınmasının nedeni de bu. Çin kendi ülkesindeki etnik Çinli nüfusunu da, Yeni İpek Yolunun başlangıç sahası olacak Batı Çin’e yani Sincan Özerk Bölgesine göçe teşvik ediyor. Tıpkı, 19’ncu yüzyıl sonunda ABD’nin, öncü yerleşimcileri ‘Batıya Gidin’ diyerek Mississippi Nehrinin batısına göçe teşvik ettiği gibi...
Bu devasa projenin finansmanı için iki ana kaynak oluşturuldu. 2015’te kurulan Asya Altyapı Yatırım Bankası, bugün 55 üye devlet ile bazılarınca Dünya Bankasına alternatif olma potansiyeli yakıştırılacak büyüklüğe ulaştı. ABD’nin tüm baskılarına rağmen Avustralya ve İngiltere gibi yakın müttefikleri de bu bankaya katıldı. İkinci büyük kaynak ise yine Çin’in denetimindeki İpek Yolu Fonu.
Peki neden Çin bu kadar büyük parayı saçmayı göze alıyor? Görünüşteki hedef şu: Dünya nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan 65 devlet arasında ticari akışkanlığı ve işbirliğini en üst düzeyde geliştirmek. Bu nedenle Çin projeyi, ‘kazan – kazan’ olarak pazarlıyor.
Çin açısından iki ana kazancı var: Çin’in ekonomisindeki yavaşlama ve bazı uzun vadeli kırılganlıklarını aşma isteği. Altyapı yatırımları ve yeni yollar, Çin’in Orta Asya ve Avrupa’ya ulaşım maliyetini aşağı çekiyor, daralan ticaretine yeni pazarlar, insanlarına birçok ülkede istihdam alanları açıyor. 2007 rakamlarına göre Asya’dan Avrupa’ya yönelik gerçekleşen 600 milyar dolarlık ihracatın sadece yüzde 1’i karadan gönderiliyor. Çin, küresel ticarette deniz yoluna bağımlılık dengesini değiştirmek istiyor. Karayolunun ana bağlantı haline gelmesi, maliyet ve zaman açısından çok önemli bir tasarruf sağlayacak.
İkincisi ve uzun vadeli olan ise Çin’in Asya, Afrika ve Avrupa’daki jeopolitik amaçları… Çin bu yollardan sadece mal göndermeyecek. Son yıllarda adeta patlama yaşanan Orta Asya ticareti, yoğun alt yapı yatırımları, iletişim bağlantıları ve diğer araçlarla, etkinliğini Orta Asya’da sağlamlaştırıp Asya’nın ötesine ve Avrupa’ya da ulaştırmayı hedefliyor. Çin firmaları Asya, Afrika ve Avrupa’daki birçok ihaleyi kazanıyor. Çin’in parası ‘yuan’ı uluslararası tedavül aracı olarak kullanım pazarı büyüyor.
İpek Yolu’nun yeniden dirildiğini gören sadece Çin değil. Aslında ABD’nin bu konudaki girişimleri Çin’in ‘Tek Kemer Tek Yol’ inisiyatifini açıklamasından öncesine gidiyor. 11 Eylül 2001’de Afganistan’a yerleşmesinden sonra gündeme geldi. Tarihi İpek Yolunun merkezinde yer alan Afganistan’ı, bölgesine ticari ve ekonomik olarak entegre etme söylemiyle duyurulan stratejik çalışmaya, ABD Dışişleri Bakanlığınca 2011 yılında ‘Yeni İpek Yolu İnisiyatifi’ adı resmen kondu. Amerikan dış politikası, Obama döneminde, öncekilerin aksine Ortadoğu eksenli değil Asya-Pasifik eksenli hale geldi. Eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 2013 Haziran ayında Foreign Policy dergisinde ‘ABD’nin Pasifik Yüzyılı’ başlıklı çok ünlü makalesinde, dünya nüfusunun yarısından fazlasını barındıran Asya’nın, ABD’nin stratejik ve ekonomik önceliği haline geldiğini resmen duyurmuştu. Clinton’ın kullandığı ‘The Pivot to Asia (Asya’ya Dönüş)’ kavramından dolayı bu yeni strateji ‘The Pivot’ diye adlandırılıyor. Obama yönetiminin bu çerçevedeki en önemli hamlesi ise Trans pasifik Ticaret Ortaklığı (TPP) anlaşmasıydı. Ancak Trump yönetiminin ilk icraatlarından biri ABD’yi bu ticaret ortaklığından çekmek oldu.
ABD’nin OBOR’a yaklaşımı Foreign Affairs dergisinin ifadesiyle ‘pasif agresif’ bir psikolojiyi yansıtıyor. Kaygı duyduğu çok belli. Ama resmi açıklamalarda hiç önemsemiyormuş gibi yapıyor. Hemen her konuda ‘hearing’ yapan ABD Kongresinin 2017 mayıs itibarı ile OBOR hakkında tek bir oturumu bile henüz yok. ABD – Çin Stratejilk ve Ekonomik Diyalog zirvelerinin gündemind
Asyanın diğer üç belirleyici gücü, Rusya, Japonya ve Hindistan da, 20’nci yüzyıl küresel ticaretine hükmedecek bu yükselen entegrasyon dalgasına kendi çıkarlarına göre katılma çabasına girmiş durumda. Rusya, Kazakistan, Belarus, Kırgızistan ve Ermenistan’ın dahil olduğu Avrasya Ekonomik Birliği kuruldu. Rusya’nın Vladivostok gibi Pasifik limanlarını Moskova’ya bağlayacak Trans-Siberya ulaşım ağı tamamlanmak üzere. Rusya, Pakistan’a uzanacak bir boru hattının da inşasına da başladı. Rusya, Çin’in inisiyatifine ekonomik gerekçelerle şimdilik ses çıkarmıyor ancak Orta Asya üzerine mücadele, iki dev ülke arasında bazı analistlerin nitelemesiyle ‘ejderha ve ayının diplomatik dansı’ denen hassas bir dengede ilerliyor. Çin ve Rusya 2014 yılında 400 milyar dolarlık bir doğalgaz antlaşması imzaladı. Sibirya’dan Çin’e uzanan boru hattının inşasına 2014’te başlandı. Altay dağlarından Çin’e uzanacak 325 milyar dolarlık ikinci bir hattın inşasında da anlaşmaya varıldı. Asya analisti Pepe Escobar’a göre bu iki dev anlaşma, Çin’in Rusya’ya bağımlı hale geleceği anlamına gelmiyor. Zira Çin’in 2020’deki toplam doğal gaz ihtiyacının ancak yüzde 17’sine denk gelecek. Kaldı ki doğal gaz, Çin’in enerji ihtiyacında da yüzde 10’luk paya sahip. Bu iki dev anlaşma, Çin’in Rusya’ya pastadan sunduğu bir pay olacak daha çok.
Orta Asya’ya sık sık çıkarma yapan Japonya Başbakanı Şinzo Abe ise, ülkesinin Orta ve Güney Asya’da milyarlarca dolarlık alt yapı yatırımı inisiyatifini başlattı. Abe, 2015 Mayıs ayında yaptığı açıklamada ülkesinin Asya’da ‘kaliteli altyapı’ geliştirmeye dönük olarak önümüzdeki 5 yılda toplam 110 milyar dolarlık yatırım yapacağını duyurdu. 2050 yılına kadar ‘üçüncü büyük yükselişini’ yaşamayı hedefleyen Japonya, Orta Asya başta olmak üzere bütün Asya’da varlığını artırmaya çalışıyor.
Çin’den Avrupa’nın kalbine uzanan Yeni İpek Yolu ekonomik pazarı, sadece 20 yıl içinde bugünkü ABD ekonomisinin 10 katı büyüklüğe ulaşma potansiyeline sahip. 64 ülkeyi, 4,4 milyar insanı ve küresel ekonominin yüzde 40’ını içeren proje, ‘Batı-Doğu buluşması’, ‘kazan-kazan’ gibi küresel pozitif mesajlara da dayanıyor.
Çin’in son yıllarda ‘serbest ticaretin’ ve ‘küreselleşmenin’ bayraktarı haline gelmesinin temel nedeni de bu. İlk kez bir Çin lideri bu yıl Davos ekonomi toplantılarına katıldı ve küresel işbirliğini, serbest ticareti teşvik etmeye çalıştı. Xi Jinping, dev proje hedefledikleri gibi 2025’te tamamlandığında Asya ülkeleri arasında uzun süredir devam edegelen ‘birbiriyle irtibat darboğazının’ aşılacağını savunuyor. Bugüne kadar serbest ticaret mesajları veren ABD ise Donald Trump ile birlikte korumacı ekonominin sözcülüğüne soyunmu
Asya, yüzyıl sonra bir kez daha Büyük Oyun’un merkezi haline geliyor. Oyunun iki büyük aktörü bu kez ABD ve Çin. Çin’in kendi bahçesindeki etkinliğinden rahatsız olmaya başlamış Rusya ve Çin’in Pakistan ile işbirliğinden rahatsız olan Hindistan, Çin’in küresel güç olmasından endişeli Japonya da oyunun sonucunu kendi çıkar perspektiflerine göre etkilemeye çalışıyor.
Bu yüzden de Çin’in bütün hedeflerine ne derece ulaşabileceği tartışmal
Seçimde kimin kazanacağı ve kimin Amerika’sının egemen olacağı belirsiz. Kesin olan ise İki Amerika’nın siyasi savaşının bitmekten hala uzak olduğu…
“Onlara, daha önceki politik isimleri ve organizasyonları unutmalarını ve sana Lovejoy’s Hotel’de önerdiğim ismin altında birleşmelerini telkin et. ‘Cumhuriyetçi’ ismi altında…”
Güneyli Thomas Jefferson ve kuzeyli John Adams’a “Amerikan devriminin kuzey ve güney kutbu” yakıştırması yapılacaktı. Birçok tarihçiye göre ABD’yi bu iki kutbun oluşturduğu denge bir arada tuttu
© Tüm hakları saklıdır.