Seçim zamanları ‘ekonomi’nin en çok konuşulduğu dönemlerdir. Politikacılar seçime kadar yoksulların sorunlarını konuşacak. Seçimden sonra ise asıl işlerine, zenginlerin sorunlarına kafa yormaya dönecekler. Artık biliyoruz ki, politikacıların seçimden önce ‘ekonomi’ derken kasttettikleri ile seçimden sonra ‘ekonomi’ derken kasttettikleri çoğunlukla aynı şey değil.
100 yıl önce birine, ‘ekonominin durumu nasıl?’ diye sorsak, neyi sorduğumuzu somut olarak anlamazdı. Elbette ki, ticaretin, bankaların, ulusal refahın konuşulduğu bir iktisat alemi vardı ama bugünkü gibi rakamsal ölçülerde, büyüyüp büyümediği ifade edilebilen bir ‘ekonomi’ yoktu. ‘Önde Gelen Göstergeler’ kitabının yazarı Zachary Karabell, geçtiğimiz yıl NPR’da katıldığı bir programda, bugün haberlerde büyüyüp-küçüldüğü anlatılırken, ‘ekonomi’ denilen şeyin 1929’da başlayan Büyük Buhran’dan dolayı icat edildiğini anlatıyordu:
Herkes bir şeylerin çok ama çok kötü gittiği algılıyordu ama ne olup bittiğini tam anlamıyorlardı. Sokaklarda sayısı hızla artan evsizleri görebiliyordunuz. Oklahoma taraflarından binlerce çiftçinin toz tarlasına dönüşen arazilerini bırakıp California yollarına düştüğünü görebiliyordunuz. Ama büyük resmi kimse kavrayamıyordu.
ABD Başkanı F.D. Roosevelt, danışmanlarına, 'bana büyük resmi çizin, ne oluyor' talimatı verdi. Onların ise rakamlara ihtiyacı vardı. Bunun için doğru adamı buldular: Simon Kuznets. Belarus kökenli ekonomist, rakamlarla düşünen, gelmiş geçmiş en sıkıcı ekonomistlerden biriydi. Ve ‘milli gelir’ denilecek tekil resmi rakamı hesaplamaya başladı. Bugün, yıl içinde o ülkede üretilen bütün mal ve hizmetlerin toplam değerini ifade eden Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın(GSYH) veya İngilizce kısaltmasıyla GDP’nin ilk-el örneğiydi bu.
Öncelikli görev nelerin bu hesaba dahil edileceğiydi. Ayrı ayrı hesaplar eskiden beri yapılıyordu. Örneğin çelik sanayi, o yıl içinde kaç ton çelik üretildiğini, tarım birlikleri o yıl kaç ton buğday hasılatı elde edildiğini biliyorlardı. Bütün bunları bir araya getirip toplamak gerekiyordu. Bunlara, doktorlara yapılan her ziyaretten, berberdeki her saç kesimine kadar her hizmeti de ekleyecektiniz. Nelerin dahil edileceğini belirledikten sonra hesaplamayı nasıl yapılacağını belirlemeye sıra geldi. Çünkü, sadece ABD'de üretilen her mal ve hizmeti dahil edildiğinden emin olmaları gerekiyordu. Yani New York'ta bir çikolata satın aldığınızda, çikolatadaki 'kakao'nun değerini hesaptan ayırmanız gerekiyordu. Çünkü kakao Brezilya'dan ithal ediliyordu.
Kuznets ve arkadaşları, Kongre'nin talebi üzerine 1934 yılında ilk raporlarını açıklar. Buhran ortamında açıklanınca, bu istatistik bir anda sansasyona sebep olur. Öyle ki ABD Kongresi’ne sunulan ‘milli gelir’ istatistik raporu, çok satan bir kitaba bile dönüşür. O yıllarda radyosunu açanların bu rakamları ve hangi şeyi ölçtüğünü duymadan kapatması pek mümkün değilmiş. Bu yeni şeye ‘ekonomi’ denmeye başlanır.
ABD Başkanı F.D. Roosevelt de 1937’den itibaren konuşmalarında sık sık ‘ekonomi’den ve ulusal gelirin yükseldiğinden bahsetmeye başlar. George Washington’dan Abraham Lincoln’a, Teddy Roosevelt’ten Woodrow Wilson’a kadar Amerikan başkanlarının konuşmasında bu şekilde bir ‘ekonomik büyümeye’ hiçbir atıf yok. 50 yıl önce hiçbir ulusal ‘muhabette’ adı bile geçmeyen ‘ekonomi’nin, 1940'larda ulusal tartışmaların merkezine yerleşmesi nereden bakılsa ilginçtir. 1940'lı yıllarda ‘milli gelir’in, gayrisafi milli hasılaya dönüştüğü yıllardır aynı zamanda.
Karabell, ‘’1950’li ve 1960’lı yıllarda kurulan bir devletseniz, devlet olarak algılanmak için ilk yapmanız gereken şeyler, ulusal bir havayolu şirketi ile ulusal bir ordu kurmak ve GSYH’nızı hesaplamaktı’’ diyor. GSYH’nızı hesaplamak zorundaydınız çünkü, Dünya Bankası veya Birleşmiş Milletler’den yardım talep edecek olsanız size soracakları ilk soru, yapacakları yardımların ülkeniz ekonomisine ne kadar katkı yapacağıydı. Karabell, işte o dönemlerde GSYH rakamlarında bir yarışın başladığına dikkat çekiyor. Hangi ülkelerin GSYH’sı daha büyük, Soğuk Savaş’ın en önemli rekabet alanlarından biriydi... Bu etki kendi tepkisini de çok geçmeden doğurdu. İnsanlar bu rakamların gerçek yaşamdaki karşılığını sorgulamaya başladı. JFK’in kardeşi, Adalet Bakanı Robert Kennedy, o zamanlar Gayrisafi Milli Hasıla denen GSYH’nın eksiklerini şöyle sıralayacaktı:
‘’GSMH’da çocuklarımızın sağlığı, eğitimlerinin kalitesi veya oyunlarından aldıkları keyfi yer almıyor. Şiirlerimizin güzelliğini, evliliklerimizin gücünü, kamusal tartışmalarımızın zekasını veya kamu görevlilerimizin dürüstlüklerini de içermiyor.’’
Aslında GSYH, hiçbir zaman bir ülkenin yaşam standartlarını veya refahını ölçme iddiasında olmadı. Konu hakkındaki, ‘’GDP, A Brief But Affectionate History’’ adlı son derece bilgilendirici kitabın yazarı ekonomist Diane Coyle, ‘’GSYH sadece ekonomiyi ölçer’’ diyor ve ekliyor, ‘’Ona bu varoluş maksadı dışında birşey yaptırmamalıyız’’.
Çünkü bir toplum için kötü olan bazı şeyler, GSYH’yı yukarı taşıyabilir. Örneğin kasırga veya deprem. Çünkü, enkazı kaldırmak, hasarları tamir etmek önemli bir maliyet harcaması yani mal ve hizmet üretimi demek. Yine bir tanker kazası ile binlerce ton yakıtın denize akması da, Irak Savaşı da, Amazon ormanlarını kesmek de GSYH’yı artırır. Ama, gönüllü çalışmalar, yardımlar, kendiniz yaptığınız tamirler, kişisel bahçe bostan yapmanız gibi sayısız faydalı hizmet ve ürün GSYH’da yer almaz. Kendi çocuğunuza bakarsanız bu GSYH'da yer almaz, ama komşunuzla karşılıklı iş anlaşması yapıp birbirinizin çocuğuna baksanız yer alır. Teknolojik gelişmelerin çoğu, henüz nasıl ölçülebileceği ile ilgili bir standart olmadığı için GSYH'da yer almaz. En büyük muamma ise finansal sektördür. Çünkü gerçek hiçbir şey üretilmeden parada meydana gelen bir artış söz konusudur. Bir çok ülkenin GSYH'sını çölde serap gibi büyüten şey finansal varlıkların hesaplanma yönteminden kaynaklanır. Örneğin borç para alışı ve verişinin her ikisi de ekonomik aktivite kabul edilir ve ikisi birden hesaba dahil edilir. Bir toplumda gelir eşitsizliği olup olmadığı, okuma yazma oranı, çocuk ölüm oranı, hapisteki insan oranı gibi konularda ise hiçbir şey söylemez GSYH. Keynes bile, eğer bir konteynıra para doldurup toprağa gömdürürseniz, gömen işçilere ödeyeceğiniz ücretten dolayı GSYH artar diyor.
Bugün bile GSYH hesaplanırken nelerin ‘ekonomi’ye dahil edilip edilmeyeceğinin evrensel bir standardı yok. Örneğin kayıt dışı ekonomi dahil edilmeli mi? Mafyanın uyuşturucu ticaretinden, gayrıresmi bebek bakıcılığına kadar geniş bir alan bu. ABD, bunları ‘GDP’ hesaplamasına dahil etmiyor ama dahil eden ülkeler var. 1987’de İtalya, kayıt dışı ekonomisini de GSYH’sına dahil etmeye karar verdi ve bir gecede İngiltere’den daha büyük bir ekonomiye dönüştü. İtalyanlar coşkulu şekilde kutladıkları bu ‘başarıya’, ‘’Il sorpasso (sollayıp geçme)’’ diyor. Yeni 'ekonomileri' ile ABD, Sovyetler, Batı Almanya ve Fransa’nın ardından dünyanın 5’nci büyük ekonomisi oldular. İngiltere 1994 yılında İtalya’yı yeniden sollayarak geçecekti. Roma caddelerindeki otomobillere, Milano’daki gösterişli kıyafetlere bakan biri ‘İtalyanların durumu iyi’ diyebilirdi. Ama ‘ekonomi’ ne demek bilenler, bütün bu görüntünün, altında yatan devasa ‘borç dağına’ dayandığını görebiliyordu.
Diane Coyle NPR’a yaptığı açıklamada, GSYH’yı bir ‘doğal obje’ gibi düşünmeye eğilimli olduğumuza dikkat çekiyor:
‘’Sanki bir dağmış ve biz de o dağın büyüklüğünü, ama az ama çok, gerçeğe yakın şekilde ölçebilecek metodlara sahibiz gibi. Oysa evrende, GSYH denilen doğal bir yapı yok.’’
Coyle, kitabında GSYH'nin yanı sıra Tüketici Fiyatları Endeksi ile İşsizlik Endeksinin de nasıl gerçeği yansıtmaktan uzak olduğunu çarpıcı şekilde sergiliyor. Örneğin ABD'de çalışma yaşındaki yurttaşların sadece yüzde 59'unun bir işi olmasına rağmen, işsizlik oranının yüzde 7'ler düzeyinde olmasına dikkat çekiyor. Çünkü işsizlik endeksi, işsizlik yardımı almak için başvuranlar üzerinden hesaplanıyor. Bunlar da vazgeçse, rakamlar ABD'de kimse işsiz değil diyecek. Örneğin, Tüketici Fiyatları Endeksine uçucu enerji ürünleri ile gıda dahil edilmiyor. Oysa ki en çok tüketilen ürünler arasında. Yine, günümüzde yaygın bir tüketim malzemesi olan bilgisayarlar da dahil edilmiyor.
NPR’dan Jacob Goldstein, GSYH ile ilgili asla unutmamamız gereken en önemli şeyi şöyle vurguluyor: ''GSYH bir ‘şey’ değil bir ‘fikir’dir. Ve bu fikir değişip durur.'' Örneğin ABD, 2013 yılı Mayıs GSYH’sını hesaplama yönteminde bazı değişikliklere gitti ve ekonomisi bir günde yüzde 3 oranında veya bir başka deyişle 500 milyar dolar daha büyük hale geldi.
Ancak bütün bunlara rağmen, GSYH rakamları yine de bir takım sonuçlar doğurmaya devam edecek önemde. Bugün GSYH ile seçimler kazanılıp kaybedilebiliyor. Ülkenin borçlanmaya devam edip etmeyeceği gibi büyük politik kararlara dayanak teşkil ediyor. Ülkenin küresel ekonomideki yerinde belirleyici rol oynuyor. Bununla beraber, bir ülkenin ekonomisinin ‘sağlığını’ öğrenmenin yolu kesinlikle değil. Hele, ekonomi istatistiklerini, bağımsız kurumların değil de, iktidarın emrine amade memurların hazırladığı ülkelerde... Yunanistan'ın istatistik sorumlusu 2013 yılında, ülkesinin ekonomik verilerini olduğu gibi hesapladığı için 'vatana ihanet' ile suçlanacaktı. Bu çakma vatanseverlik, ülkeyi tarihinin en büyük ekonomik krizine yuvarlanmaktan kurtarmadı. Politikacılar, 'ekonomi' hakkındaki gerçeklerin konuşulmasını kesinlikle istemezler. Bu yüzden de iktidarların ekonomi hakkında söyledikleri, aklı başında kimseyi peşinen heyecanlandırmaz.
ABD eski başkanlarından Lyndon Johnson, ‘’ekonomi hakkında konuşmak, pantolununa işemek gibi. Sen bir sıcaklık hissedersin ama başka kimse bu sıcaklığı hissetmez’’ diye boşuna demiyor.