23 Ekim 2022
Yazının icadı MÖ 3500 (Sümerler, Çivi), matbaanın icadı 15. yüzyıl (1450ler), demek ki insanlık düşüncelerini yazıya dökmek için yaklaşık 5000 yıl el becerisi gerektirecek araç-gereç kullanmış. Bu yazılar, taş, deri, kemik, ağaç, kâğıt vb. malzemeler üzerine işlenmiş. Bunların içinde parşömen MÖ 2. yüzyılda bulunmuş. Parşömen, üzerine yazı yazmak veya resim yapmak için özel hazırlanmış hayvan derisine verilen addır. 4. yüzyıla kadar papirüs ve parşömen birlikte kullanılmış, daha sonra parşömen 12. yüzyıla kadar tek yazı aracı olarak kültürü sonraki yüzyıllara taşımıştır. 12. yüzyıldan sonra kâğıt üretimi ve kullanımı kolaylaşınca deri parşömenlere yazı yazma azalmış. Parşömen ismi Bergama'dan gelmektedir ve Bergama Kâğıdı anlamında Latince Charta Pergamena'dan türemiş ve bütün dillere de buradan geçmiştir. Ekonomik kullanımdan olsa gerek bu parşömenlerin tekrar kullanımı yaygın bir gelenekti. Bir parşömenin üzerine yazılmış yazının tekrar silinerek, kazınarak veya yıkanarak yeniden kullanımına Palimsest adı verilmiştir. Özgün kullanımını basit olarak tanımlarsak; palimpsest maddi olarak bir yüzeyde aynı anda üst üste katmanların bir arada olmasıdır. Palimpsestin geleneksel anlamda tekniği ve amacı düşünüldüğünde; normalde görünür olmayan, hatta silinmiş, yok edilmiş olanın yeniden görülebilmesini içerir. Palimpsestin doğası iki yönlüdür. Hem art zamanlıdır hem eş zamanlıdır; iç içe geçmiştir.
Çok katmanlı imgelerden oluşan çalışmaları palimpsest kavramı bağlamında da okumak mümkündür. İster yazılardan isterse de görsellerden meydana gelmiş olsun, çok katmanlı imge yaratma dürtüsü bir palimpsest metaforudur. Palimpsest metaforu, aynı zamanda disiplinlerarasıdır; çünkü çok katmanlı yapı içerisinde katmanların birbiriyle ilişkisine dayanır. Çok katmanlı çalışmalar ve palimpsest kavramı arasındaki fark ise; palimpsest eskinin silinip yeninin yazılmasını içerir ve bu katmanlar arasında doğrudan bir ilişki olmak zorunda değildir.
Palimpsest, Yunanca 'palin' ve 'psestos' sözcüklerinin birleşiminden türetilmiştir. 'Palin' Türkçe 'yeniden', 'tekrar' ve 'psestos' ise 'kazınmış' anlamlarına gelir. Sözcüklerin birleşimi Latince palimpsestus, Yunanca palimpséstos'tur. Bir teknik kavram olarak anlam dünyamıza dahil olan palimpsest zamanla farklı disiplinlerde yeni anlamlar kazanmış, arkeolojide, mimaride, edebiyatta ve resimde sıkça atıfta bulunulmuştur.
İngiliz deneme yazarı ve edebiyat eleştirmeni Thomas De Quincey, 1845 yılında "The Palimpsest" adıyla yazdığı bir makale ile palimpsest kavramını teknik anlamının dışına taşımıştır. Kavramın önüne konulan "the" ilgecinin eklenmesiyle palimpsest mecazi (figuratively) bir varlığa dönüşmüş ve metafor olarak sonraki anlamlandırmaların yolunu açmıştır. De Quincey palimpsesti paleografik (eski yazı), insan beyni ve yeniden dirilişle ilişkilendirir ve bir palimpsestten türeyen "imge, anı, kayıt" ile ilerler. De Quincey kaybettiği kız kardeşini unutamama hikâyesini "beynin derin anısal palimpsesti"nin kanıtı olarak aktarır. Ona göre, "insan beyni [hafızası] doğal ve güçlü bir palimpsestten başka nedir ki? Benim beynim böyle bir palimpsest işte. Ah okur, sizin beyniniz de bir palimpsest. Düşüncelerin, imgelerin, duyguların sonu gelmez katmanları beyninize ışık kadar yumuşak bir şekilde çökmüştür. Her ardışıklık, öncesinde ne var ne yoksa hepsini gömüyor görünür. Ama aslında biri bile yok olmaz. … Evet, okuyucu, beyninizin parşömenine art arda kazınmış kederin ya da sevincin esrarengiz el yazıları sayısızdır; ve sonsuz katmanlar unutkanlık içinde birbirinin üstünü örtmüştür."
Zihnin palimpsestini sonsuz katmanların unutulmuşluk içinde birbirini üstünü örtmüş olmasını De Quincey, tıpkı palimpsestlerde olduğu gibi hem koruyucu (unutma) işlevine hem de sağladığı diriliş (anımsama) olanağıyla açıklar. Unutulmuş gibi sanılan her durum (gerçek) herhangi bir etkileşimle tekrar günyüzüne çıkabilir. De Quincey, palimpsestte, altta yer alan yazının yeniden canlandırılmasını gecenin gündüze, gündüzün geceye dönüştüğü harekete, köstebeğin ortaya çıkışı ve kayboluşuna benzetir.
Feminist edebiyat ve film eleştirmeni ve kuramcısı İngiliz Sarah Dillon, etrafımızdaki dünyayı ve kendimiz anlama ve algılama yolunun palimpsestleri irdelemeyle bulunabileceğini belirtir. Palimpsest adlı kitabında Dillon, konuya edebiyat, eleştiri ve kuram açısından yaklaşır. Dillon'a göre' palimpsestler hem gerçek hem de mecazi olarak disiplinlerarası nesnelerdir- aslında, palimpsestin kendisi, disiplinlerarasılığın, disiplinlerin birbirine dolanmasının, kesintiye uğramasının ve yerleşmesinin üretken şiddetinin bir figürüdür. Dillon, palimpsestlerin mantığını ve yapısını çözümleyerek modern düşünceyi nasıl anlayabileceğimizi, tarih, zamansallık, öznellik, metafor ve cinsellik gibi farklı kavramları palimpsestin nasıl biçimlendirdiğini araştırıyor. Dillon'a göre, palimpsest kavramı ile palimpsestlerin en önemli ortak özelliği, üzerindeki tüm izlenimleri koruyor olmasıdır. Palimpsestlerde önceki yazı silinmiş olarak görünse de aslında tam olarak silinmemiş olmasıdır. Bir zamanlar varlardı, sonra yok oldular, bir süre sonra tekrar gün yüzüne çıktılar. Bu da Palimpsestin iki yönlü doğasına işaret eder: Hem silinmiş, yani belirli bir süre yok edilmiş hem farklılığı korunmuş. Palimpsestin dirençli metaforik gücü ve kuramsal uyarlanırlığıyla geçmişi ve geleceği nasıl gördüğümüzü belirler.
Dillon, palimpsesti mecazi anlamda palimpsestvarilik olarak açımlar: palimpsestvariliği, palimpsest süreçlerin katmanlarına değil, sürecin bir sonucu olarak karşımıza çıkan yapıyı ve altta yatan yazının tekrar yeniden ortaya çıkışı olarak tanımlar. Palimpsesti metaforik eşleştirme olarak palimpsestvari bir ilişkiye sokuyor Dillon. Bu ilişkinin doğasına göre iki kelime mahremdir, yakındır ama ayrı dururlar. Palimpsestvarilik aynı anda hem bir yakınlık hem de ayrı olma ilişkisidir. Palimpsestvari, yüzeyi üzerinde ve içinde bir araya gelip kaynaşan anlamlardan, seslerden ve başka kelimelerden oluşan bileşimdir. Palimpsestvari sözcüğü birkaç mecazın ve birkaç anlamın iç içe geçip kaynaştığı, hepsinin her an hazır ve nazır olduğu ve ancak birlikte, kopartılamaz bir bütünlükleri içinde deşifre edebileceği bir palimpsesttir. Palimpsestin geçmiş, şimdi ve süregiden mecazi gücü ve esnek uygulanabilirliği ile eski, yeni ve olası gelecek arasında sağlam bir bağ kurabileceği düşüncesidir. "Bir kelimeyi çağrıştırmak tarihi anımsamaktır. Bir kelimeyi kullanmak tarihi yeniden rayına sokmaktır."
Farklı disiplinlerin birbirlerinden etkilendiği ve iç içe geçirildiği yapıtların veya kuramsal metinlerin disiplinlerarası niteliğine vurgu yapan araştırmalar çağdaş dünyanın literatüründe sıkça yer alır. Roland Bartes dilbilim, antropoloji, Marksizm ve psikanalizin disiplinlerarasılığını yeni üzerinden değerlendirerek her disiplinin yeniyi kendi içinden çıkarması gerekmediğini farklı disiplinlerin etkileşiminden de çıkabileceğinin belirtir. Palimpsest, bir metin ile bağlamı arasındaki ilişkiyi aydınlatmaya çalışmasa da palimpsest kavramı ile metinlerarasılık kavramı arasında kurulabilecek yapıcı bir ilişki vardır. Başka bir deyişle, bir metin yalnızca diğer metinlerden oluşmaz, aynı zamanda "disiplinlerin [ve metinlerin] birbiri içinde ve üzerinde katılımının, dolaşmasının, kesintiye uğratılmasının ve engellenmesinin üretken şiddetinin" bir ürünü olan "sözcelerden" oluşur (Kristeva). Bu "üretken şiddet" kavramı, palimpsestin hem yıkıcı hem de yaratıcı doğasını yansıtır. Silme işlemi geçici olarak silineni ortadan kaldırsa da izlerini taşır. Geri dönüş "hayalet gibi" yeniden görünüverir. "Yazmak, yazdığını, çizdiğini silme sorunu, bir dışlama sanatıdır" (B. Dillon). Picasso ne demişti; yıkmak yaratmaktır. Her resim, bir yıkımlar toplamıdır. Sanatçı aynı anda hem inşa eder hem yıkar.
Palimpsestte olduğu gibi her maddi yapı çevresiyle geçmişiyle bir tür etkileşime girer. Hem maddi hem fiziksel hem de kültürel anlamda bunların birlikteliği palimpsest olarak görülebilir. Palimpsest zamanın geçişini fiziksel olarak ifade eder. Artzamanlı görünür özü varken aynı zamanda eşzamanlı öze sahiptir. İki veya daha fazla yapının en son keşfiyle eş zamanlı hale gelir. Bunun yanı sıra palimpsest tarihsel perspektiften eski yeni bağlamını sorgulatır. Palimpsest değiştirilmiş ve yeniden yaratılmış formları işaret eder. Çoklu bir gramer yapısına sahiptir palimpsest. Hem katmanlar arası uyumu hem de uyumsuzluğu gösterir. Hem bütüne hem parçalılığa işaret eder. Yüzeyde palimpsest, gizemi barındırır özünde, biri açık eder söylemini diğerleri kapalıdır veya belirsizdir. Kültür bir palimpsestir. Romanlarda, anlatılarda ve hikayelerdeki anlam katmanları birer palimpsestir.
Palimpsest metafor olarak mimaride veya kentsel planlamada, değişim süreçlerinde kullanılmış, hem fiziksel değişimler hem günlük yaşam deneyimleri palimpsestle ilişkilendirilmiştir. Bir kentin değişim süreçleri, eski ve yeninin birlikte kullanımı veya eskinin yeni karşısında izlerinin yok olması palimpsest olarak değerlendirilmiştir. Kentlerin toplumsal ve siyasal etkilerle değişimi, o kentin fiziksel yapısına farklı biçimlerde yansır. Bu yapısal değişiklikler o kentin hikayesini derinleştirir. Alberto Manguel'in ifadesiyle "dünya dediğimiz hikayelerden meydana gelir." Her kentin de kendine özel hikayeleri yok mudur? El değiştirenleri, yıkıma uğrayanları, yeniden inşa edilenleri vardır. Eski ya yok edilmiş ya yeniden canlandırılmış ya da kalıntıları ile birlikte korunmuştur. Ş. E. Gür'e göre, "kentlerin "İd"i, "ego"su, "süperegosu" vardır. Bir fetustan türerler. Her geçen bir çentik atar bu palimpseste. İz bırakmak, "ben de vardım" demek için. […] Kazınır-silinir yeniden yazılır kent tableti ya da parşömen. Palimpsest kentin kimlik olmaya çalışan kişiliğidir … Bu nedenle palimpsestte aynı anda bir antik dönem mitolojisi, bir Firavun tebliği, bir Ortaçağ aşk öyküsü, bir kahramanlık destanının izlerini okumak olanaklıdır. […] Moderniteden sonra kentler çok tüketilmiş palimpsestler gibi parçalı, ama yan yana konmuş yamalara benzer anılar kolajı oldular. Bugün, direnen mimarlık için önemli olan bu, arada kalan, kertik ve çentik içinde bırakılmış palimpsesti okumaktır."
Palimpsestin ilk kullanımından yüzeyindeki son anlaşılır biçimine kadar her birinin diğeriyle ayrılmaz bir şekilde ilişkili olduğuna yukarıda değinmiştik. Bir resmin yaratılma süreci, eserin yüzeyinde birbirini hem örten hem gösteren katmanları birer palimpsest değil midir? Çalışma sürecinde bir resim, bir çizim çoğunlukla kezlerce silinir, boyanır, yeniden biçimlendirilir. Ekleme, silme çabası yalnızca bir şeyleri ortadan kaldırma değildir. Silme eylemi ve kalıntıları şiddeti çağrıştırır. Bu süreçte varoluşu hatırlatan geçmiş ve şimdi vardır.
Çoğunlukla beğendiğimiz eserlerin yaratıcılarını merak ederiz. Yaşadıkları, hissettikleri, düşündükleri ve nasıl yarattıkları her alımlayıcıyı düşündürtmüştür. Görünenin altında maddi veya biçimsel değişim nasıl ilerlemiştir? Kompozisyona dahil olan ilginç, sürpriz biçimler hangi karşılaşmanın karşılığı olarak imgeleme dahil olmuş. Örneğin Rönesans dahil, modern sanat arasında yaşayan sanatçıların yaklaşımları. Elbette her dönem dahil, bu sorular öteden beri yapıtların gizemini çözmede önemli bir role sahip. Modern sanatla birlikte bu süreçlerin, görünür veya hissettirilebilir şekilde resmin anlam katmanlarına dahil edilmiş örneklerini biliyoruz.
Bütün varlıklar gibi, eserlerin de ikili yaşamları vardır: Bu yaşamlardan biri eserin resmi olan çehresini dışa vurur. Daha gizemli olanı ise, eserin ikinci yaşamı, yani özel çehresidir (Madeleine Hours). Bu özel çehreyi keşfetmemiz, uzun bir çaba sonucu mümkün olabilir. Örneğin bir Picasso yapıtını incelerken aynı zamanda o eserin iç içe geçmiş palimpsestleri de inceleriz. Bu çaba eserlerin dıştan görünen bütününü kastettiğini bildiğimiz gibi bu özel çehrelerin keşiflerinden biri de röntgen ışınlarıyla ortaya çıkan yeni boyutlardır.
Modernleşme süreçleri ile birlikte gelişen yeni buluşlar görme biçimlerimizi değiştirdi. Rönesans döneminde keşfedilen Kamera Obscura, 17. Yüzyılda teleskop, mikroskop ve 19. Yüzyılda keşfedilen fotoğraf, X-ray ışını gibi teknolojiler görme biçimimizi etkiledi. Bunlardan 1895 yılında Alman fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen'in buluşu X-ray (Röntgen ışını), palimpsestlere olan ilgiyi artırdı. De Quincey'nin açtığı yol teknolojiyle de desteklendi. Aynı şekilde modern sanat düşüncesini etkileyen bu gelişmeler sanatta yeni anlatımların yolunu açtı. Soyutlama, dışavurum ve kolaj bunlardan bir kaçıydı. Yapıtın yaratma süreçlerinin hem estetik kategori hem de içerik olarak anlama dahil olması palimpsestin varlığını gösteren yansımalardı. Resim örneklerinde yeniden kullanım, kazıma, silme, ekleme, katmanlaştırma, kolaj, montaj ve dekolaj etkileri tıpkı palimpsestlerin özgün kullanımlarına yakın tavırlardır. Röntgen ışınlarının keşfiyle palimpsestin özgün kullanımına en yakın tekniklerden biri daha devreye girmiş oldu. Özellikle Rönesans'tan günümüz sanat örneklerine kadar bazı yapıtların gizli kalmış yanları x-ışınları sayesinde yeniden keşfedildi.
Bu keşifler sayesinde Rönesans sonrası bazı ressamların, eski resimlerinin üzerine yeni resim veya resimde beğenmedikleri biçimleri yeniden düzenledikleri kesin bulgularla ortaya çıktı. Örneğin Rembrandt'ın, Potifar'ın Karısı Tarafından Suçlanan Joseph (1665) adlı resmin [Görsel 2] altında başka bir resmin varlığı görülür. Boya katmanlarından anlaşılana göre Rembrandt, ya öğrencilerinin yaptığı bir resim üzerine ya da ölen ressamların müzayedelerde satışa çıkan resimlerini alıp üzerine yeniden resim yapmış olduğu keşfedildi. Bazı resimlerini birkaç kez elden geçirdiği, en son görsel etkiye katman katman nasıl ulaştığı, sanatçının anlatım biçimiyle ilgili yeni bulgular olarak kayıtlara geçti. Yüzeydeki yoğun vernikle belirsizleşen boya pigmentinin maddi ve fiziksel yapısı, fırça izleri röntgen ışını sayesinde Rembrandt'ın eserlerinin gizemini anlamamıza daha fazla katkı sunmuş olduğu açıktır. Taslaklarla resmin altında denenen biçim farklılıkları, kalın boya tabakaları, sanatçının modeli karşısında (Bethsabée eseri) psikolojik tavrının değişmiş olduğu da dikkatimizi çeker.
Amedeo Modigliani'nin 1917 yılında yaptığı Bir Kızın Portresi adlı resmi [Görsel 3] röntgen ışını uygulanmasıyla yeni bir gizemi aralandı. Resmin altında tespit edilen gizli portrenin aslında Modigliani'nin 1914 – 16 yılları arasında birlikte yaşadığı eski sevgilisi ve esin perisi yazar Beatrice Hastings'in bir portresi olabileceği öne sürülüyor. Yine bir kıskançlık hikâyesi midir zorunluluk mudur bilinmiyor ama resmin artık iki hikâyesi var! Bu örnekler gittikçe artmakta. Röntgenden sonra geliştirilen dijital teknoloji sayesinde eserlerin (dolayısıyla sanatçıların) bilinen hikayelerine yenileri eklenmekte.
Resimde palimpsestvari tutumları; yazının her türlü resimsel bir ifade olarak resme dahil edilmesi, kolajın katmanları, dekolajın yıkıcı, eksiltici yönleri ve yaratma süreçlerinin (silme, sökme, kazıma, ekleme) görülebilen izleri birer palimpsesttir diyebiliriz. Bunların içinde görsel olarak palimpseste en yakın ve en eleştirel çağdaş örneklerden biri Robert Rauschenberg'in Silinmiş de Kooning Çizimi (1953) adlı eseridir (Görsel 5). Rauschenberg 1951'den 1953'e kadar sanatın sınırların zorlayan bir dizi eser yaptı. Beyaz Resimler, Büyüyen Resim, (ki çimlerle kaplı bu resmin büyümesi zaman almış!), Otomobil Lastiği Baskısı bunlardan bir kaçıydı. Kavramsal sanatın olasılıklarını ve sanatçı kavramını sorgulayan etkili çıkışlardı bu eserler. Rauschenberg bir sanat eserinin tamamen silme yoluyla üretilip üretilemeyeceği düşüncesiyle önce kendi çalışmalarına silme – kapatma işlemi uyguladı, ancak bu yaklaşımın düşündüklerini yeterince karşılamadığını fark etti. Düşüncesinin çok katmanlı etkisini artırması için seçeceği sanatçının elbette dönemin her anlamda kabul gören, kanonik bir figür olması gerekirdi. Willem de Kooning'i gözüne kestirir! Genç bir sanatçı olarak Rauschenberg, dönemin en ünlü ve en pahalı ressamlarından De Kooning'ten silmesi için bir resmini ister. De Kooning başlangıçta şaşırır, isteksiz davransa da teklifi kabul eder. Rauschenberg'e göre, de Kooning, talebin arkasındaki kavramsal bakışı anladığı ve başka bir sanatçının çalışmasına engel olmak istemediği için bu isteğe katılmayı kabul ettiğini söyler. De Kooning silinmeyi zorlaştıracak çizimlerinden birini verir. Rauschenberg bir aylık zahmetli silme mücadelesinden ve 40 harcanmış silgiden sonra işi tamamlar. Geride şaşırtıcı derecede belli belirsiz izler görünür, ama, canlı, palimpsestik bir yüzey kalır. 2010 yılında San Francisco Modern Sanatlar Müzesi eserin silinmeden önceki haline ulaşmak için bir dizi dijital olarak geliştirilmiş kızıl ötesi tarama ve işlem uyguladı ve De Kooning'in özgün çizimi (olasılıkla bir çok eksiğine karşın) tekrar günyüzüne çıktı. Silinmiş De Kooning Çizimi adıyla, silinmesiyle, zamansal boyutuyla ve yeniden ortaya çıkışıyla tam bir palimpsesttir. Eski, yeninin şiddetli müdahalesiyle yok edilmiş, üstü örtülmüştür. Hem gizler hem açık eder. Yüzeyde görülenin anlamı asıl görülmeyenle derinleşir. İki yapı aynı uzamda buluşmuştur; birinin diğeri aracılığıyla göründüğü ama her ikisinin de mevcudiyeti söz konusudur. Hem farklı hem uyumsuzlar, hem anlaşma hem çarpışma zeminine sahipler.
Zafer Gençaydın'ın sanatının merkezinde insan, doğa ve toplumsal olaylar vardır. Bunların tümü de yaşamın devinimi ve dramatik boyutlarıyla yansır resimlerine. Zafer Gençaydın için resim, kişinin el yazısı gibidir ve iç dünyasının katıksız dışavurumudur. Bilinçdışı tavırla bilinçli bir yaklaşım onun sanatının özünü verir
Baysar da yarattığı çift zamanlı ikili yapıntılarına belli kodlar (olay, gösterge, im, iz, işaret, simge gibi) vererek, yeni anlamlar üretebilmeleri için izleyicisinin belleğine ve imgelemine kapı aralıyor
Sanatın gerçeği; kaynağı yalan da olsa mitten gelen, zamanla birçok bağlamla kimlik kazanan ve kitleselleşen sanatsal bir duruşu tanımlar. Elbette sanatın uydurması, safsatası, başka bir deyişle "yalan"ı, yalan sözcüğünün pejoratif tanımlarından öte bir anlamdadır
© Tüm hakları saklıdır.