Ekspress dergisinin son sayısında Yemeksepeti ve Trendyol kuryeleriyle yapılan söyleşide üniversite mezunu bir kurye, sistemin ciğerini okurcasına şöyle diyordu: Hayatta kalmak değil yaşamak istiyorum!
Türkiye uzun zamandır “hayatta kalmanın” mümkünlüğünü öğrendiğimiz bir ülke. Yaşamak bir ufuk çizgisi gibi… Yakınlaştığını varsaydıkça uzaklaşıyor.
Siyasetin cari alanının sığlığında, “yaşamak istiyorum” da gizli olan eşitliğe ilişkin tahayyül bu kadar iğdiş edilirken, “başka gelecek mümkün”ü arayan sol siyaset, sandık siyasetine sıkışmışken, onsuz da olmuyor diyor.
Altılı Masa ya da Cumhur İttifakı dışındaki sol siyasetin ya da üçüncü yolun ya da demokrasi bloğu çalışmalarının ne durumda olduğunu aktaracağım ama önce felsefeci, kuir teorisyeni Judith Butler’ın “Şiddetsizliğin Gücü” kitabından biraz bahsetmek istiyorum. Zira oldukça sarsıcı ve düşünme biçimimizi alt üst etmeye aday bir kitap…
Butler bildiğimiz ya da düşündüğümüz anlamda şiddetsizliği yeniden tanımlarken, onu yeniden radikal eşitliğin inşasının ön koşulu olarak tanımlıyor. Hakiki manada eşitlik içermeyen, eşitlik tahayyülü olmayan liberal düşünceye eleştiri getirirken “İnsanın dünyada zuhur edişi olarak tanıtılan birey, (ki erkek) sanki hiç çocuk olmamış, kendisine asla bakılmamış, hayatta kalmak, büyümek, ve (tahminen) öğrenmek için ebeveynine ya da akrabalık ilişkilerine, toplumsal kurumlara asla bağımlı olmamış gibi boyutlanır. … Öyleyse anlatılan sahne öncesinde bir imhanın gerçekleşmiş olduğunu, sahnenin açılışını mümkün kılanın bir imha olduğunu, diğer herkesin daha baştan dışlanıp olumsuzlandığını teslim edelim mi? ” diyor.
Judith Butler, bu bağımlı olmama anlatısının eşitsizliğini doğurduğunu, başka hayatları, yasını tutulacak hayatlar olarak değerli görmediğini, şiddetin tam da burada başladığını, karşılıklı bağımlılık anlatısının eşit bir dünya tahayyülüne yol açacağını söylüyor.
Butler’dan sol ittifaka nasıl geleceğimi ben de merak ediyorum ama deniyorum…
Seçimler yaklaşırken HDP’nin öncülük ettiği demokrasi ittifakı daha eşitlikçi bir sistemin karşılıklı bağımlılıktan (doğaya, başka canlılara, başka halklara bağımlılık) doğabileceğini anlatabilecek mi? Bu nedenle bileşeni olan Yeşil Sol Parti, SYKP; SODAP; ESP; DBP ve Devrimci Parti ile ittifak içinde yer alan EHP, Halkevleri, SMF, TİP ve TÖP kendisi dışındaki örgütsüz örgütlülere ulaşabilecek mi? Kritik soru bu…
Yeşiller Sol Parti’nin “Birlikte Değiştireceğiz” buluşmasında her bir siyasi oluşumun seçimler nedeniyle kırmızı çizgilerini esnetmesi gerektiği konusunda bir mutabakat var gibi… Asıl amaç, seçimler sonrası inşada sol siyasetin güçlü bir aktör haline gelebilmesi.
Eski AİHM Yargıcı ve Demokrasi İçin Birlik kurucusu Rıza Türmen muhalefeti kapsayıcılık konusunda eleştirdi. Türmen “Türkiye’de AKP’ye karşı yanlış bir muhalefet sürdürüldü. AKP’ye karşı muhalefet demokrasi ekseninde değil İslamcı kimliğini yargılama şeklinde sürdürüldü. AKP’ye karşı kapsayıcı demokrasi dili geliştirilemedi” dedi.
AKP’nin yeni bir halk tanımı yapması ya da makbul vatandaş tanımı çabası aslında tam da Butler’in dediği gibi eşitliği inşa edecek karşılıklı bağımlılık ilişkisini yok eden bir şey.
Soru şu, sol bunu yeniden üretecek mi? Ezilenlerin özneleşmesini amaçlamayan bir sol da gerçek bir sol olabilir mi?
Türmen bu konuda da “Ezilenlerin sesi olmak kadar 7’li ittifakın, ezilenleri siyasetinin öznesi yapabilmenin kanallarını ortaya koyması gerekiyor. Halkın kendisiyle ilgili konularda karar vermesinin mümkün olduğunu gösteren bir model ortaya koymalı" ifadelerini kullandı.
Butler’ın dediği gibi “Eşitlik bireylerin birbiriyle eşitliğinden ibaret değildir, ancak bireyciliği hedef alan bir eleştiri geliştirildiğinde ilk defa düşünülebilir hale gelen bir kavramdır.”
Siz bireyciliğin yerine, örgüt, yapı, siyasal parti, devlet, STK hepsini koyabilirsiniz zannımca…
Yine güncele gelirsek Rıza Türmen’in dikkati çektiği, seçim sürecini, doğal olarak seçim sonuçlarını da etkileme potansiyeline sahip “sosyal medya yasası”nın TBMM’den geçmesi halinde “ AKP hakikati kendi tekeline alacak. Hakikat olmayana halk inandırılmakla kalmayacak, hakikat ile hakikat olmayan arasındaki fark da ortadan kaldırılacak.”
“Birlikte Değiştireceğiz” buluşmasını organize eden Yeşil Sol Parti’nin Eş Sözcüsü İbrahim Akın da bütün muhalefetle işbirliği yapmak gerektiğini söyleyerek “yaşamak” için “birbirimize ihtiyacımız var” çağrısını yaptı. Yaparken de 7’li ittifakın dışında duranları üstü kapalı eleştirdi. İsim vermedi. Ama salondakiler anladı.
Akademisyen Ayşen Uysal’ın toplantıdaki sunumu ufuk açıcıydı. Uysal birlikteliğin ortaklaşmak olmadığını, ortaklaşmak için de birbirimizle barışmamız gerektiğini söyledi. Bunu sol içi barışma olarak tarif etti. “Birlikte Değiştirmek” için bütün solun da samimiyet inşasına ihtiyacı olduğunu belirtirken Ayşen Uysal “Seçim kazanılacak her şey güzel olacakla bu işi çözemeyeceğimizi, kendimi de katarak söylüyorum, değiştirmeyi kendimizden başlatabilmeliyiz. Erdoğanlaşan lider imajları ile karşılaşıyoruz. Aynı değil farklı olduğumuzu gösteren, siyaset anlayışımızı değiştirip bu değişimin ne kadar önemli olduğunu geniş kesimlere anlatabilmemiz gerekiyor” diye konuştu.
Uysal, birlikte hareket etmenin önündeki engelleri sıralarken iktidarın baskısı kadar, “Tahakküm dönemlerinde, özellikle de pandemiyi de düşünürsek, bireyciliğin arttığını, egoizm, bencilliğin, kendini kurtarma, ayakta kalma mücadelesinin öne çıktığı bir bireyle karşı karşıyayız” a dikkati çekti. Yani Butler’ın tam da işaret ettiği nokta… Diğer yandan yapıların, örgütlerin, sendikaların, siyasi partilerin kendi içinde demokrasi sorunu olduğunu vurguladı Ayşen Uysal ve “Demokrasiyi uygulamayan, rafa kaldıranın sadece iktidar olmadığını konuşmamız gerekiyor” dedi.
Toplantının en merakla beklenen sunumu tabii ki araştırmacı yazar Bekir Ağırdır’dan geldi. Ağırdır, toplumun iyimser olduğunu, yüzde 80’inin değiştirmeye karar verdiğini ama riskler olduğunu, meselenin sadece sandık değil, yeni bir umut yeni bir gelecek inşası olduğunu söyledi.
"Kürtler olmadan değil anayasa yasa bile yapılamaz"
Sözü Ağırdır’a bırakalım...
“Vatandaş değiştirmeye karar verdi ama tedirgin çünkü siyasete güvenini kaybetmiş durumda. Bu büyük mesele. Daha iyi bir ittifakın nasıl olacağından daha çok toplumu, sivil siyaset yoluyla bu değişimin, yeni bir inşa sürecinin olabileceğini inandırma meselemiz var. Siyasetçinin ekonomik krizin ne kadar derin olduğunu anlatmasına gerek yok, vatandaş yaşıyor çünkü. Onun duymak istediği çare, korku değil. Otoriterleşmeyi de her gün duymasının bir anlamı yok. Türkiye insanı uzun süredir kültürel kimliklerine sıkışmıştı ve kimlikler arası kutuplaşmanın içinden bakıyordu meselelere. Ama kalıcılaşan yoksulluk, adaletsizlik sınıfsal olanı güçlendiriyor.
6’lı masa devlet-yurttaş ikileminde devletten bakıyor. Bu masadaki parti örgütleri birbirine değil ama liderler birbirine güveniyor. Kolay kolay bozulacak gibi de görünmüyor. 6’lı masaya ihtiyaç var çünkü her bir parti AK Parti’nin önüne geçebilecek durumda değil. Unutmayın ki İstanbul, Ankara kazanımı tek bacaklı masa gibi. Meclis çoğunluğu AKP ve MHP’de. Şu an seçmenin siyasete güvenini yeniden inşa etmeyi ve seçim güvenliğini ciddiye alan yok. Özü itibariyle seçmenin haber alma hakkı önemli. Seçmenin kanaatinin oluşması için özgür ve demokratik bir süreç işlemezse sandık tek sorun değil. Sorun sadece sandık değil. Gençleri sandığa ikna edemiyorsak, güven veremiyorsak…
6’lı masanın bir avantajı ‘ayrı partileriz demokrasiyi inşa etmeye çalışıyoruz’ demesi. En geniş ittifakı örgütlemek gibi bir meselemiz var. Mesele 6 partinin de her gün ve her alanda aynı biçimde davranmaları zorunluluğu olmadığını görme meselesi. Kamuoyu en küçük farklılıkta kıyamet kopuyor, ayrıldılar mı bozuldular mı diye konuşuyor. Oysa bırakın her konuda farklı davransınlar. Bırakın her farklı alanda farklı ittifaklar geliştirsinler. Böyle olursa Kürtlerin, yeşil, kadın, emek ve genç hareketinin de bu büyük sürecin dahil olması mümkün olur. Karşımızdaki sadece bir kişi değil bir mekanizma... Karşımızda yargısı, polisi ile bir devlet mekanizması olduğunu anlamazsak, bunun oyunu değiştirme ihtimali olduğunu hafife alırsak, bu ekonomik krizle vatandaş buna oy mu verecek tembelliği ile oturmaya devam edersek kazanabilirler. Kazanmak için başka bir emeği umudu inşa etmek lazım. Anayasayı değiştirmek için minimum 360 ya da 400’ün üzerinde sandalyeye ihtiyaç var. Bu da yüzde 57-58 oy demek. Ve Kürtler olmadan bu mümkün değil hangi matematik yaparsanız yapın. Ya da Cumhurbaşkanlığını kazanabilirsiniz ama kanun bile çıkaramazsınız.”
Evet bu seçim kurye işçinin dediği gibi “Hayatta mı kalacağız yoksa yaşamak mı istiyoruz” seçimi olacak.