13 Ocak 2021

Azizler, yalnızlar, parçacıklar… Bırak dağınık kalsınlar…

"Azizler'i izledikten sonra da şunu düşündüm: Acaba televizyona uzun süre üretim yapmak yaratıcılığı öldürüyor mu? Bunun da cevabı evet. Televizyon, Taylan Biraderler'in yaratıcılığını öldürmüş"

(Dikkat spoiler içerir.)

Taylan Biraderler, Okul ve Küçük Kıyamet filmlerinden sonra 2009'da çektikleri Vavien ile benim hayranlığımı kapmışlardı. Vavien'den sonra ise sinemaya ara vermişlerdi.

Vavien öyle iyi bir filmdi ki, hem bundan sonrası için beklentiyi yukarılara çıkardılar hem de "bu ülkede de bu tonda bir mizah yakalanabiliyor" dedirtmişlerdi. Çok sevdiğim Coenler'e çok yakındı.

* * *

Azizler, birbiriyle bir türlü ilişkilenemeyen, birbirine sadece teğet geçen parçalar bütünü olmuş. "Senaryo, nasıl yazılmaz?"a dair birçok nüans yakalayabilirsiniz. Öyle dağınık ki karakterler, diyaloglar… Hiçbir denge yok. Kimse kimseyle bağ kuramıyor. Sürekli bir nedensizlik hâli içinde debeleniyoruz.

Karakterlerin hepsi yalnız. Yalnızım, yalnızsın, yalnızlar… Aziz yalnız, Erbil yalnız, plazada çalışanlar yalnız, denyo çocuk Caner de yalnız. Hatta içlerinde Caner'in yalnızlığı en büyüğü belki de en çaresiz… Popüler kültürün esir ettiği ve dönüştürdüğü denyo insan modelini ortaya koyması açısından başarılı. Ama tek başına başarılı. Filmin bütününde neye hizmet ediyor? Ya da bu filmin başrolü Aziz değil de Caner midir? Filmin bir bölümünde Caner'e öyle yoğunlaşılıyor ki, filmin adı "We need to talk about Caner" olsaydı keşke diyorum. Ancak Caner'in çözümlemesi de kısa bir psikiyatrist sahnesinde çözülüp gidip kapanıyor. Pop kültür gibi… Caner de belki 15 dakikadan fazla meşhur olup sonra kayboluyor, bir anda "poof" ve Caner de ortada yok.

"Ama bu film absürt komedi", "Ama bu film yapıbozumcu" gibi savunma mekanizmaları işlemiyor. Absürt mizah, deadpan, yapıbozum; birbiriyle ilişki kuramayan, derinliksiz, havada salınan parçacıkları istediğimiz gibi birleştiririz, istediğimiz gibi böler, atar, tutar, salar kurgularız değil… Berkun Oya'nın zihni epey dağınık gözüküyor. Bir Başkadır'da da "Ülkedeki bütün sorunları alıp bir potada eritelim, her şeyi koyalım" formülünü uygulamıştı. Buna sinemada, dizide "her şeycilik" diyorum. "Her şey"den yana olunca ortaya "hiç" çıkıyor.

"Her şey"in sonunda, Aziz gizli çekilen videolarıyla yani Azizler ile bir anda Cüret, Gösteri ve Gözetleme Çağı'nda meşhur oluyor, tüketim nesnesi olup "hiç"leşiyor. Tıpkı filmin başında izlediğimiz bağsız çift ve çocuklarının zavallı "Bermuda şeytan yalnızlığı" gibi… Aziz de onlara dönüşüyor.

* * *

Taylan Biraderler, Vavien'den Azizler'e gelen süreçte televizyona iş yaptılar. Muhteşem Yüzyıl, Vatanım Sensin gibi epey konuşulan bir projeye imza attılar. 11 yıl ara verdiler sinemaya.

Daha önce, "Dizilerimiz, sinemamıza zarar mı veriyor?" başlıklı bir yazı yazmıştım. Ki bunun da cevabı çok net olarak evetti.

Azizler'i izledikten sonra da şunu düşündüm: Acaba televizyona uzun süre üretim yapmak yaratıcılığı öldürüyor mu? Bunun da cevabı evet. Televizyon, Taylan Biraderler'in yaratıcılığını öldürmüş.

Film sadece içeriksel olarak değil. Biçimsel olarak da sorunlu. Sinematografisi de çok zayıf ve dizi estetiğinde.

Ve son olarak Haluk Bilginer'in bir süre kendini dinlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Her yerde oynayan dizi karakterleri gibi ve çok görünür oldu. Fazla görünür olmak da oyunculuğa ve kariyere zarar verebiliyor.

P. S. Bu Aziz, Amerika'da bir ajansta CGI'cı olsa, tek başına yaşadığı bir evi olurdu.

Nazlı Eray'dan alıntı mı?

Filmdeki "olmuş" diyebileceğim nadir öğe: "Buzdolabı üzerindeki konuşan bir fotoğraf olarak Binnur Kaya" filmin atmosferine ve Erbil'in yalnızlığına olumlu katkıda bulunuyor. Ancak yazar Nazlı Eray, bu konuşan fotoğraf öğesinin kendi romanlarından kendisinden izin alınmadan kullanıldığını söylüyor Twitter'da. Bakalım ilerleyen günlerde Berkun Oya nasıl bir cevap verecek… 

Yazarın Diğer Yazıları

Ali Kemal Çınar: Zayıf yönlerini görüp bunun üzerine gitmek, ancak güçlü gördüğün yönlerinin varlığından cesaret alarak yapılabilir

Ali Kemal Çınar ile son filminden Kürt sinemasında birey olma sorunsalına, Diyarbakır'dan Türkiye Sineması'nın geleceğine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik

Ulaş Tosun: Merhaba Canım'ın yarattığı etki, belki tasarlanmış estetiğin bir kere daha çöküşü olarak yorumlanabilir

Merhaba Canım benim için sansürün ve otosansürün tüm gücünü hissettiğim bir çalışma oldu

"
"