27 Kasım 2024
Bu dünyada tüm canlılar, hep beraber yaşıyoruz. Kimimiz düşündüklerimizi söyleyebiliyor, kimimiz söyleyemiyor. Mesela ben köpeğimle konuşabiliyorum, ne desem yanıt veriyor ve anlıyorum onu. Ancak, ispatlayamam. Aslında ispatlamayı önemsemiyorum da. Çünkü zaten hissetmek, büyük ispat. Bilimin söylediği şeylerin doğru olduğu gibi, bilimin ispat edemediği bazı şeyler de doğru olmayacak diye bir şey yok. Az önceki örnek gibi.
Bu sene çok ama çok yorulduk, çok ama çok öldük Türkiye’de. Kanlı, bol katilli, cinayetli, kötülüğün akışkanlaştığı bir yıl oldu. Ne çok gören göz ne çok duygu dolu dört ayaklı, ne çok insandan bazen yemek içim medet uman, başı okşansın diye bakan köpek kedi öldürüldü. Milyonlarca. Bu, başka bir konu diyeceğim ama birazdan konuşulacaklardan bağımsız değil.
Ülkede bunlar yaşanınca iyi insanların çoğu bu hayvanların yaşaması için çok şey yapmaya başladı. Hemen, bu çocuklara yuva bulmaya başlamak, barınaklardan kurtarmaya çalışmak, kısırlaştırmak için organize olmak gibi.
Yurt dışında oturanlar da bu hayvanları Türkiye’den, sokaklardan, barınaklardan yani ölüm kamplarından, gidebilecekleri karanlık sondan kurtarmak için kolları sıvadı ve yaşadığı ülkeye götürebilen götürdü, götürüyor. İyi ki iyi insanlar var ve iyi ki uçuş gönüllüleri var!
Geçen gün iki köpek Türkiye’den sahiplenilmiş ve Londra’ya getiriliyorken ve bu çocuklar uçaktayken ve birazdan Londra’ya inecekken, bu hayvanları alacak kişi vazgeçiyor. Düşünsenize bir hayvansınız, sizin adınıza düşünülüyor, kararlaştırılıyor ve karşı tarafta sizi alacak kişi de güven sağladığı için yola çıkarılıyorsunuz, üstelik ülkelerarası. Ayrıca zar zor uçuş gönüllüsü bulunmuşken. Ve sonra ne oluyor? Hiçbir şey olmamış gibi oluyor.
Bu olaydan, bir arkadaşımın sosyal medya paylaşımı vesilesiyle haberdar oldum, tamamen denk düştü. Köpekler hemen bir yardım çığlığıyla havaalanından alındı ve güvendeler.
Yurt dışında yaşıyorsanız, hayvan sahiplenmek istiyorsanız neler yapmalısınız, nasıl yollardan ilerleniyor, en sık yapılan hatalar ve bilinmesi gerekenler nedir? Nasıl uçuş gönüllüsü olabilirsiniz? Hepsini Barınak Meleği ismiyle bildiğimiz, kendini sokak hayvanlarını korumaya adamış, gencecik yaşında barınaklarda çalışmaya başlamış gönlüyle kalbiyle bu hayvanlara çare arayan, bulan, bulunmasına yardım eden hayvan hakları koruyucusu, aktivisti ve veteriner hekim Türkan Ceylan’la konuştum. Hadi başlayalım.
- Türkiye ve hayvanseverler sizi Barınak Meleği isminizle tanıyor Türkan Hanım. Barınağınızda, ya da daha doğrusu hayvanlar için yaptığınız yaşam alanında kaç hayvan var. Nasıl hikâyeleri var, birkaçından örnek verebilir misiniz?
Şu an sorumluluğumda 100 civarında çocuğumuz var, aslında barınak değil de yaşadığım evi onlarla paylaşıyorum diyebilirim. Hepsinin ayrı ayrı hikâyeleri var. Mesela bir Kocaoğlan’ımız var, Elazığ’dan geldi. Bir ayağı yok, kemikleri çıkmış, kulakları kesilmiş bir kangal. O üç ayağına rağmen kamyonetiminizin peşinden kilometrelerce koşuyor. Ben işten gelinceye kadar beni bekliyor. Elazığ barınağında öldürülmek üzereyken aldık. Maalesef o barınaktan sağ çıkan çok az hayvan var.
Mesela Kutup var, o da Konya barınağından, kocaman bir Akbaş. Tasma taktırmaz arabaya binmez. Ama her gün Kocabaş’la birlikte beni geçirirler ve eve dönene kadar beklerler. İşten dönüşüm tam bir şölene dönüşür, onlar sayesinde.
Emik var, kedimiz. Onu çalıştığım klinikte kafese bırakmışlardı küçücüktü, yalvarıyordu kafesten çıkmak için. Bir de avazı çıktığı kadar bağırıyordu “çıkarın beni” diye. Biraz sussun diye ceketimin içine aldım, sonra da bırakamadım. Sürekli emme hareketi yaptığı için adı Emik kaldı. Şimdi köpeklerimi eğitiyor. Kedilere nasıl saygı duyulmalı dersinden geçiriyor hepsini. Ve bütün ev ahalisi ona âşık, özellikle köpekler. Her sabah köpeklerle yürüyüşümüze o da gelir, bütün köpekler beni değil, onu takip eder. Müthiş hissediyorum o tabloyu görünce pek tabii.
- Buraya gönüllü olarak insanlar gerçekten destek vermeye geliyor mu?
Ormanın içinde bir ev bizimkisi. Ben de orada yaşıyorum. Ve yakınımızda, hatta 5 km yakınımızda yerleşim yok. O yüzden güvenlik nedeniyle sadece tanıdığım insanlar geliyor. Ama yurt dışından gelen daha çok oluyor.
- Geldiğinden beri sahiplenilmeyen hayvanlar var mı? Ve en uzun süre olanı ne kadardır barınağınızda?
Var tabii, Kutup, Koki, Isırgan var. Kutup, tasma taktırmaz arabaya binmez. Koki, yaklaşmaz ve üç yıldır bizimle, çok travmatik. Sadece yemeğini yiyor ve onu da, siz uzaklaşınca. Isırgan, adından da anlaşılacağı üzere yakın temas sevmez, yaklaşanı bazen kıtlatabiliyor (gülüyor). O yüzden bu çocuklar çok uzun zamandır bizimle.
- İnsanlar sahiplenirken hakikaten hâlâ cins köpeklere daha çok mu ilgi gösteriyor? Ve bunun için ne söylemek istersiniz?
Evet maalesef talep hâlâ çok yüksek, ama genelde kurtardığım çocuklar sokak köpeği. O yüzden bu kitleyle daha az muhatap oluyorum. Ama bir köpeğin, kedinin size verdiği sevgi, huzur, o cins oldukça artmıyor. Marka değerinizi, saygınlığınızı artırmıyor. Asıl ihtiyacı olan bir hayvanı sahiplendiğinizde, hem çok daha iyi hissediyorsunuz hem de gerçekten ben bu tarz insanlara daha çok saygı duyuyorum. Egolarından arınmış olarak görüyorum. Lütfen cins hayvan değil, ihtiyacı olan bir hayvan sahiplenin!
- Bu hayvanlarla nasıl bir duygusal bağınız var? Onlarla ne konuşuyor, onlara ne söylüyorsunuz? Sizi anladıklarını bildiğim bir yerden soruyorum.
Küçüklükten beri tutkuyla seviyorum hayvanları. Hayata olan bağımı artırıyor onlara olan sevgim. Benim sevme şeklimi, sevgi dilimi yontup inceleştirdiler zaman içinde. İyi sevmeyi öğrendim. Sevgi aksiyon almakmış. Öyle kuru kuruya sevgi olmuyormuş. Bunu öğrendim. Yaralı, aç, ihtiyacı olan bir hayvan gördüğümde alıyorum. Tedavi ediyorum. Sonra rehabilite ediyorum ve en iyi aileleri bulmaya çalışıyorum.
Aksiyon almayı öğrendim. Çok duygusal ve ağlayan bir insan olarak duygularımı dönüştürmeyi öğrendim. Hepsi onlar sayesinde. Konuşuyorum pek tabii, kitap okuyorum onlara, müzik dinletiyorum, dert yanıyorum bazen. Kâh ağlıyorum, kâh gülüyorum. Onlar benim seçtiğim ailem. Ormandaki bu evde biz birbirimizin her şeyiyiz.
- Burada sizin ve hayvanların bir günü nasıl geçiyor?
Öncelikle sabah 5/6 gibi kalkıyorum. Kitap okumaya özen gösteriyorum. Sonra her sahiplendirdiğimiz hayvanların güncel durumları hakkında bilgi alabilmek için WhatsApp gruplarımız var, onlara göz atıyorum. Maillerimi ve soruları yanıtlıyorum. Bunlar bitince sabah yürüyüşüne çıkıyoruz. 10 km yürüyoruz. Onlar da bu yürüyüş sonrası bayılıyor. Bizde kafes sistemi yok. Mamalar, ilaçlar, oyunlar. Sonra ben oturup çalışmaya başlıyorum. O arada sahiplenilen ve yuvaya gidecekler oluyor, onların havalimanına gidişini organize ediyoruz. Hastaların tedavisi derken bazen akşam yemeğini bile yiyemeden sızıp kalıyorum.
- Yurt dışında yaşayıp, Türkiye’den evcil hayvan sahiplenmek isteyenler yaşadığımız son olaylar sonrası ne durumda? Sahiplenmek isteyen sayısında artış var mı?
Büyük bir artış oldu. Hem yabancı hem de Türklerden, bir kere tüm dünya öğrendi bu yasanın ölüm yasası olduğunu. O yüzden, hayvan hakları gelişmiş ülkelerde yaşayan vicdanlı insanlardan çok sayıda başvuru alıyoruz. Ve sahiplenemeyecek olanlar geçici yuva olmak isteyip, yuva bulmamıza yardım eden insanların sayısı da günden güne artıyor.
- Ve geçen gün, içinde olduğum hayvanlara yardım için kurulan WhatsApp grupları ve arkadaşlarımın Instagram paylaşımlarından gördüğüm bir olay üzerine sizinle biraz detaylı da konuşmak istiyorum. Olaydan kısaca bahsedecek olursam, iki Golden cinsi köpek Türkiye’den İngiltere’ye geliyordu ve uçaktaydı. Onlar uçaktayken, burada onlara geçici yuva olacak kişi onları almaktan vazgeçtiğini söylemişti ve bunun üzerine siz de bir paylaşım yapmıştınız. Benim gördüğüm de, işte o paylaşımdı. O ilanı görünce içim cız etti açıkçası. Kendimi o köpeklerin yerine koydum ve “gözden çıkarılmış olmak” benim bile canımı yaktı. Ve şükürler olsun ki burada geçici yuva olacak bir kahraman çıktı o gün ve şimdi o çocuklar güvende. Ama bir aileye ihtiyaçları hâlâ var değil mi?
Evet maalesef bu olay doğru. İngiltere uçak yoluyla hayvan almadığı için kara yoluyla göndermiştik. Birden vazgeçti konuştuğumuz kişi. Köpek yolda. Hemen paylaşım yaptım. Herkes seferber oldu, bulduk çok şükür. Bulduk ama şu an geçici yuvadalar evet. Ama hâlâ onlara aile olacak birilerini bekliyorlar. Umarım onları sevecek, mutlu olacakları bir yuvaları olacaktır. Ayrıca maalesef uluslarası sahiplendirmelerde böyle durumlara maruz kalıyoruz. Ama 10 yıldır artık alıştım, hemen çözümü nedir bu işin diyorum. İnsanlara kızmayı bıraktım. Hemen çözüm için uğraşıyorum. Münakaşaya bile girmiyorum. O yüzden hızlıca organize olabildik.
- Ne oldu o gün? Hangi gerekçeyle bu taleplerinden vazgeçtiler?
Bir gerekçe sunmadılar. Genelde bu tarz durumlarda tam emin olmadan karar veriyorlar. Ve operasyon yaklaştıkça panik yapıp iyilik yapacağım diye, çıktıkları yolda en büyük kötülüğü yapmış oluyorlar. Tabii korkunç bir gün oldu. Çözmek için çok insan paylaşım yaptı. Hemen yeni yer bulduk. Ama o sırada ömrümden ömür gitti tabi.
- Yurt dışına o hayvanı gönderirken nasıl bir prosedür oluyor, nasıl yollardan geçiliyor, ne kadar sürüyor ve o hayvanı gideceği yere neyle gönderiyorsunuz? Bu aracı siz mi seçiyorsunuz, seçtiğiniz ulaştırma aracını seçmenizdeki en önemli birkaç nokta nedir? Hayvanın sağlık durumu vs … Uçak, kişisel araç, arkasında kafesler olan ve bu işi yapanlar… Ve tüm bu yolculuk, kafes, pasaport vs tüm giderler ortalama ne kadar oluyor?
Öncelikle tüm hayvanların tedavileri, aşıları yüzde 100 olmak zorunda. Ülkeden ülkeye değişen kurallar var. Avrupa ülkelerinde dört ay bekleme kuralı var. Kuduz aşısı oluyor, bir ay geçtikten sonra kan alınıyor, bu kan alımından üç ay sonra da gidebiliyor hayvan.
Amerika’da kan alımı yapılıyor, 45 gün sonra cdc başvuruyorsunuz. Kanada’da kuduz aşısı yapıldıktan bir ay sonra uçabiliyor. Yani her ülkenin ayrı bir kuralı var.
İngiltere’ye karayoluyla ya Paris ya da Amsterdam üzerinden yolluyoruz. Çünkü, İngiltere uçakla hayvan kabul etmiyor. Kara yoluyla genelde iki günü buluyor ulaşması.
En önemlisi, hayvanların kesinlikle sağlıklı olması, kuduz aşısı olması ve belgelerin tam yapılmasıdır. En temel hata, çip takılma tarihinin kuduzdan sonra yapılması oluyor. Hayır önce çip takılacak, sonra kuduz aşısı yapılacak. Bu çok temel bir kural ama çok hata yapılıyor.
Maliyeti büyük operasyonlar, her ülkeden ülkeye değişse de İngiltere en az 1300 pound tutuyor. Ailelerle beraber yapmaya çalışıyoruz maddi yükünü. Ama ilk etapta çocuklar geçici yuvalara gittiği için ben ödüyorum. O yüzden çok az gönderebiliyorum. Sponsorlarım yok, ama bazen doğum günü hediyesi vs için destek olanlar oluyor. Ben de tüm bu yurt dışı işlemlerini yapa yapa bu her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrendim ve bu konudaki deneyimlerimi göç eden ya da kedisi köpeği Türkiye’de kalmış sahipli hayvanlar için danışmanlık veriyorum.
- Tüm bu sürecin en zor noktası neresidir, nedir?
Bu süreçlerin en zor noktası, çok fazla insanı aynı anda organize etmek. Bir yerden kafes geliyor, bir yerden belgeleri, bir yandan gönüllülere anlatıyorum, bir yandan geçici - kalıcı evler. En zor kısmı bu sürekli iletişim hali. Bu benim iletişim yorgunluğu yaşamama neden oluyor. Tutkuyla yapmasaydım sanırım devam edemezdim.
- Ayrıca pek çok yerde “uçuş gönüllüsü aranıyor” ilanları da oluyor. Nasıl “Uçuş Gönüllüsü” olunur? Yolculuğun öncesi ve sonrasına dair bilgi verebilir misiniz?
Uçuş gönüllüsü, bu iyilik zincirinin en önemli halkası aslında. Bize başvuruyor, “Ben aralık ayında Toronto’ya gideceğim” diyor mesela. Hemen bilet bilgilerini isteyip bu uçak uygun mu değil mi buna bakıyorum. Eğer uygunsa, belgeleri tamamlıyorum. Çocuklar nakille İstanbul’a gidiyor. Havalimanında 3/4 saat önceden tecrübeli havalimanı ekiplerimizle buluşuyor. Karşı havalimanından onu anlaşmalı olduğumuz porter karşılıyor. Yani kafes taşıttırmıyoruz bile. Aile havalimanında bekliyor oluyor. Genelde teslim ettikten sonra, “İyi ki yapmışız Türkan Hanım” diyorlar. Onlarla da uçurdukları köpeklerin haberlerini paylaşıyorum. İyice motive oluyorlar. Uçuş Gönüllüsü olan, genelde bir kere daha oluyor.
- Bu yıl bu yasa olana ve hayvanlar katledilmeye başlanmadan öncesi ve o olaylardan sonra sahiplenme oranlarını kıyaslayacak olursak gözle görülür bir değişim var mı? Ne kadar insan elini taşın altına koyuyor sizce?
Şöyle ki, iki hayvana bakan, üçüncüyü de sahiplendi. Arttı ama çok küçük bir yüzde olarak arttı. Çünkü biz biraz arabesk bir toplumuz. Ağlar sızlar, şikâyet eder ama aksiyon almayız. Ama bunun yanında gece gündüz çok uğraşan da var. Sahiplenme isteği arttı ancak yeterince değil. Toplumun yüzde 5’i sadece elini taşın altına koyuyor. Avrupa’da, evinde kedi köpek besleyen ülkeler arasında sonuncu sıradayız.
- Yurt dışında biri hayvan sahiplenmek istiyorsa neleri bilmesi gerekiyor ve onlardan gelen en merak edilen konular sorular neler oluyor? Mesela ben bir hayvan almak istiyorum ve benden neleri karşılamamı istiyorsunuz? Ve ayrıca bana nasıl güvenebiliyorsunuz?
Bu çok uzun bir prosedür bizim için. Kısaca anlatayım dilerseniz. Öncelikle 40 soruluk bir form doldurmaları gerekiyor. Yolculuk masraflarını karşılamak zorundalar. Sahiplenme yapılana kadar olan kısırlaştırma ve aşılamaları biz yapıyoruz.
Bu 40 soruya verdikleri yanıtlar uygunsa, sonra bir telefon görüşmesi yapılıyor. Ardından, köpekle buluşuyorlar enerjiler tutuyor mu ona bakıyoruz. Sonra 10/15 gün bir süre verip, enerjileri uyuyorsa kalıcı oluyor. Sonraki adımda ise, yasal geçerliliği olan kontratlardan imzalatıyoruz. Bu aile ve sahiplendiği köpeğimiz için grup kurup oraya da düzenli fotoğraf ve bilgi paylaşımı istiyoruz. Sigortayı şart koşuyoruz. Daha önceki köpeğinin veterinerini arıyoruz, referans istiyoruz. Bütün bilgileri toplayıp güvenebiliyoruz ancak.
- Hayvan gittikten sonra karşılaştığınız en genel sorun ne oluyor, eğer böyle bir sorun oluyorsa?
Davranış problemleri olabiliyor, tuvalet, kemirme gibi konularda sorun olabiliyor. Ama ekip arkadaşlarımız devreye giriyor. Eğitmen ile çalışmaya başlanabiliyor ve bir şekilde aile köpeği istiyorsa, çözülüyor. Ama bu, vazgeçmek için öne sürdükleri bir bahane de olabiliyor bazen.
- Bu vazgeçişlerin önüne geçilebilir mi, eğer bir yolu varsa bu nedir? Yoksa iş bu kişilerin vicdanına mı kaldı?
Vazgeçmelerin önüne, görüşmelerle, kontratlarla geçmeye çalışıp, güven altına alıyoruz. Ama olanlar da oluyor. Biz de hukuki haklarımızı kullanıyoruz bu tarz durumlarda. Evet maalesef günün sonunda vicdanlarına kalmış bir konu.
- Başka ülkeye giden bir hayvanı gönderdikten ne kadar sonrasına kadar onlara yuva olan kişilerle iletişimde olunuyor ve hayvanı yakından takip ediyorsunuz?
Ben ömür boyu takip şartı koşuyorum. Aslında ekip arkadaşlarımızla hepimizin bulunduğu WhatsApp grupları var. Her aileyle oradan iletişimde kalıyoruz. Bir süresi yok, bir süre sonra ortak çocukları olan ebeveynlere dönüştüğümüz için ömür boyu iletişimde kalıyoruz.
- Hangi ülkelere daha çok sahiplendirme yapıyorsunuz? Orada size yardımcı olan birileri var mı?
Evet, mesela Kanada’da üç yıldır 10 kişilik bir ekibimiz var. İngiltere’de üç ve Almanya’da ise beş kişiden oluşan ekiplerimiz var. İsveç’de de varız. Oralardaki kontrolü onlar sağlıyor.
- Ayda ortalama kaç köpek sahiplendiriyorsunuz?
Ortalama 20 köpek yuvalandırıyoruz.
-Eminim onlarla duygusal, kalpten kalbe şahane bağlar kuruyorsunuz. Elbette onlardan ayrılmak hem siz hem de onlar için kolay olmuyordu. Hayatı kurtulan, yuvalandırdığınız çocuklardan da bahsedebilir misiniz biraz ?
Mahsun var mesela. Deprem sırasında Adıyaman’da üstüne beton düşmüş, arka ayakları tutmayan, açlıktan karton yemiş hayvan. Biri Instagram’dan bana mesaj attı, “Bu çocuk çok kötü ölecek siz alır mısınız?” diye, “Adıyaman’dan Muğla’ya getirebilir misiniz?” dedim. Evet dediler.
Mahsun geldiğinde sadece bir kemik yığınıydı. Sonra aylarca ona şırıngayla yemek verdim, ameliyatlar derken yürümeye başladı Mahsun. İyice sosyalleşti. Kimse tabii sormadı. Ben de bizimle kalır artık ne yapalım diyordum. Ta ki bir gün Nilüfer Hanım Miami’den beni arayana kadar. “İhtiyacı olan bir çocuk sahiplenmek istiyorum” dedi. Mahsun’un hikâyesini anlattım, “olur” dedi. Hemen işlemlere başladım, Miami’ya yolladım. Şu an iki köpek kardeşiyle çok mutlu bir yuvası var. Çok şükrediyorum.
- Peki siz hayvanlarla bu kadar yakından ilgilenen biri olarak soruyorum, bize ne oldu biz nasıl bu kadar kötü, nasıl bu kadar acımasız olduk beraber büyüdüğümüz, sokaklarımızı paylaştığımız bu canlara bu kadar canice davranıyoruz? Kusura bakmayın genel konuşuyorum ama kurunun yanında yaş da yanıyor maalesef…
Bence en önemlisi, kötülüklerin cezasız kalmasıyla bu şiddet tırmandı. Çünkü cezasız kalması demek kartopu misali şiddetin büyümesi demek. Öyle de oldu üzgünüm ki. Son dönemde, kimin gücü kime yeterse ona şiddet uygulayan ve buna meyilli olan insanların varlığını çok fazla görüyoruz. En zayıf halka da hayvan maalesef.
- Bu kötülük nasıl durdurulur eminim üzerine her gün düşünüyorsunuz?
Öncelikle hayvanlara şiddete hapis cezası getirmeliyiz. Çünkü cezasızlık bu insanlara çok güven veriyor. Daha sonra ise, her yerde görünür olacağız. Gerekirse lobicilik yapacağız Meclis’te. Sosyal medyayı, meydanları, basını iyi kullanıp hayvanları daha görünür hale getirebiliriz.
- Belediyelerden gerekli desteği görüyor musunuz? Mesela şimdi en acil ihtiyacınız nedir karşılanması gereken?
Belediyelerden destek göremiyoruz. Biz artık desteği geçtik, engel olmasınlar yeter gözüyle bakıyoruz. En acil ihtiyaç, yer ve barınma sorunumuz var. Maalesef köpeklerin sayısından dolayı şehirde yaşayamıyorum. Ama kırsalda bile barınamıyoruz. Şu an en acil bir şekilde bir yere ihtiyacımız var.
- Yanınızda olan hayvanların sayısı arttığı için mi yer ihtiyacınız var?
Maalesef şu aralar bir ev kriziyle karşı karşıyayız. Ormanın içindeki evimizin sahibi yurt dışından dönüyor. Tüm hayvanlarım ve ben evsiz konumundayız. Muğla’da ve Gökova civarlarında komşusu olmayan ama yaşanabilir bir ev arıyoruz. Ve tabiİ ki çok üzgünüz bu süreçten dolayı.
- Umarım en kısa sürede bu sorun halledilebilir. Sokakta gördüğümüz hayvanları artık sanki bir daha görmeyecekmişiz gibi bakıyoruz onlara, bu çok acımasızca. Kalbimiz paramparça oldu. Bu duygular değişir mi? İnsanlık nereye gidiyor sizce?
Zor değişir. Çünkü toplum olarak bu konuyla çok travmatize edildik. Ancak ve ancak aksiyon alarak bu olanların ve bu durumların üstesinden gelebiliriz. İnsanlık nereye gidiyor bilmiyorum ama hassas kalpler için yaşam gittikçe zorlaşıyor. Empati yapabilenler için. Ama ben her zaman şöyle düşünüyorum. Üzülme eylemini aksiyona çevirmeliyiz. Ancak o zaman yaşanabilir hale gelir!
"Hor baktık mı karıncaya, kırdık mı kanadını serçenin, vurduk mu karacanın yavrusunu ya nasıl kıyarız insana!"
“Bu müziği icra ederken neredeyse babamın yüreğine akmaya başlıyorum ve onu yeniden biraz daha düşünüyorum.”
Kelimelerin gücüne kalp mi dayanır, akıl mı dayanır arkadaş diyor ve uzaklara dalıp okuduklarımı kalbime indirmeye çalışıyorum…
© Tüm hakları saklıdır.