Çoğumuz couture kıyafetlere “couture” niteliği katan süslemeleri yaratan geleneksel ustaları bilmiyor ya da görmüyoruz. Dünya ve moda hızlandıkça bu zanaatlar yavaş üretim sürecinden dolayı “hantal” olarak görülüyor ve kayboluyor. Haute couture koleksiyonları sayesinde bu geleneksel el sanatları modern tarzda canlanabiliyor, zanaatkârlar gelir elde edebildikleri gibi bu zanaatı yeni nesillere aktarabiliyorlar
Bu hafta gerçekleşen Paris Couture Haftası yine yüksek moda evlerinin dikiş ve işçilikte en yüksek noktada olan koleksiyonlarının sergilendiği bir geçit töreninden farksızdı. Artık çoğunlukla kısaca “couture” denen Haute Couture Fransızca “yüksek dikişçilik” anlamına geliyor ama bu mot a mot çeviri kesinlikle couture’ü tam olarak tanımlayamıyor. Haute couture aslında kişiye özel, yüksek kalite kumaş ve malzemenin kullanıldığı, çok ehil terzi ve iğneişi/nakış/boncuk/kalıp ustalarının dahil olduğu ve tamamı elde hazırlanmış kostümler demek. Couture bir bakıma modanın prömiyer ligi; özen, sabır, acı, zanaat dolu yıllar süren bir pratik.
Bugünkü Fransa’da “haute couture” koruma altında patentli bir isim, isteyen couture koleksiyon çıkarıyorum diyemiyor. Bu kelimeyi moda evinin ya da koleksiyonunun yanına ancak 1868 yılında kurulan “Chambre de commerce et d'industrie de Paris” tarafından belirlenmiş standartları sağlayabilirse alabiliyor. Bu standartlardan bazıları Paris’te en az 20 tam zamanlı çalışana sahip bir atölyesi olması, her sezon gece ve gündüz giyiminden oluşan en az 35 parça sunulması, atölyesinde ya da işbirlikçi atölyesinde sertifikalı zanaatkarlar bulundurması, bir ya da birkaç prova gerektirecek şekilde müşteriye özel sipariş üzerine tasarlanmış olması. Bir couture defilesi sonrası couturier tarafından kuruma sunulan raporda hangi kumaştan ne kadar kullandıldığından, boncuk sayısına, kristal miktarına hepsi tek tek tek yazılarak iletiliyor. Bu sebeple Fransa’nın sertifikaya layık gördüğü couturier sayıca çok az; Dior, Chanel, Valentino, Jean Paul Gaultier bunlardan birkaçı.
Couture’ü ayırt eden, zanaatkârlık
Peki yüksek moda evlerinin nerdeyse hiç kâr etmediği, çoğunu zaman zaman iflasa yaklaştıran, müşteri sayısının inanılmaz az olduğu ve astronomik fiyatlarda satılabilen couture koleksiyonları için harcadığı bunca zaman ve para neden?.. Öncelikle prestij, köklü moda evlerinin miraslarına bağlılığının bir göstergesi, kreatif direktörünün yaratıcılığını sonuna kadar kullanabilmesi için bir alan ve elbette aslında bir arzu nesnesi olmak. Yüksek moda evleri couture koleksiyonlarını aslında çoğunlukla hazır giyim, aksesuar, kozmetik ve parfümlerinin satışına yarattıkları itki nedeniyle devam ettiriyor. Ama işin bir de yine zanaatkarlar tarafı var.
Couture’ü bazen bir Rolls-Royce otomobile bedel fiyatı ve uzun bekleme süresi sebebiyle gereksiz olarak nitelemek kolay, fakat hadi bunu bir de tek bir couture elbisedeki işçiliği ile aylarca hem geçimini sağlayan hem zanaatını yeni nesillere aktarma imkânı bulan ustaların gözünden değerlendirelim. Çoğumuz bu yüksek fiyat etiketinin arkasında couture kıyafetlere “couture” niteliği katan süslemeleri yaratan geleneksel ustaları bilmiyor ya da görmüyoruz. Bu zanaatkarlar, niş bir beceride ustalaşabilmek için yıllarını vermiş erkek ve kadınlar; çoğu, ne yazık ki nesli tükenmekte olan kültürel geleneklerden gelen eski işçilik konusunda eğitimli. Dünya ve moda hızlandıkça bu zanaatlar yavaş üretim sürecinden dolayı “hantal” olarak görülüyor ve kayboluyor. Haute couture koleksiyonları sayesinde bu geleneksel el sanatları modern tarzda canlanabiliyor, zanaatkârlar işlerine devam ederek gelir elde edebildikleri gibi bu zanaatı yeni nesillere aktarabiliyor.
“Yüksek moda”nın “küçük eller”i
Enstitü onaylı bir yüksek moda evi, couture tasarımında kuş tüyü bitişi kullanacaksa bunu gidip herhangi bir tedarikçiden satın alamıyor; yerine Paris’te neredeyse 150 yıldır bunu yapan bir atölye ile iş birliği yapmak zorunda. Bu nesillerdir süren mikro işletmeler, küresel ve çekici couture ortakları ile aynı isme ya da üne sahip değiller ama haute couture tasarım sürecinin çok önemli bir bölümünü temsil ediyorlar.
Haute couture atölyelerindeki ustalara “les petites mains” yani küçük eller deniyor. En küçük taşından en ince pilisesine tamamı elde, insan emeği ve ustanın duygusu da işin içine katılarak üretilebilen bu parçalar elbette çok yüksek fiyatlarda ve kimi zaman kaç saat süreceği tahmin dahi edilemeden çıkıyor. Bugün Lesage ve Montex gibi nakış ve işleme atölyeleri, Lemarié gibi tüy işi ustaları yalnızca haute couture tasarımı yapacak evlerin talepleri ile varlığını sürdürebiliyor. Örneğin 1900’lü yıllarda 300’den fazla bu tür atölyeye ev sahipliği yapan Paris’te bugün Dior, Chanel ve Balenciaga için çalışan Lemarié ayakta kalabilmiş. Bu minik atölyelerin üretebildiği danteller 200-300 yıllık bir aile geçmişine sahipken devamının gelmesi zor görünüyor. Chanel, Fransa’nın zanaatkarlarına çok şey borçlu olduğunu söyleyerek 90ların sonunda bu tür zanaat atölyelerini satın alarak bünyesine katmaya başladı, işleme sanatındaki ustalığı destanlaşmış Maison Lesage bunlardan biri.
2014 yapımı “Dior ve Ben” isimli belgesel film Raf Simons'un Fransız moda evi için ilk couture koleksiyonunun yaratılmasındaki ekip çalışmasını anlatıyor. Bir couture koleksiyonun doğuşu için “küçük eller”den “dev tasarımcılar”a ortaya konan emek, çaba ve zamanı izlemek tüm bu yazının görsel ve oldukça duygusal bir özeti.