Boğaziçi'nin iki kıtayı ayırdığına biz insanlar karar vermiş. Bu yüzden, Boğaziçi Üniversitesi'nde mekan koordinatlarımız oldukça ilginç. Temel Bilimler binasında çalıştığımız yer Avrupa, baktığımız yer Asya. Adlandırma ve bölüştürme bir yana, coğrafya ve tarih çok temel konular ama maalesef ortaöğrenimde yeterli üzerinde durulmuyor. Amerika'ya doktora yapmak için gittiğimde, liselerde coğrafya dersi olmadığını öğrenince dehşete düşmüştüm. "Boğaziçi" ve "Bosporos" gibi tercüme çiftlerine bizim buralarda sık rastlanır. Aslında bos poros, boğazın içi değil, inek geçidi demek. Ox ford gibi yani.
Bizim topraklar hemen her konuda zengin. Üniversite diyebileceğimiz ilk oluşum, neredeyse 1500 sene evvel Fırat ve Dicle arasında kurulmuş, Harran okulu ismini almış. Benim üniversitem de 150 seneyi aştı. Üniversite düşündüğümüz, ürettiğimiz, bilgi ve deneyim paylaştığımız bir insan yuvasıdır. Mücevher gibi kıymeti bilinmelidir.
Tales için Bertrand Russell, batı dünyasının ilk filozofu der. Tales Miletli, yani Ön Asya ya da Anadolu'dan. Kısacası İzmir'in biraz güneyinden. Ama bize öğretilen tarih ve coğrafya "Tales biziz" dedirtmez. Halbuki, Tiflis'te ilkini düzenlediğimiz Kafkas Matematik Konferanslarında ne sunumlar sırasında, ne harika sofralarda, ne de birlikte edilen danslarda birimizin Gürcü, birimizin Azeri ya da Ermeni, bir diğerimizin Rus, Türk ya da İranlı olmasının önemi oluyor.
Voltaire ile yetmişli yıllarda lisede tanıştım ve ben de sordum kendime: "Mümkün dünyaların en iyisi"nde mi yaşıyoruz hakikaten? Malum, Voltaire, Kandid'i Leibniz'e sataşmak için yazmıştı. Bugün Mars'a vardığımızı duysalar, hem Voltaire hem Leibniz bizimle gurur duyarlardı herhalde. Öte yandan kendi gezegenimizi getirdiğimiz hal pek de gurur verici değil. Gelecek kuşaklara iyi bir dünya bırakacağından en fazla şüphe eden nesildenim muhtemelen. Bugünün gençliği karar vermek zorunda: Küremiz yaşanır kalacak mı, kalmayacak mı? Ne büyük sorumluluk bırakıyoruz onlara!
Peki Matematik, daha iyi bir dünya için ne yapabilir? Matematik neden vardır?
Matematik düşündürür, hayal kurdurtur, mantığımızı çalıştırır. Sağduyu ve hayal gücünün birlikte coştuğu bir evrendir. Elbette, matematiğin yapay zekanın yaratılmasında payı var, peki matematik insan zekasının bir rehberi olmaya nasıl devam edebilir?
Sinirbilimciler, beynin gelişimi ve matematik bilgisi ile ilgili çok ilginç bağlantılar kuruyorlar. İyi bir haber: Hepimizin beyninde bir matematik "çıkıntı"sı var. Bu sayede sayılarla haşır neşir olmayı, hesaplar yapmayı beceriyoruz, hem de konuştuğumuz dillerden bağımsız olarak. Ayrıca zaman ve mekan hissi de evrimimizdeki çok eski beyinsel temeller sayesinde varmış. Bunların da üstüne, matematik eğitim ve öğretimi, beynin aktivasyon bölgelerini etkiliyormuş.
Sayı ve nicelik duygusu doğuştan bile olsa, ilerlemek için birtakım semboller şart. Arapların Hintlilerden alıp yaydıkları şu rakamların olmadığı bir dünya düşünsenize! Sadece 0 ve 1'i art arda koyarak başardıklarımıza bakın! Elbette önce onları art arda koyma imkanlarının sonsuz olduğunu anlamamız gerekti. İnsan türünü diğer canlılardan ayıran, kendi sonlu olduğu halde sonsuzu düşünebilmesidir belki de. Şu nereden gelip nereye gittiği belli olmayan, "zaman" dediğimiz çizgiyi düşünün. O çizgideki ufacık varlığımız sırasında, yaradılıştan tutun, gelecekte (tutum değiştirmezsek) bizi bekleyen felaketlere kadar neler neler anlayabilmiş ve birbirimize anlatabilmişiz.
Yine sinirbilimcilerin yalancısıyım, üst düzey matematik, düşünme kapasitemizi geliştiriyormuş. Bana endişe veren, düşünme ve yaratma merakımız değil de, kendimizi bırakma eğilimimiz. Açıklamaya çalışayım. Anlamak arzumuz, inanılmaz araştırmalar, keşifler, icatlara vesile oluyor. Ama ardından kendimizi yarattıklarımıza bırakıveriyoruz:
Tarım makinaları sayesinde toprağı ellemez, bellemez olduk, araba sayesinde yürümez olduk, hazır yemek ısmarlamaktan mutfağa girmez olduk, hesap yapmayı hesap makinalarına bıraktık, bilginin paylaşılmasını Google'a… Liste uzayıp gidiyor. Tüm ihtiyaç ve işlevlerimizi de robotlara terk etmeye hazırlanmaktayız. Bütün bunların içinde nasıl insan kalacağız, insanı nasıl koruyacağız?
Şahsen burada matematiğe fena halde yapışıyorum. Kerrat cetveli zihin yağlanmasına karşı bir diyettir, doğada gezinmek bir düşünme egzersizidir, hayal gücünü geliştirme fırsatıdır. Matematikte bir miktar ezberin faydası olabilir ama ezber hiçbir şekilde sürekli gereken sorgulamayı önlemez.
Pandemi bizi düşünmeye, muhasebe yapmaya, sorgulamaya zorladı. Tüm faaliyetlerimiz gerekli mi? Bu kadar tüketmek şart mı? Şu "big data"yı idare edebiliyor muyuz? İster istemez soruyor insan, esas ve sadelik tekrar hak ettikleri önemi bulacaklar mı? David Hilbert gelmiş geçmiş en önemli matematikçilerden kabul edilir. 1900'de düzenlenen Dünya Matematik Kongresinde sunduğu 23 çözülmemiş problem o gün bugün matematik araştırmalarını şekillendirir. 100 yıl sonra, Rüdiger Thiele isimli bir tarihçi Hilbert'in not defterine gömülmüş bir problem daha buldu. Şöyle diyor Hilbert: "24 problemim, sadelik kriterleri olacaktı." Acaba Hilbert'in kriterleri, bu kadar çamura bulanmamıza engel olur muydu?
"Post-truth" denen kavramın gerçeği boğduğu, siyasetçilerin, iletişimcilerin kibire gömülüp gerçeği unuttuğu bir dünyada matematiğin gücü ve dokunulmaz geçerliliği nereden geliyor? Tales'den sonra da üçgenler benzer olmaya devam ediyor ve piramitlerin yüksekliğini ölçmekten öte bol bol kullanılıyorlar. Adımızın, soyadımızın bizi tek bir şekilde anlatan sayı dizisi kadar değeri yok. Ama matematiğin gücü sadece sayılar ve üçgenlerde değil. Galiba, "ebedi gerçek" ile ilgili arayışı sayesinde Matematik zamana direniyor.
Matematik kendisine net bir düşünsel çerçeve çizer. Bir yandan bu çerçevenin içinde yeni sorular sorar, bir yandan da sürekli çerçevenin sınırlarını zorlar. Bu da mı kibir? Gödel'in "eksiklik teoremi" bizi kibirden korumuş, hem daha güçlü hem daha alçak gönüllü ilerlememizi sağlamıştır. Maalesef anlatmak için biraz detay ve jargon gerekiyor.
Daha iyi bir dünya yalan üzerine kurulamaz. Konu ister çevre olsun, ister sağlık ya da insanlık hali veya genetik, evrim, tarih ya da hukuk, daha iyi bir dünyayı gerçekler üzerine inşa etmek zorundayız. Matematik alışkanlığı, gerçekle olan ilişkimizde önemli katkı sunabilir. Neyin doğru neyin eğri olduğunu ayırt etmemizde faydası büyük olabilir. Ve belki de daha iyi bir dünya için çevresel, sıhhi, tarihi, hukuki gerçeklerin elzem olduğunu anlamamızı sağlar. Fazla mı iyimser?
Chomsky'den bir alıntıyla bitireyim:
"İyimserlik daha iyi bir gelecek için bir stratejidir. Geleceğin daha iyi olabileceğine inanmıyorsanız, ilerlemek yolunda sorumluluk üstlenmeniz pek olası değildir. Umut yok derseniz, umudun olmamasını garanti edersiniz. Özgürlük içgüdünüze kulak verirseniz, bir şeyleri değiştirmek için fırsatlar olduğunu görür, daha iyi bir dünya yaratmaya katkıda bulunma şansınız olur. Seçim sizin."
Evet, seçim bizim.
Prof. Dr. Betül Tanbay, Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü öğretim üyesi. Türk Matematik Derneği'nin ilk kadın Başkanlığını yaptı. Avrupa Matematik Birliği'nin Başkan Yardımcısı. Dünya Matematik Birliği Matematik Günü Yönetim Kurulu üyesi.
Bu konuşmanın orijinali, Unesco Başkanı Audrey Azoulay tarafından yapılan 14 Mart Dünya Matematik Günü açılışında Fransızca olarak sunulmaktadır.
|