Yeniden alevlenen ve şiddet dilinin rehin aldığı Kürt meselesini ne zaman konuşmaya başlasak şöyle bir cevap çok yaygındı: “Ne istediler de yapamadılar?” Şimdi bu yaklaşım zihniyetinin benzeri Ak Parti’li kadrolar ve destekçisi yorumcularda da başladı: “Açılımla çok şey değişti, hala ne istiyorlar?”
İki farklı siyasi uçtan insanların son zamanlarda paralel bir söylem ve dil tutturdukları alanlardan bir tanesi de Kürt meselesi.
BDP’ye çok şey söyleyebiliriz. Söylemeliyiz, eleştirmeliyiz ve önermeliyiz de. Meclisi boykot tutumuyla zirve yapmış sivil siyaseti yeterli ve doğru kullanamamaları, yeni bir dil üretememeleri, vesayetten kurtulamamaları, inisiyatif geliştirememeleri, vs.
PKK’ya da çok şey söyleyebiliriz. Şiddeti temel politika olarak hala geçerli sanmaları, silahsız sivillere de saldırılar yapmaları, arkaik ideoloji ve politikalara takılı kalmaları, değişen dünyayı ve Türkiye’yi okuyamıyor olmaları, başkalarının taşeronu olmayı Kürt halkının dertlerini kendine mesele edinmeyle ne alakasının olduğu, son iki ayda yapılanların barışa mı savaşa mı yaradığı, vs.
Peki, 13 milyon sade Kürt vatandaşımıza ne diyeceksiniz? Kürt siyasetçilere ama asıl ülkenin iktidarı, daha üç ay önce yüzde 50 oy almış Ak Parti ve hükümet için bence temel soru bu.
Geçmişte olanları sırtına yıkabileceğimiz (hepimizin kendi siyasi fikrine göre farklı) bir sürü suçlu, zanlı, asker, politikacı vardı ve bu hepimizi rahatlatıyordu belki. Ama daha iki yıl önce olan şu aşağıda Radikal gazetesinde Eyüp Can’ın yazısından alıntıladığım haberi okuyan, bilen, yaşayan Kürt vatandaşımıza ne söyleyeceğiz?
“Van’ın Buğullukaynak Köyü yakınlarında 7 Ekim 2009 tarihinde çıkan çatışmada 3 teröristin ölü olarak ele geçirildiği duyurulmuştu. Ancak olaydan bir süre sonra Van Cumhuriyet Başsavcılığı’na gelen bir mektup olayın seyrini değiştirmiş… İşte bir komandonun vicdan azabıyla yazdığı o mektup:
“Operasyona katılmış birisi olarak vahim bir olayı size iletmeyi hem vicdanen hem de kanun açısından bir görev biliyorum. İki terörist evinde kaldıkları M.E.A’nın oğlunu yanlarına alarak kaçmaya başladı. Takip ettik. Köyden 2 kilometre uzaklıkta bir dere kenarında kıstırdık. Keskin nişancılar uyarı ateşi yaptı. Operasyonu yürüten Yüzbaşı Murat Yıldırım, megafonla terör örgütü mensuplarına teslim olma çağrısı yaptı. Onlar da ellerini başının üzerine koyarak teslim oldu.
Yere yatırdık ve Van Jandarma Alay Komutanı Kurmay Albay Vecihi Halil İyigün’ün gelmesini bekledik. Albay İyigün olay yerine geldikten sonra teröristleri teslim alan komandoların geri çekilmesini emretti. Sonra kendisiyle gelen Jandarma Özel Timleri’ne infaz emri verdi. 50 metre uzaktan uzun namlulu silahlarla üç kişi öldürüldü. İyigün, sağ yakalandığı halde öldürülme emri vermesini bize şöyle bir konuşma yaparak açıkladı: ‘Bu dağlar bizden sorulur. Sizi tebrik ediyorum, bu teröristler çok ocaklar söndürdü, çok can yaktı. Hapse göndersek sonra çıkıp yine dağa gideceklerdi…’ Arkasından olaya çatışma süsü vermemiz için silahlarını teslim eden iki terörist ve yanlarında kaçırdıkları 17 yaşındaki gencin eline silah tutuşturmamızı emretti… ”
Şuraya gelmeye çalışıyorum: Kürt vatandaşımızın güvenini kazanmadan, onun derdini doğru dürüst tanımlamadan Kürt meselesini çözemeyiz. Yukarıdaki olay benzeri yüzlerce, binlerce devlet zulmü görmüş, duymuş, bizzat yaşamış Kürt vatandaşın “bu kez çözülecek galiba” dedirtecek şeyler yapıp, psikolojik eşik aşılmadan hiçbir şeyin yapılmayacağını hala anlamamış olmaya şaşıyorum.
Kürt vatandaşın belleği devlete güvensizliğini besleyen binlerce yaşanmışlıkla dolu iken şimdi iktidardan veya aydınlardan gelen yeni söylemin ve dilin Kürtler indinde inandırıcı bulunması için bir sebep var mı?
Dönüp, dolaşıp yeni sosa bulanmış eski paradigmalara ve zihniyete teslim olduğumuza göre galiba doğru başlangıç şu: Belki de sakince ve en baştan “Kürt meselesi nedir” sorusuna cevap üretmeli ve yeni bir tanım yapmalıyız.
Bunun da yolu yeni bir dil üretmeliyiz. Çok sade, basit bir soru: “Barış” kelimesi sizin için ne ifade ediyor?” İkinci soru, lütfen empati yapmaya çalışarak cevaplayın: “Barış kelimesi sade bir Kürt vatandaşı için ne ifade ediyor?”
Cevaplarınızı kağıda alt alta yazın ve bakın ikisi de aynı anlama mı geliyor? Muhtemelen Denizli’deki benim Sünni Müslüman, Türk babam için barış demek, ölenlerin, şehit haberlerinin olmadığı, silahların sustuğu gün demek. Sizce Diyarbakır’daki Kürt vatandaşımız için bu yeterli mi? Yukarıda olay benzeri şiddete ve baskıya muhatap ve tanık olan, kendi dilinden mahkemede konuşamadığı (unutmayın hala bir milyonun üzerinde Kürt yurttaşımız Türkçe bilmiyor), kendini ikinci sınıf vatandaş olduğunu hissettiren türlü gündelik uygulamayla karşı karşıya olan insanlar ile benim babamın “barış” kelimesine yüklediği anlam farklı.
O nedenle gelin en baştan başlayalım, yeni bir sözlük oluşturmayı ve yeni bir tanım yapmayı hedefleyerek soralım: Kürt meselesi nedir?