05 Temmuz 2010

Siyasi aktörlerin çatışma eksenleri

Olan biteni anlamaya ve siyaseti analiz etmeye çalışırken genellikle sade vatandaş üzerinden baksam da...

Olan biteni anlamaya ve siyaseti analiz etmeye çalışırken genellikle sade vatandaş üzerinden baksam da bu kez siyasi aktörler üzerinden bakmaya çalışacağım. Hele de bu yazıyı kritik Anayasa Mahkemesi kararı öncesi yazınca, bu yaklaşım zorunlu gibi geliyor bana.
Elbette hepimiz mutabıkız ki ülkedeki siyasi aktörler yalnızca partilerden ibaret değil. Anayasa Mahkemesi, Genelkurmay, etkileri ve ışıkları son zamanlarda azalmış olsa da üniversiteler ve akademik camia, barolar ve sendikalar başta olmak üzere yarı sivil kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri de birer siyasi aktör. Ve elbette ülkenin egemenleri olan büyük sermaye, medya ve bazı cemaatler de oldukça güçlü ve etkin birer siyasi aktör günümüzde. PKK’da önemli bir aktör bu ülkenin siyasi hayatında. 
Siyasi aktörler arasında hem müthiş gerilimli ve çatışmacı bir kutuplaşma hem de görünürde müthiş bir iktidar kavgası var. Görünen o ki bu kutuplaşma ve iktidar kavgası içinde hemen her türlü yol, yöntem ve ittifak meşru görülüyor ve rasyonalize ediliyor. O nedenle görünür gerilim ve kavga, Ak Parti iktidarının her ne pahasına olursa olsun sürdürülmesiyle yine her ne pahasına olursa olsun iktidarın düşürülmesi ekseninde sürdürülüyor.

Çatışma Ak Parti iktidarı üstüne görünüyor ama…
Fakat daha dikkatli bakınca bu kavganın altında iki farklı eksen ve bu eksenlere göre siyasi aktörlerin farklı konumlanmaları var.
Küçük grafikteki çizimle derdimi anlatmaya çalışayım. Birinci eksen “statüko - değişim” ekseni, ikinci eksen ise “halkın talebi ve oyuyla – halka rağmen” ekseni. Siyasi aktörlerin içinde bazıları, doğrudan statükodan yana ve bu statükonun halkın taleplerine ve oyuna rağmen bile olsa sürdürülmesinden yanalar. Örneğin gerekirse darbe yapabilme planları yapanlar ve bazı büyük sermaye burada pozisyon alıyor (grafikteki A alanı). Onlar için halkın talebinin de değişen hayat, Türkiye ve dünyada önemli değil. Onların kendi pozisyonlarını, güçlerini ve iktidarlarını sürdürebilmek için her türlü yolu kullanma arzuları hala dipdiri olarak hayatta.
Var olan statükonun artık sürdürülemeyeceğini gören, örneğin 12 Eylül Anayasası değişmeli diyen, değişimden yana olan bir kesim var (grafikteki D alanı). Kendini burada konumlamış fakat hem değişimi isteyen hem de değişimden korkan aktörler buradakiler. Çünkü onlar ülkenin en eğitimli, en dışa dönükleri, fakat hayat tarzları üzerinden hissettikleri tehdit algısı o kadar büyük ki “halka rağmen statüko” diyenlerle ittifak içindeymiş gibi duruyorlar.  Hayat tarzlarını ve laikliği korumak adına, giderek bilerek ya da bilmeyerek, halka karşı bir pozisyona düşüyorlar. Üstelik jakobenler de. Bu eğitimsiz halkın, kendine rağmen değiştirilebileceğine ve hatta bunun zorunluluk olduğuna inanıyorlar. 
Statükonun iktidar ve güç merkezine halkın oyuyla gelenler ve orada kalmak isteyenler var.
İktidarın Kürt meselesi benzeri çok temel bazı konularda burada pozisyon aldığını düşünenlerdenim ben. Yeni güç dağılımının gerektirdiği değişiklikleri, gerçek değişimmiş gibi sunan, değişim ve demokratikleşme taleplerini kendince ve kendine kadar değişim ve demokrasi olarak yorumlayan Ak Parti ve bazı yandaşı olan yeni sermaye grafikteki B alanında konumlanıyor.
Sayıca ve siyasi güç olarak da en az ve en güçsüz olanlar ise grafikteki C alanında konumlanan gerçek demokrat ve gerçek değişimciler. Ne yazık ki bu alanda henüz taleplerin temsilcisi olan çağdaş, demokrat bir parti ve siyasi merkez yok.

Ne olduklarından çok ittifakları önemli
Bizim siyasetimizin garabeti bu konumlanmalardan çok, ittifaklarda yatıyor. Örneğin D alanındaki tepeden inmeci değişimciler halka rağmen statükocuları (A’dakileri) kendilerine doğru çekeceğine bu hareket tersine çalışıyor, onlar da B alanına doğru kayıyorlar. Aynı şekilde demokrat değişimciler (C alanındakiler) halkoyuyla statükocuları (B’dekileri) kendilerine doğru çekeceklerine kendileri B’ye doğru kayıyorlar. A ve B alanındakilerin iktidar kavgası tüm siyaseti ele geçiriyor.
Dediğim gibi görünür kavga ekseni Ak Parti iktidarını sürdürmek veya kurtulmak olduğu için de, son birkaç aydır kavga oldukça sert geçiyor. Jakoben değişimciler de halka rağmen statükocular da şu anda Kılıçdaroğlu,  Anayasa Mahkemesi ve bunların yanı sıra görünür ya da görünmez her türlü doğal müttefike umut bağlamış durumdalar. Böyle kerameti kendinden menkul çözümlerin peşinde koşacaklarına biraz da CHP’yi değiştirmeye uğraşsalar başarı şansı daha yüksek hâlbuki. Kılıçdaroğlu ve CHP ise bu görünür ve görünmez müttefiklerin operasyonlarının sonucunu beklemeyi tercih etmiş görünüyor. Olayların gidişatının bir kaderin cilvesi olarak, iktidarı kendilerine getireceğine inanarak, değişmeden, eski politik söylemleriyle, yalnızca bekliyorlar.
Hâlbuki tüm siyasi hesapların, planların, komplo teorilerinin hangisinin geçerli olacağına ve hangi oyunun sahne alacağına karar verecek olan tek bir güç var: Halkın kendisi. O nedenle siyasi aktörlerin neler yaptığından daha çok, yapılanları 50 milyona yakın seçmenin nasıl algıladığı ve nasıl değerlendirdiği önemli bence.
Bizim gibiler içinse asıl uğraşılması gereken, değişimci, demokrat, çağdaş bir siyasi merkezin inşası. Yoksa bu gerilim eksenlerinden birine mahkûm kalmak, yeterince ızdırap verici.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"