19 Şubat 2024

Seçim yapmıyoruz kimlikleri sayıyoruz

Sağ-sol ya da milliyetçilik, karşı karşıya olduğumuz durumu açıklamaya yetmiyor. İlk önemli açıklayıcı unsur Erdoğan yandaşlığı-karşıtlığı. O nedenle iki blok arasında oy geçişkenlikleri neredeyse yok. Seçmen gidişata, hanenin geçimine, ekonomik krize bakarak etkileniyor, parti aidiyeti ya da sadakati azalıyor olsa da bu iki blok arasında hareket etmiyor, blok içindeki bir başka partiye yanaşıyor

 

Ülke siyasetinde geniş bir sağ-muhafazakar-milliyetçi koalisyona doğru gidildiğine dair öngörümü geçen hafta yazmıştım. Çok partili seçim sistemine geçildikten bu yana yapılan tüm seçimlerde partilerin kendilerini tanımlayışları üzerinden sağ-muhafazakar-milliyetçi partilerin oy toplamının ortalama yüzde 65, sol-seküler partilerin oy toplamının ortalama yüzde 25, Kürt siyasi hareketinin temsilcisi partilerin de ortalama yüzde 10 mertebesinde oldukları bir tablo karşımızda.

Yapılan 20 genel seçimin sonuçlarından hesapladığım bu tablo ilk bakışta bir şeyleri açıkladığı izlenimi veriyor. En azından benim muhafazakarlar-sekülerler-Kürtler şeklinde kodladığım 3 Türkiye ile karşı karşıya olduğumuz tezimi güçlendiriyor.

Öte yandan ülkenin siyasetinde yaygın bir sol-sağ ekseni üzerinden tanımlama ve pozisyonlama var. Bu eksik ve yanıltıcı. Türkiye siyasetini evrensel ve geleneksel sağ-sol ikilemi üzerinden değerlendirmek yanlış.

Bu konuda siyasi tarihimizde ve literatürde oldukça kapsamlı tartışmalar, çalışmalar, tezler var. Siyasi hareketler ve aktörler üzerinden bakıldığında iki ana damar var ama o damarların birisine “sol” demek mümkün değil, özellikle de CHP’ye. Kaldı ki CHP’yi 100 yıllık tarihinde tek bir tanım ve pozisyonla tanımlamak da mümkün değil. Farklı dönemlerde farklı CHP’ler var. İnönü’nün CHP’si ile Ecevit’in CHP’sini, hele Baykal’ın ve ardından Kılıçdaroğlu’nun CHP’lerini aynı saymak, değerlendirmek doğru değil. Ama hiçbiri için CHP’nin sınıf siyaseti yaptığını ve sol olduğunu söyleyemeyiz. CHP değerlendirme ve tartışmasını başka bir yazıya bırakarak devam edelim.

Ekonomik kalkınma ve modernleşme

Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Türkiye’nin iki temel hedefi var; ekonomik kalkınma ve toplumsal dönüşüm, modernleşme. Çok partili siyasi hayata geçildiği andan itibaren siyasetin şekillendiği görünüş ve söylemdeki temel gerilim bu iki hedefi sahiplenmek üzerinden yürümüş. Bir grup parti kalkınma hedefini sahiplenmiş diğer grup parti de toplumsal dönüşüm ve modernleşme hedefini. İki hedefi birden sahiplenen güçlü bir siyasi hareket oluşmamış. Hala da öyle.

Seçmen sağı-solu nasıl algılıyor?

 

KONDA Veri Ambarı’ndaki bulgularda 2006-2022 arası 10 farklı araştırmada sormuşuz; “Kendinizi siyasi görüş olarak sol-sağ ekseninde nerede tanımlarsınız?” Elbette bulguların ya da insanların cevaplarının kendi anladıkları ve tanımladıkları sol-sağ üzerinden olduğunu, o nedenle anlaşılan ve ifade edilenin teoriyle tutarlılık içinde olduğunu iddia edemeyiz. Bulguları değerlendirirken bu notu da akılda tutmak gerek.

Araştırmalar ve yıllar arasında küçük farklılıklar olsa da ortalama tablo şu: Kendisini sol ve ortanın solu olarak tanımlayanlar yüzde 20, sağ ve merkez sağ olarak tanımlayanlar yüzde 33, merkez diyenler yüzde 12, bu eksendeki pozisyonlar beni tanımlamıyor diyenler de yüzde 35.

Soruyu farklılaştırarak “1-10 ölçeğinde 1 sol, 10 sağ olarak düşündüğünüzde kendinizi nerede konumlandırırsınız” diye sorduğumuzda ise toplumu ortalama 5.5 puan ile çok az farkla sağa çeken merkez pozisyon olarak buluyoruz. Ak Parti’ye oy verenler bu ölçekte ortalama 7.8, MHP’liler 8, İyi Parti’liler 6 ortalama puanla sağcı, CHP’liler de ortalama 3 puanla solcu pozisyonu kendilerine layık görmüşler.    

Ak Parti’ye oy veren seçmenlerin yarısı kendisini sağ olarak görüyor, diğer yarısı merkez ve bu eksenin dışından kendini tanımlıyor. MHP seçmenlerinde ise kendini sağ olarak tanımlayanlar üçte ikilere çıkıyor. CHP seçmenlerinde sayılar terse dönüyor, CHP seçmenlerinin yarıdan fazlası kendini sol olarak diğerleri de merkez ve eksen dışından tanımlıyor.

Seçmen davranışı literatüründe oy verme davranışına etkisi olan unsurlara baktığımızda hanenin ekonomik geçim durumu, eğitim seviyesi, kişinin siyasal değerleri, hayat tarzı, etnik kimliği, dini inancı, ailenin etkisi gibi bir dizi etki unsuru saymak mümkün. Seçmenlerin kendilerini değerlendirmeleri için bu unsurların siyasi tercihlerindeki etkilerini sorduğumuzda yine KONDA bulgularıyla, siyasal değerlerim diyenler yüzde 65, hayat tarzım diyenler yüzde 62, hanenin ekonomik durumu diyenler yüzde 61, etnik kimliğim diyenler yüzde 32, dini inancım diyenler yüzde 32, ailemin görüşleri diyenler de yüzde 28 oranında.

Bulgulara farklı demografik ve kültürel kümelere göre ayrıştırarak baktığımızda, aile görüşlerinin ve etnik kimliğin Kürtler arasında Türklere göre daha belirleyici olduğunu görüyoruz. Sünniler Alevilere göre oy tercihinde din/mezhebe daha çok öncelik veriyorlar. Dindarlık seviyesi arttıkça, din/mezhep, etnik kimlik, aile görüşlerine verilen öncelik artıyor. MHP’liler arasında etnik kimliğin, Ak Partililer arasında inanç ve aile görüşlerinin CHP ve İyi Partililer arasında ekonomik durum, siyasal değerler ve hayat tarzlarına verilen öncelik dozunun diğer parti tabanlarına kıyasla görece daha etkili.

Bulguları değerlendirirken bu seçmen kümelerinin demografik özelliklerine bakıldığında CHP seçmenleri sosyoekonomik bakımdan görece daha gelişmiş kümede, eğitim ve gelir seviyeleri görece yüksek, daha çok beyaz yakalılar, kentliler, gündelik yaşam pratikleri bakımından daha seküler görüntü veriyorlar. Ak Parti ve MHP seçmenleri ise bu ölçütlerden bakıldığında daha az eğitimli, daha yoksul, daha fazla ilçe ve kır kökenli, daha çok mavi yaka, çiftçi ve marjinal sektör çalışanları.

Şunu söylemek mümkün, bulguların da ima ettiği gibi seçmen gözünde siyasi oy tercihleri sınıfsal pozisyonlardan oluşmuyor. Anlaşılıyor ki aktörler sınıfsal pozisyonlardan beslenen bir siyaset yapmıyorlar, seçmen de meseleyi buradan görmüyor.

En azından KONDA araştırmalarının gösterdiği Türkiye’de genellikle, yoğun olarak da son on yıldır seçmen tercihleri seçmenlerin bir partiye hissettikleri olumlu duygularından, partiye sadakatlerinden ya da sınıfsal konumlarından kaynaklanmıyor. Dikkat çekici biçimde tercihler diğer siyasal partilere hissettikleri negatif duyguların dozundan şekilleniyor. Bir diğer deyişle, pek çok seçmenin oy verme davranışını bir parti ile kurdukları pozitif ilişkilenme kadar, diğer partilere yönelik negatif tutumları belirliyor.

Yine KONDA’nın gerçekleştirdiği “negatif kimliklenme” araştırmalarının bulgularına göre, kabaca seçmenin yüzde 60’ı CHP’ye, yüzde 80’i Kürt siyasetinin temsilcisi partilere oy vermeyeceğini söylüyor. Ak Parti’ye ve MHP’ye oy vermem diyenler de yüzde 60’lar mertebesinde. 

O negatif tutumları belirleyen unsurları anlamak, anlamlandırmak için de sağ-sol ekseni kolaycılığından daha derin ve çeşitli çalışmalar, araştırmalar yapmak gerekiyor.

Milliyetçilikte tüm partiler birbirine eşit

Sağ-sol ekseninin sağladığı kolaycılık, ezber kadar bir başka seçmene, topluma dair ezber ve kolay tanımlama milliyetçilik meselesinde de gözleniyor.

Yine KONDA Veri Ambarı’ndaki bulgulara referans vereyim. “Kendinizi ne derece milliyetçi gördüğünüzü 1 ile 10 arasında bir puan vererek söyler misiniz” sorusuna verilen puanlar üzerinden kümeleme yapıldığında, seçmenin yüzde 66’sı kendisini “milliyetçi” (7-8-9-10 puan), yüzde 23’ü “mahcup milliyetçi” (4-5-6 puan) görüyor, yüzde 11’i de “anti milliyetçi” (1-2-3 puan) diyebileceğimiz bir pozisyonda.

Bu puanlamayı farklı siyasi tercihlere göre hesapladığımızda ise ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. MHP’lilerin ortalama puanı 8.84, Ak Partililerin 7.65, CHP’lilerin 7.67 gibi neredeyse hepsinin benzer pozisyonda olduklarını görüyoruz.  Toplumun genel ortalama puanı ise 7.33… Bekleneceği gibi MHP tabanı milliyetçilik bakımından en önde dururken Ak Parti ve CHP tabanlarının milliyetçiliği aynı seviyede seyrediyor. Anlaşılıyor ki seçmenin parti tercihlerine göre milliyetçilik ton ve dozu değişmiyor. Demografilere göre bakıldığında ve hatta siyasi tercihlere göre bile bakıldığında küçük doz farkları olsa da tüm demografik, kültürel ve ekonomik kümelerde milliyetçilik ülke ortalaması seviyelerinde dolaşıyor. Hatta yaş, eğitim ve gelir seviyesi yükseldikçe milliyetçilik görece yükseliyor.

Ama milliyetçilik meselesinde bir farklılık var. Yukarıda sağ-sol meselesinde değindiğim gibi sağ-sol eksenindeki pozisyonlanma yıllar içinde çok küçük araştırma farklılıkları dışında kayda değer bir değişiklik göstermiyor. Ama milliyetçilik pozisyonlanması güncel bazı olaylara göre değişiyor. Suriye’de, Irak’ta askeri harekatlar sırasında, şehit haberleri geldiğinde, terör saldırıları, dış politikada bazı gerilimler öne çıktığında, diğer ülke siyasetçilerinin Türkiye aleyhine söylemleri gündeme geldiğinde milliyetçi duyarlılık ve milliyetçilik puanları yükseliyor. Gündemde bu türden vakalar, gelişmeler olmadığında geriliyor ama hiçbir zaman da ortalama milliyetçilik puanı 10 puan üzerinden 7’nin altına düşmüyor. 

Türkiye seçmeninde milliyetçilik bir fikir değil duygu hali. Milliyetçilik bizde aidiyet, onur, gurur gibi olumlu duygulardan çok kaygılardan, korkulardan beslenen tepkisel bir duygu hali. Üstelik bu duygu hali Kürtler hariç tüm seçmen kümeleri içinde de ortak hareket ediyor. O nedenle AK Partililerle CHPlilerin ortaklaştığı biricik alan da milliyetçilik.

Yani oy tercihlerindeki farklılıkları milliyetçilik değil ardındaki duygulardaki farklılaşmalar açıklayıcı olabiliyor.

Sağ-sol ya da milliyetçilik gibi kolay şemalar siyasi zeminde karşı karşıya olduğumuz durumu açıklamaya yetmiyor. İlk önemli açıklayıcı unsur siyasi kutuplaşmanın iktidar yandaşlığı-karşıtlığı boyutu ki bu boyut da Erdoğan yandaşlığı-karşıtlığına dönüşmüş durumda. O nedenle bu iki blok arasında oy geçişkenlikleri neredeyse yok denecek kadar düşük. Seçmen gidişata, hanenin geçimine, ekonomik krize bakarak etkileniyor, parti aidiyeti ya da sadakati azalıyor olsa da bloklar arasında hareket etmiyor, blok içindeki bir başka partiye yanaşıyor.

Seçmen tercihlerine odaklanıp daha da derinleşerek neden, niçin sorularına cevap aradığımızda sınıfsal pozisyonların değil, son yıllarda artan biçimde kültürel kimliklerin, etnik ve dini aidiyetlerin daha güçlü belirleyici olduğunu görüyoruz. Bu iki ana etken nedeniyle de seçim yapmıyoruz, önce kutuplaşmadaki pozisyonlarımızın sonra da kimliklerimizin sayımını yapıyoruz, tekrar ve tekrar.

Kutuplaşma iki uçlu bir eksen üzerinden açıklanabiliyor belki. İktidar yandaşları-karşıtları, Türk-Kürt veya Sünni-Alevi gibi iki uçlu eksenler baktığımız, tartıştığımız kümeye veya meseleye göre açıklayıcı olabiliyorlar. Ama fotoğrafın ana karakterini veren bu sadeleştirilmiş ikilikler değil üçlü, dörtlü çok köşeli haller.

Fotoğrafın bir başka karakteristiği iki uçlu açıklamalar köşelerin birbirlerinin antitezi gibi duruşları üzerinden iken çoklu eksende her bir köşe diğerlerinin antitezi değil. Ya da durumu simetrik değerlendirmeler eksik veya yanlış. Her köşenin kendi meramı, derdi, önceliği var ve bunlar birçok meselede diğer köşelerin anti tezi olmayabilir.

İki boyutlu bir düzlemden değil üç boyutlu uzaydan bakınca Türkiye toplumunu ve seçmeninin tutum ve davranışlarını açıklamakta oldukça güçlü üç eksen var. Birincisi sosyoekonomik gelişmişlik, ikincisi etnik kimlik, üçüncüsü de dindarlık seviyesi. Bu üç boyutlu uzayda konumlanmalarda her bir farklılaşma yalnızca toplumsal konumu değil siyasi tercihi de sağ-sol eksenindeki pozisyonunu da milliyetçilik dozundaki değişimi de açıklıyor.

Tüm bu karmaşık gibi görünen, anlatabilmek için kolay açıklamalar, şablonlar aradığımız fotoğrafın bir karakteri daha var. Toplumun siyasi tercih dağılımlarında ve kimliklerde değişim olmuyor görüntüsüne karşın tüm değerlerinde, gündelik yaşam pratiklerinde, sosyoekonomik seviyelerinde değişimler bakımından oldukça dinamik bir toplum içinde olduğumuzu da unutmayalım.

Eğer durum buysa, neden siyasi zeminde yeni bir sağ koalisyon eğilimi var? Böyle bir siyasi dinamik ve gelişmeler ülke için risk mi fırsat mı? Bu dinamik ve gelişmelerin toplumdaki karşılığı ne ve bu karşılık toplumsal beka, toplumsal esenlik için ne tür riskler, fırsatlar barındırıyor? Gelecek hafta devam edelim. 


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Yazarın Diğer Yazıları

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

Hepimizin meselesi: Kürt meselesinde yeni bir aşama mümkün mü?

Kürt meselesi temelde devletin yeniden yapılandırılması, demokratikleşmesi, yargının baştan aşağı yenilenmesi, çok kültürlü ve kimlikli toplumsal yaşamın kuralları ve yapılarının tanımlanması gibi pek çok başlıkla birlikte tartışılmalı. Bu konular Kürtüyle, Türküyle ve her türlü kültürel, toplumsal, siyasal ve bireysel kimlik farklılıklarıyla hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü eski kurallar yalnız Kürtleri değil, çoğunluğa dâhil olmayan her türlü kimliği yok saymaya dayalı

"
"