30 Haziran 2014

Seçim rallisinde 2. etaba girilirken Erdoğan ve AK Parti için senaryolar

Bir bakıma Erdoğan da Gül de birbirine bağımlılar. AK Parti de ikisine

Seçim rallisinin Cumhurbaşkanlığı etabı adayları belli oldu artık. Dünkü Abdullah Gül’ün açıklamasından sonra yarışın Recep Tayyip Erdoğan, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş arasında olacağı anlaşılmış oldu.

A.Gül’ün açıklamaları ne anlama geliyor? Gül Ak Parti’nin geleceğinden söz sahibi olmak istediğini açıklamış oldu. Aslına bakılırsa baştan beri kamuoyundaki ve özellikle Erdoğan yandaşlarındaki beklenti ve Gül’ün siyasi geleceğine dair ima edilenler yanlıştı.

Bir süredir Erdoğan yandaşlarınca bir kamuoyu algısı oluşturulmaya çalışılıyor. İma edilen, Erdoğan’ın hem halkın oyu ile seçilecek Cumhurbaşkanı olması hem de siyaset tarzı nedeniyle fiilen yarı başkanlık sistemine dönülmüş olacağı. Her şeye müdahil bir Cumhurbaşkanı algısı şimdiden yaratılmaya çalışılıyor. Ama bu yayılmaya çalışılan görüş birkaç nedenden sorunlu idi.

Birincisi, sistem Başbakan ve yürütme üzerine kurulu. Cumhurbaşkanı hemen tüm yetkilerini ya Meclis ya Hükümet ile paylaşıyor. Teklifin hükümetten, yasanın Meclis’ten gelmesi gerekiyor. Üstelik Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu yok. Sorumluluk ya Meclis’te ya da hükümette. Halkın oyu ile seçilmenin getirdiği siyasal güç ile anayasal güç farklı şeyler. Böyleyken siyaset tarzını bildiğimiz Erdoğan elbette sistemi zorlayabilir, zorlamak isteyebilir ama yapabileceklerinin sınırı var. Zorlamaların üreteceği gerek siyasi kavgaları gerekse de anayasal kurumlar arası gerilimleri ve bunların siyasi sonuçlarını kim göğüsleyecek?

Elbette Ak Parti. O durumda da ikinci neden ya da soru gündeme geliyor. Erdoğan’ın ima edildiği gibi Cumhurbaşkanlık yapabilmesinin iki önkoşulu var. İlki yeni Ak Parti lideri ve Başbakan olan kişinin buna uygun, biraz da karizması ve liderlik iddiası düşük birisinin olması. İkincisi de Ak Parti’nin Haziran 2015’de bugünkü gücünü, oy oranını koruyor olması. Ak Parti’nin yeni liderine biçilen bu iki misyon birbiriyle çelişik.  Düşük profilli bir başkan ve Başbakan tayin etmekte sorun yok. Ama bu düşük profilli başkan ile Ak Parti Haziran 2015 seçimlerinde nasıl bugünkü gücünü koruyabilecek? Tartışmalarda Erdoğan yandaşlarının ima ettiği Anayasa değişikliği ile Başkanlık sistemine geçişi sağlayacak Ak Parti gücünün en az yüzde 50 oy olması gerekir ki düşük profilli başkanla bu nasıl mümkün olacak? Haziran 2015’te Ak Parti’nin iktidarı kaybetmesi ya da iktidarı çok az bir oy farkıyla sürdürebilmesi hallerinde Erdoğan ima edilen yarı başkanlığı hükümete ve seçmene rağmen nasıl sürdürebilecek?

Bu nedenle Erdoğan’ın adaylığının açıklanmasını geciktiren şey Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı arzu ve niyetini sorgulaması değil yukarıda not etmeye çalıştığım paradoksu henüz çözememiş olması.

Buradaki bir başka risk de ima edilen güç kullanımı ve bunun üreteceği siyasi gerilimlere seçmenin Haziran 2015 seçimlerinde nasıl tepki vereceğinin hesaplanamıyor olması.

Erdoğan’ın kafasındaki çözüm belki Ahmet Davutoğlu idi. Fakat Davutoğlu’nun iki handikapı var ve zaman ilerledikçe bu handikaplar aşılması zor eşiklere dönüşüyor. Birincisi artık Ak Parti örgütünde ve seçmeninde bile sorunlu hale gelmiş olan Orta Doğu, Suriye politikaları ve özellikle IŞİD meselesi.  Orta Doğu’da ilkesel olarak doğru gibi görünse bile izlenen politikaların, kurulan ittifakların sorunlu olduğu, en azından bölgede neredeyse etki alanımızın başta iddia edilenden de geri olduğu açık. İkincisi de inandırıcılık sorunu. Yeni başkan ve Başbakan ile birlikte Avrupa Birliği ve dış politika konusunda bazı rota değişiklikleri gerekiyor. Rota değiştirmek ya da düzeltmek kadar yeni rota konusunda Türkiye’nin ve hükümetin AB’ye ve dünyaya karşı inandırıcı olması da gerekiyor. Davutoğlu’nun kendi yarattığı ve Erdoğan’ı da inandırdığı kağıt üzerindeki illüzyonun gerçek hayatta sonuna gelindiği gibi Davutoğlu kendi inandırıcılığını da hem içte hem dışta giderek kaybediyor.

Tüm bu unsurlar bir arada düşünüldüğünde Erdoğan için de Ak Parti için de başta varsayılandan daha güçlü bir başkana, Başbakan’a ihtiyaç var. Bu da Erdoğan’ın siyaset tarzı gereği şimdiye kadar ki Cumhurbaşkanlarından daha aktif ve etkin olması ama yandaşlarının ve adamlarının ima ettiği gibi de yarı başkanlık falan olmayacağını kabul etmesi anlamına gelir. Yani Erdoğan Ak Parti ve yürütme üzerindeki gücünü paylaşmak zorunda kalacak.

Tüm bunları dikkate alınca A.Gül hala oyunda. Muhtemelen 28 Ağustos veya takip eden bir-iki gün içinde Ak Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu parti tüzüğünün 78. maddesince üyelerinden birini genel başkanvekili seçecek ve yeni genel başkanı seçmek üzere büyük kongrenin olağanüstü toplanma tarih, yer ve zamanını kararlaştırıp ilan edecek. Ki bu süre yine aynı tüzük maddesince en geç 45 gün olarak tanımlı. Yani Eylül son haftasında veya Ekim ilk haftasında Ak Parti Kurultay yapacak ve Gül aday olacak.

Gül’e rakip çıkar mı? Gül seçilse bile Haziran 2015 seçimlerini mi beklerler yoksa erken seçim mi olur? Henüz bunları kestirebilmek olanaklı değil. Senaryonun böyle çalışabilmesinin hala tek koşulu Erdoğan ile Gül’ün yeni siyasi rol paylaşımında, rollerini oynarlarken ki siyaset tarzlarında bir mutabakat üretebilmelerine bağlı. Bir bakıma ikisi de birbirine bağımlılar. Ak Parti de ikisine.

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"