12 Mayıs 2011

Kişiselleşen siyaset

Geçen yazıda seçim sürecine ve genel olarak da siyasete dair iki gözlemimi yazmıştım...


Geçen yazıda seçim sürecine ve genel olarak da siyasete dair iki gözlemimi yazmıştım. Artık partiler kurumsal ve örgütlü yapılar değil, liderler var. Ve yine benzer yaklaşımla sınıflar, zümreler, kesimler, kültürel gruplar yok yalnızca, birey olarak seçmenler var. Yani siyaset giderek kişiselleşiyor, daha doğrusu siyaset partiler tarafından kendi varoluşlarına da aykırı biçimde kişiselleştiriliyor. 
Elbette bu eğilim yalnızca bu seçim sürecinde ortaya çıkmadı. Uzun zamandır siyaset dünyasının örgütlenme ve siyaset yapma tarzı ve şimdi de seçim sürecindeki kampanyalarda tercih ettikleri stratejiler siyaseti bu noktaya getirmiş görünüyor.  
Bu değişimin sonucu olarak da bireylerin oy tercihinin yalnızca lider ile seçmenlerin birebir siyasi ve duygusal etkileşimi ve iletişimi sonucu oluşacağı varsayılıyor. Hatta liderler, partiler ve kampanyaların kurmayları da bireyleri tüm ilişkilerinden kopararak, sorunları da kişiselleştirerek düşünmeye zorluyor ya da kendileri bireylerin böyle davrandığını ve düşündüğünü varsayıyor.  
Bu yaklaşımın en uç örneğini geçen hafta Başbakan’ın “artık bu ülkenin bir Kürt sorunu yoktur, fakat benim Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” söyleminde gördük. 

Partilerin tabanı homojen değil 

Siyasetin kişiselleştirilmesinin bir geri planı, örgütsel ve düşünsel tercihleri ve yapıları var. Bunların birincisi partilerin kendi iç örgütsel yapıları. Çok genel anlamda parti olarak tanımlanan örgütlenme, toplumun farklı kesimlerini farklı taleplerinin siyaset zemininde örgütlenmesi, temsili, diğerleriyle müzakere-ikna-uzlaşma süreçlerinde etkin olma çabasının ifadesi. Kitle partisi olmak, seçmenlerin çoğunluğunun oyunu alarak iktidara ulaşmak isteyen bir parti tek bir toplumsal taban ve talebe oturmaz. Parti denilen yapı, farklı taleplerin, farklılıkların temsilcilerinin ortak genel hedefe bağlı olarak bir arada oluşlarıdır aynı zamanda.  
Bu şekliyle de partilerin de homojen olmayan, iç farklılıkları ve ittifakları vardır. O farklılıkları bir arada tutan hayatı ve siyaseti anlamlandırdıkları ortak yaklaşımları, düşünsel arka planları ve ülkeye dair ortak hedefleridir.

Partiler gündelik hayattan kopuk 

Son otuz yıldır hayat, siyaset ve parti ritimleri, düşünce sistematikleri, dinamikleri, unsurları değişti. Zaman ve mekândan bağımsız çalışmaya başlayan hayat, üretim, örgütlenme, iletişim, etkileşim ve bu değişimin ürettiği sonuçları siyaset ve partiler okuyamadı. Eski usul örgütlenme yapıları ve siyaset tarzına sahip ve de bunlar da ısrarcı partiler gündelik hayattan koptular. 
Bu gündelik hayattan ve değişimlerden kopuşun üç sonucu oluştu. Birincisi partiler entelektüel anlamda yani bilim ve bilgiden beslenemez hale dönüştüler. İkincisi partiler insan kaynağı olarak da yeni ritmi, düşünme ve iş yapma tarzlarını içselleştirmiş yeni kuşaklardan insan kaynağı olarak beslenme yapamaz hale dönüştüler. Üçüncüsü de gündelik hayattan giderek koptular, bunun sonucu olarak da gündelik hayatın ve sade vatandaşın denetiminden kurtuldular.    

Profesyonel particiler ve yukarıdan aşağıya siyaset 

Bunların sonucu olarak da partiler ve siyaset profesyonel particilerin ve politikacıların eline kaldı. Ülkenin sorunlarından bağımsız, politika rantı ile beslenen ve var olan profesyonel particilerin ve politikacıların ağırlık kazanması “bir şey yapmayı” değil, “bir şey olmayı” öne koyan insanları ve zihniyetleri öne çıkardı. 
Giderek partiler, farklı taleplerin örgütlendiği ortak hedefi olan yapılar olmaktan farklı kişilerin bir arada oldukları yapılara, fikirlerin değil kişilerin önde olduğu yapılara dönüştü. Aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıya örgütlenme tercih edildi. Talepler değil, önce lider ve yönetici kadrolar ve programlar oluşturulup, bunların örgütlenmesine çalışıldı.  
Bu durumda yasalarca da varlıkları ve rolleri kuvvetlendirilmiş liderler öne çıktı. Yani sanıldığı gibi bu toplum lider takipçisi olduğundan, seçmenler kuvvetli lider istiyor türü siyaset efsanelerinden dolayı değil, örgütsel tercihleri ve siyaset tarzları nedeniyle lider partileri ağırlık kazandı. 

Seçim kampanyaları lider figürüne dayalı 

Seçim kampanyaları da bu sürecin sonucunda doğal olarak lider figürünü daha da öne çıkarıyor. Tüm farklı siyasi bakış, duruş ve parti imajı lider figürü üzerinden simgeleşiyor.  Üstelik bu durum seçim sürecinde Kürt meselesi, toplumsal dönüşüm, kadın meselesi, işçiler ve örgütlenme meselesi gibi birçok mayınlı alandan seçmenin kişisel olan sağlık, eğitim, askerlik gibi sorunları üzerinden yürütülüyor.  O hale gelindi ki, seçim beyannameleri, o beyannamelerin içinde olan yeni anayasa, Kürt meselesi gibi vaatler ve projeler bile neredeyse kullanılmıyor. Seksen yıllık parti kimliği ve imajı bile yok sayılıp yalnızca yeni lider figürü üzerinden tüm bir kampanya yürütülüyor. Seçim için aday listeleri bile örgütlü adaylar lehine değil, bireysel kariyer ve nitelikleri dikkate alınarak hazırlanıyor. 
Böyle olunca da Tayfun Atay’ın son yazısında belirttiği gibi siyaset ve kampanyalar, lider üzerinden, eğlencelik, seyirlik hale getirilmeye çalışılıyor. Bunun yolu da elbette şehvetli atışmalar, sözler, bağırışlar oluyor. Ya da bu seçim sürecinde yoğun biçimde gündemde olan kasetler ve kişisel ahlak tartışmaları öne çıkarılıyor.

Seçmen tüm bunlara ne diyecek?  

Sanılıyor ki, seçmenin oy tercihi büyük oranda, makarna veya kola tercihi gibi doğrudan televizyon reklamlarından veya mitingler gibi doğrudan pazarlama yöntemlerinden etkilenir. Bir önceki yazıda değinmiştim, benim tahminimce bu seçim sürecinde yuvarlak rakamlarla Ak Parti 350, CHP 150, MHP 100 milyon liralık bütçelerle kampanya yapacaklar. Eğer durum buysa seçim sürecinin son haftalarında ekranlarda, neredeyse telefon operatörlerinin reklam kapışmaları yoğunluğunda parti reklamlarına tanık olacağız demektir.  
Bu eksikli yanlış siyaset ve siyaset tarzı tanım ve tercihlerinin partileri nereye götüreceğini göreceğiz yakın zamanda. Özellikle seçim akşamı göreceğiz ve soracağız: Kaç puan oy için kaç liralık reklam yapıldı ve ne kazanıldı? Böylesi parti ve siyaset anlayışı bizi nereye götürecek?  
Gelecek yazıda da siyasetin kişiselleştirilmesi sürecinde ve gelinen noktada medyanın, özellikle yazılı medyanın rolünü tartışalım.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"