31 Mart 2011

BDP ve sivil itaatsizlik

BDP sivil itaatsizlik dediği bir eylemler dizisi başlattı. İlginç olan hemen her gün bir...


BDP sivil itaatsizlik dediği bir eylemler dizisi başlattı. İlginç olan hemen her gün bir kentte yapılan bu eylemler, eğer herhangi bir çatışma olmadıysa gazete ve televizyonlarda haber bile olamıyor, layığınca tartışılmıyor.
BDP bu eylemler dizisi için dört talep dillendiriyor: Seçim barajı, anadilde eğitim, her türlü operasyonun durdurulması ve siyasi tutukluların (KCK davasındaki) serbest bırakılması. Hemen söyleyeyim ki, Kürt meselesinin çözümü için bu dört talep de haklı ve meşrudur. Bunlar üzerinde neredeyse genel bir mutabakat da vardır. Sorun BDP veya iktidar dahil bu taleplerin nasıl ve ne zaman hayata geçirileceğine dair bir operasyonel plan ve projelerinin olmamasıdır. Bu somutlukta konuşulamadığı için de seçim barajı meselesi hariç “haydi konuşalım ve çözelim” niyetiyle parlamento toplansa hangi partinin hangi vizyon içinde, genel geçer laflar dışında, somut bir çözüm önerisi olmadığını gözlüyorum.

Şiddet dışı dil arayışı
Yine de BDP’nin bu eylemler dizisi anlamlıdır. Şiddet dışı her yöntem, her politika, her söylem doğası gereği umut vaat ediyor. Tam da artık “çözmemiz gerekir” dilinden “nasıl çözeceğiz” diline geçiş için şiddetten ve dilinden arınarak konuşmamız gerekiyor. 
Şiddeti bir siyaset yöntemi olarak benimseyenlerin ister devlet ister Kürt siyasi aktörleri arasında güçlerinin ve seslerinin eksiltilmesiyle ilgilidir mesele. Dolayısıyla yalnızca şiddet içermeyen bir eylem türünün seçilmesi ve yürütülmesi yetmez. Aynı zamanda şiddete, militarizme, şovenliğe itiraza da dayanması ve bunlara net karşı duran bir dil ve tutumu da içermesi gerekir. 
Çünkü ihtiyacımız, Kürt meselesine biraz da alışılmışın, gündelik siyasete hakim olan anlayış ve zihniyet kalıplarının dışından bakabilmektir. 
Çünkü ihtiyacımız, var olan “etki-tepki”, “o dedi-bu dedi”, “o yaptı-bu yaptı” kısır döngüsünden ve tuzağından çıkabilmektir. 
Çünkü ihtiyacımız, zihniyet ve algı kalıplarını aşabilmek kadar, siyasi müzakere zemininin bugünkü aktörlerini, var olan ortamın yaratıcılarını, sürdürücülerini de aktör olarak aşabilmektir. Akli ve siyasi hiyerarşilerin, otoriterlerin statülerini zorlamak ve aşmaktır gerekli olan koşullardan bir tanesi de.  Güvenlik bakışıyla ya da politik ağırlığının geleceğiyle ilgili pozisyon aldığı gerekçesiyle meseleyi asker dışında konuşmamız gerekiyor kanaatinde genel bir mutabakat var. Fakat benzer nedenlerle de Kürt siyasetinin PKK dilinden, gelecek kaygılarından kurtulmayı, en azından farklı bir dil arayışını hedeflemesi gerekiyor. Sorunun bugünkü haline gelişini etkileyen aktörlere göre geleceği biçimlendiremeyiz. Çünkü oradan mutabakat üretemeyiz. Sorunun veya bugünkü durumun içinden bakarak aktörlerini tanımak ya da teşhis etmek çözüm getirmiyor. Çözüm var olan aktörleri de aşabilmekten geçiyor. Kastettiğim o aktörleri yok saymak değil. Fakat çözümü yalnızca o aktörler üzerinden ve onların hakim dili üzerinden üretemiyoruz. 
Bu nedenle bile şiddet dışı bir yöntem olarak yapılmaya çalışılan anlamlıdır. Fakat yeterli değildir. Çünkü yöntem ve yönteme verilen isim ile içerik aynı değildir. 

Sivil itaatsizlik tanımı

Sivil itaatsizliğin teorik tanımı, Yakup Coşar’dan alıntıyla şöyledir: “Sivil itaatsizlik, şu ya da bu ölçüde adil ilişkilerin hüküm sürdüğü demokratik bir sistemde ortaya çıkan ciddi haksızlıklara karşı, yasal imkanların tükendiği noktada son bir çare olarak başvurulan, kendisine anayasayı ya da toplumsal sözleşmede ifadesini bulan ortak adalet anlayışını temel alan, şiddeti reddeden, yasadışı politik bir edimdir.” 
Bu tanım 19. Yüzyılda kavramı ilk ortaya atan Henry David Thoreau’dan beri akademik ve siyasi dünyanın üzerinde uzlaştığı tanımdır. Yasa dışılık, açıklık, politik ve hukuki sorumlunun bilinmesi, şiddetin reddedilmesi, ortak adalet anlayışına hitap, sistemin geneline değil özel bir haksızlığa karşılık gibi sivil itaatsizlik unsurları tanımlıdır. Ve ana özelliği genel olarak kökten bir düzene karşılıktan değil var olan hukuk düzeni içindeki belirli bir haksızlığa itirazı ima edişidir. Bu itiraz yalnızca bir siyasi bakıştan yükselmez, aksine birçok farklı siyasi bakış ve hareketin, ortaklaşa olarak o haksızlığa karşı duruşudur. Bu unsuruyla da siyasi rekabeti değil, farklı siyasetlerin işbirliğini hedef alır. 
Sivil itaatsizlik bu değil

Bu tanımdan bakılınca BDP’nin bu eylem programına sivil itaatsizlik demek mümkün değildir. Fakat BDP’nin şiddet dışı, yasa dışı ama meşru siyaset arayışının bir ürünüdür. Bu kadarıyla bile, çözüm için yeterli değilse de, yine de anlamlıdır. Çünkü yeni bir dil, yeni bir siyaset tarzı masa başı çalışmalardan değil hayatın, mücadelenin içinden yükselecektir. 
Fakat BDP’nin de şu ince noktayı kaçırmaması gerekmektedir. BDP çözümün temel aktörlerinden birisi olma gücünü yalnızca Kürtler içinden aradıkça sıkışmalar yaşayacaktır. BDP tümümüzün sorunları olarak, demokratikleşme, devleti yeniden yapılandırma, yeni anayasa gibi konularda ülkenin tüm demokrat taleplerine cevap üretemez, bu yönde ittifaklar, işbirlikleri üretemez ise aradığı yeni siyaset ve dil eksikli olacaktır. Sivil itaatsizlik olmasa bile BDP’nin bu eylemler dizisi için böyle bir genel kamuoyu çalışması, ittifak ve işbirlikleri arayışı olmamıştır. Şu andaki eylemler dizisi yalnızca BDP’ye ait görünmektedir ki, bu kaçınılmaz olarak siyasi rekabeti doğurur, eylemlerin algı ve değerlendirmesini siyasi rekabetin algı ve zihniyet dünyasına hapseder.
Yalnızca bu handikap bile sivil itaatsizliği değil haklı taleplere dayanan siyasi eylemler dizisi tanımına getirir bizi.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"