Son haftalarda iki önemli referandum yapıldı. Katalonya İspanya’dan, Kürdistan da (IKBY) Irak’tan self determinasyon (SD) yoluyla ayrılmak istedi.
Bu konulara aşina olmayanlara bunlar iki benzer durum gibi gözükebilir. Gerçi biçimsel olarak benzerlikleri yok değil. Evet, Katalonya İspanya’da Kürdistan da Irak’ta özerk bölge. Evet, ikisi de etnik-kültürel bakımdan ülkenin geri kalanından farklı. Evet, ikisi de geçmişte merkezî hükümetten zulüm gördü.
Ama işin özü açısından fevkalade farklı iki durum.
***
İspanya bir B. Avrupa ülkesi. Dünyanın en demokratik anayasalarından birine sahip. Özgürlüğü en geniş biçimde uygulayan devletlerin başında. Katalonya da burada devlet içinde devlet haklarına sahip.
Irak bir Ortadoğu ülkesi. Dünyanın en dengesiz, en kolay altüst olan ortamlarından biri. Daha dün idi Kürtlerin, güneylerindeki Halepçe’de ve kuzeylerindeki sınır vadilerinde Bağdat’tan zehirli gaz yemeleri. Canlarını zor kurtarmaları, çelişkili bir durum yani Bush emperyalizmi sayesinde oldu.
Katalanların bir eli yağda bir eli balda. Ayrılmaktan tek amaçları, İspanya’nın azgelişmiş bölgelerine destek çıkma zorunda kalmadan zenginliklerini tek başlarına yiyebilmek.
Bağdat’tan para gelmezse Kürdistan’da memur maaşları ödenemiyor ve şu andaki durum böyle.
Katalonya’nın aksine denizle bağlantısı olmadığı için Kürdistan kendisini karalara hapsetmiş İran, Suriye ve Türkiye’nin eline bakıyor. Bu ülkelerin nasıl tavır takındıklarına da, Erdoğan rejimine bakıp pay biçin: Barzani geldiği zaman bayrağını çektik, şimdi “Bu karar açıkçası ülkemize ihanettir" deyip ipini çekiyoruz.
* * *
Sömürgelerin SD istemeleri konusunda bir tartışma yok; zaten 50’ler ile 60’lar boyunca yaklaşık bütün sömürgeler bağımsız oldu.
Ama bağımsızlığını kazanmış bir devlet içinden bir halk ayrılıp kendi ayrı devletini kurmak isteyebilir mi? Böyle bir durum uluslararası toplumdan destek görür mü, görmeli mi? Bu konu uluslararası ortam ve örgütlerde çok tartışmalı. Şimdi ayrıntısına girmeyelim, “teritoryal süreklilik” ve “etnik-kültürel bütünlük” gibi ölçütlerden söz ediliyor.
Ama bu açıdan çok daha önemli bir ölçüt var: Demokrasi. Demokrasinin geçerli olduğu devletlerden SD’yle ayrılma taleplerine uluslararası toplum iyi gözle bakmıyor.
BM Genel Kurulu’nun 24.10.1970 tarih ve 2625 (XXV) sayılı “BM Antlaşması’na Uygun Olarak Devletler Arasında İşbirliğine ve Dostça İlişkilere İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirisi”nin “Eşit Haklar İlkesi ve Halkların Self-determinasyonu” bölümü şöyle diyor:
“Aşağıdaki paragraflardan hiçbiri, self determinasyon ilkesine uyan ve ülkesinde yaşayan tüm halkı soy, inanç ve renk ayrımı yapmadan temsil eden bir yönetime sahip olan egemen ve bağımsız devletlerin teritoryal bütünlüğünü ve siyasal birliğini kısmen ya da tamamen ortadan kaldıracak ya da tehlikeye sokmaya izin verecek ya da bunu teşvik edecek biçimde yorumlanamaz”.
* * *
SD ilkesinin nasıl yorumlanması gerektiğini bir de, İnsan Hakları Dünya Konferansı’nda kabul edilen 25.06.1993 tarih ve A/CONF. 157/24 sayılı Viyana Bildirisi ve Eylem Programı’nın I. bölümünün 2. paragrafından okuyalım:
“BM Antlaşması’na Uygun Olarak Devletler Arasında İşbirliğine ve Dostça İlişkilere İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirisi uyarınca, eşit haklar ve halkların self determinasyonu ilkelerine uygun hareket eden ve sonuç olarak o toprakta yaşayan tüm halkı herhangi bir fark gözetmeksizin temsil eden bir hükümete sahip bulunan egemen ve bağımsız devletlerin teritoryal bütünlüğünü ya da siyasal birliğini tam olarak veya kısmen ortadan kaldırabilecek veya tehlikeye sokabilecek herhangi bir eyleme izin veya teşvik sağlamak biçiminde yorumlanamaz.”
* * *
Bu iki örnekteki diplomasi dili ağır gelebilir; Türkçeye tercümesi: Yurttaşları arasında ayrımcılık yapmayan devlete karşı SD yoluyla ayrılma uygulanamaz.
Mefhum-ı muhaliften gidelim, daha çarpıcı olsun: Yurttaşları arasında ayrımcılık yapan devlete karşı SD yoluyla ayrılma uygulanabilir.
* * *
Kızım senin için yazdım, gelinim sen anla.