TÜSİAD’ın geçen hafta yapılan genel kuruluna, Yüksek İstişare Konseyi Başkanı ve Anadolu Grubu patronu Tuncay Özilhan’ın “Liberal demokrasi, hukuk devleti ve piyasa ekonomisinin tüm dünyaya barış ve refah getireceği beklentisinin boş çıktığını itiraf etmek durumundayız” şeklindeki sözleri damga vurdu. Geçen yıl en hızlı büyüyen ülkelerin pek azında demokrasi vardı ve Türkiye’nin de değişime ayak uydurması gerekiyordu.
“Demokrasi olmadan hızlı büyüme” deyince akla Çin geliyor. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Komünist Partisi’nin geçtiğimiz Ekim ayında gerçekleşen 19. Kongresi’nde Çin’in başarısının, gelişmekte olan ülkelere modernleşme konusunda yeni bir model oluşturduğunu söyledi. Xi’nin Türkiye’de pek ilgi çekmeyen bu konuşması, dünyada epey tartışıldı, tartışılıyor.
Xi’nin ve Özilhan’ın konuşmalarına demokrasinin cenaze merasimi olarak bakabilir miyiz?
Bu o kadar kolay değil.
Çünkü Tuncay Özilhan, aynı konuşmada şunu da söyledi:
“Vatandaşlar açısından OHAL’in etkisi sınırlı olsa da, yabancı müteşebbislerin yatırım kararları açısından olumsuz olduğunu biliyoruz. Türkiye hukuk devleti olma doğrultusunda adım attıkça, doğrudan yatırımlar artacak, büyüme hızlanacak, istihdam artacak, aş ve iş sorunu hafifleyecektir.”
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu mu diyeceğiz?
TÜSİAD’ın ikircikli tutumunun nedenini anlamak için Türkiye’nin dış ticaretinin yapısına bakmak gerek.
Türkiye, ihracatının yüzde 50’den fazlasını (Otomotiv gibi bazı stratejik sektörlerde yüzde 70’den fazlasını) Avrupa’ya yapıyor. Bir ara bu rakam yüzde 50’nin altına inmişti ama Avrupa ekonomisi canlanınca yine arttı.
“Avrupa ekonomisinde canlılık” soyut bir kavram, bunu biraz somutlaştıralım: Avrupa ekonomisi canlanınca, Almanya’da, Hollanda’da daha çok tüketim ürünü, mesela otomobil satılıyor.
Almanya’da, Hollanda’da daha çok otomobil satılınca, Bursa, Kocaeli, Sakarya’daki otomobil fabrikaları daha çok vardiya, daha çok üretim yapıyorlar.
Ve yıl sonunda, başta Tofaş ve Ford’un hissedarı Koç Holding olmak üzere TÜSİAD üyelerinin cebine daha çok para giriyor.
Avrupa’ya olan ihracat ile Türkiye’deki demokrasinin seviyesi arasında yakın bir ilişki var.
Büyük ihracatçılardan biri, İskandinav ülkelerinden birindeki müşterisini OHAL nedeniyle kaybettiğini anlatıyordu geçenlerde. Şirketin yöneticileri siyasi nedenlerle Türkiye’ye gelmek istemiyormuş ve bulunduğu sektör işin yakından denetimini gerektirdiği için, uzaktan idare mümkün değilmiş...
Bunun gibi çok sayıda hikaye var.
Başka bir yazımda, müşterilerini OHAL nedeniyle Polonya’ya kaptıran şirketleri yazmıştım örneğin.
Kısacası Özilhan’ın OHAL’le ilgili çıkışı “duygusal” nedenlere dayanıyor.
Çin, dünyaya demokrasi olmadan da modernleşilebileceğini göstermiş olabilir ama her ülkenin farklı koşulları var.
Çin modeli Türkiye için ancak, başka bir bölgenin, mesela Arap pazarı ve Arap sermayesinin, Avrupa’nın yerini alması durumunda mümkün olabilir.
Ama bu, şimdilik bir hayalden ibaret. Arap ülkelerinin tüketim gücü, Almanya ile kıyaslanamaz. Geriye Arap sermayesi kalıyor ama onlar da Türkiye’ye yar olmuyor. Geçen yıl Arap sermayesini konuşup durduk ama Türkiye’ye yatırımı gene Avrupalılar yaptı. Danışmanlık kuruluşu Deloitte'un raporuna göre 2017 yılında Türkiye'deki şirket satın alımlarında (yine) Avrupalı şirketler liderdi. (Petrol Ofisi'nin Hollandalı Vitol, Garanti Bankası'nın İspanyol BBVA tarafından satın alınması, ilk akla gelen örneklerden.)
Başlıktaki sorunun cevabı: Hızlı büyüme için hâlâ demokrasiye ihtiyaç var. Çin modeli ancak kapitalizmin rasyonellerinin dışına çıkılması halinde mümkün.