İsyan dalgaları depremler gibi hep beklenmedik anlarda gelir. 1968’de dünyayı sarsan isyan dalgasını hiçbir sosyal bilimci öngörememişti. Gezi’yi ya da Arap Baharı’nı kimsenin görememesi gibi… Hepsi beklenmedik anlarda patladılar. Geçtiğimiz günlerde Şili, Lübnan, Ekvador, Irak, Hong Kong ve diğer noktalarda patlayan isyanlar gibi...
Toplumların alttan alta kaynadığını, aşağıda büyük bir basınç biriktiğini tespit etmek tabii ki mümkün ama toplumsal fay hatlarının hangi tarihte, ne şiddette depreme yol açacağını öngörmek imkânsız. Tabii nereye evrileceklerini de…
Sosyal bilimcilerin işi isyanlar olup bittikten, bastırıldıktan veya toplumları dönüştürdükten sonra ne olup bittiğini anlatmak. Hegel’in meşhur sözünde olduğu gibi: “Minerva'nın baykuşu akşamın alacakaranlığında kanat çırpıp uçar”. Yani olaylar henüz sıcakken ne olup bittiğini tam olarak anlamak mümkün değildir. Kapsamlı analiz için gecenin sona erdiği, yani ateşin küllendiği saatleri beklemek gerekir.
Gazetecilerin işi ise farklı. Bizim işimiz sıcağı sıcağına, olaylar gelişiyorken yazmak, anlamlandırmaya çalışmak. Tıpkı bu yazı gibi.
Sonda söylenmesi gerekeni başta söyleyerek başlayayım: Şili, Lübnan ve diğer ayaklanmalar anlık öfkelerden değil derinlerde yatan ekonomik sorunlardan, en başta da eşitsizlikten, büyümenin nimetlerinin küçük bir azınlığın elinde toplanmasından kaynaklanıyor.
Şili’yi alalım. Şili’de 1 milyon insanın sokağa dökülmesinin arkasında, 1973 yılında darbe yapan General Pinochet tarafından başlatılan ve yıllardan bu yana uygulanagelen neo-liberal politikalar yatıyor.
Şili, devletin ekonomideki rolünün minimuma indirilmesini öngören neo-liberalizmin dünyadaki öncülerinden biriydi. Bu politikalara pek çok ülkeden, bu arada Türkiye’den de önce başladı, çok daha ileri gitti. Türkiye’de emeklilik sisteminin, eğitimin özelleştirilmesi tartışılıyorken Şili emeklilik ve eğitim sistemlerini özelleştirmişti bile.
Şili bunu neo-liberalizmin düşünsel merkezlerinden biri olan, “Parasalcı” iktisatçı Milton Friedman’ın eğitim verdiği Chicago Üniversitesi’nde eğitim görüp ülkelerine dönen teknokratlar öncülüğünde yaptı.
General Pinochet’nin faşist darbesi sonrasında Şili’de başta eğitim ve emeklilik sistemi olmak üzere hemen her şey özelleştirildi. Elektrik, su, sağlık… Şili’de özelleştirilmeyen şey kalmadı. Geçmişte devletin sunduğu bu hizmetler bugün kâr amacı güden şirketlerin kontrolünde. Ve bu şirketler maksimum kâr elde edebilmek için zam üzerine zam yapıyorlar. Şili’de sokağa çıkan 1 milyon kişinin ilk hedeflerinden birinin özelleştirme ile Şili’ye giren İtalyan şirketi Enel’in merkezi olması rastlantı değil.
Son isyanın kıvılcımı, metro fiyatlarına yapılan yüzde 3’lük zamdı. Ama asıl mesele, yukarıda saydığımız temel hizmetlerin pahalılığı. Başkent Santiago’daki Metro İşçileri Sendikası’nın Başkanı Rivas, İngiliz Guardian gazetesine şöyle diyor:
“İsyanın sebebi metro zammı değil, düşük emeklilik maaşları, suyun özelleştirilmesi, elektrik fiyatlarındaki artış, sağlık sisteminin içinde bulunduğu durum ve eşit eğitim talebi. Metro fiyatları sadece tetikleyici unsur. Metro zammı insanlara, ‘Yeter! Artık susmayacağız’ dedirtti.”
Rivas’ın dikkatini çektiği gibi Şili’nin berbat bir emeklilik sistemi var. Emeklilik de özelleştirildi. Bu nedenle emeklilik çağındakilerin yüzde 60’ı yakın bir zamana emeklilik maaşı alamıyordu. Bu garabet ancak mevcut sağcı Devlet Başkanı Pinera’dan önce ülkeyi yöneten merkez sol Bachelet döneminde giderildi. Ama onun da yapabildiği, emeklilere minimum bir maaş bağlanmasını sağlamaktan öteye gidemedi. Son isyan patladığında Devlet Başkanı Pinera’nın ilk işi, emeklilik maaşlarının gecikmeksizin artırılacağı, ilaca devlet desteği sağlanacağı sözünü vermek oldu...
Sadece emeklilik değil eğitim sistemi de büyük oranda özelleştirilmiş durumda. İyi okulların hemen hepsi özel. Yoksulların iyi eğitim alma şansı yok gibi bir şey. Bütçeden eğitime çok az para ayrılıyor.
Şili aslında 15 bin dolar üzerindeki kişi başına geliriyle Latin Amerika’nın en zengin ülkesi. Ama aynı zamanda gelir dağılımı en bozuk ülkelerden biri. Nüfusun yüzde 1’i, Şili’de üretilen ekonomik değerin yüzde 25’ini alıyor.
İşin tuhafı, bu sistemin sembolünün Devlet Başkanı Pinera’nın ta kendisi olması; çünkü Pinera Şili’nin en zengin insanı.
İsyan patlayınca Pinera Hükümet’teki sertlik yanlısı 9 bakan (Başta Pinochet günlerini özlediğini söyleyen İçişleri Bakanı olmak üzere) değiştirildi. Şahin neo-liberal Maliye Bakanı Felipe Larrain’ın yerini yeni bir sayfa açmaktan söz eden ekonomi profesörü Ignacio Briones aldı. Fakat görüldüğü gibi sorunlar küçük bir kabine revizyonuyla çözülemeyecek kadar derinde. Büyük olasılıkla Şili’de isyan kolay yatışmayacak, kim bilir belki de bir ”Latin Amerika baharı”nı tetikleyecek. (Şu aralar uluslararası basın, “Latin Amerikan baharı mı?” başlıklı analizlerden geçilmiyor.)
Fakat tabii bu, yazının başında dediğim gibi, olaylar küllenmeden, “Minerva'nın baykuşu kanatlarını açıp uçmadan” yazılmış bir yazı. Şili, Lübnan ve diğer ülkelerdeki isyanların uzun soluklu olup olmayacağını, dünyada yeni bir dönemin kapısını aralayıp aralayamayacağını zaman gösterecek...