Gerçeğin söylentiye, söylentinin yakıştırmaya, yakıştırmanın kara çalmaya karıştığı puslu günlerden geçiyoruz. İnsanlar birbirine Whatsapp üzerinden batık olduğu söylenen şirketlerin listelerini gönderiyor. İnanması zor isimler var içlerinde. İddiaları doğrulatmak güç. Gerçi doğrulatmadan yazmak Türk gazeteciliğinin geleneğinde vardır ama ne T24’e yakışır bu, ne de bana. Şimdilik sadece, şirketlerden yapılan açıklamalara itibar etmekte acele etmeyin, vitrindeki gerçekten şüphe edin, arkada bambaşka bir tablo olabileceği ihtimalini ciddiye alın, demekle yetineyim.
Bugün, Cumhuriyet yazarı, gazetecilik ustası Aydın Engin’in “sipariş” ettiği bir soruya, Türk özel sektör şirketlerinin sırtındaki borç yükünün nasıl paylaşıldığı sorusuna birlikte yanıt arayacağız.
Engin, önceki gün T24’ün manşetten verdiği yazısında “Sıkı habercilere, ekonomi üstüne yazan ulemaya birkaç siparişim var” diyerek aslı astarı olup olmadığını merak ettiği bir "tevatürden" söz etti:
Reis, sermayenin “laikçi burjuvalar”dan “Reisçi sermayedarlar”a aktarmak için döviz konusunda bilinçli olarak bugünkü çizgiyi izliyor…
Tevatür bu.
Şimdi siparişim:
Peki, Reisin isteklerini emir belleyen sermayedarların döviz borcu yok mu? Dövizle borçlu olup batma tehlikesi yaşayanlar sadece laiklikten yana olan ve TUSİAD’da kümelenen sermaye grupları mı?
Yani “Özel sektörün 400 milyar dolardan fazla borcu var” cümlesinin ayrıntılamak gerek. Döviz borcu yüzünden dar boğazda olanlar kimler, olmayanlar kimler?
Bilmem fark ettiniz mi, Aydın Engin'in sorusunda örtük bir ön kabul var: İktidar, on altı yıldır Türkiye’yi yönettiği halde burjuvaziyi istediği gibi şekillendiremedi. Türkiye’yi hâlâ “laikçi” sermaye yönetiyor.
Önce bu ön kabulün doğru olup olmadığını sorgulayalım. Ekonomiyi gerçekten "laikçi" sermaye mi yönetiyor?
Forbes dergisinin “En zengin Türkler” listesine göz atarak başlayalım.
Yukarıdaki isimler arasında, haydi "laikçi" demeyelim, "modern" veya "çağdaşlaşmacı" isimler kadar “muhafazakâr” olarak bilinen isimler de var. Ama modernler olsun, muhafazakarlâr olsun, en zengin Türklerin ortak özelliği, servetlerini bugünkü iktidara borçlu olmamaları.
Türkiye’nin en zenginleri arasında, kredilerinin yeniden yapılandırılması için bankalarla görüştüğü bilinen iki kişi var. (Murat Ülker ve Ferit Şahenk.) Belki bilinmeyen birkaç kişi daha olabilir. Ama çoğunun borcunu “hedge” ettiği, yani çeşitli finansal yöntemler aracılığıyla, dolar ve euro’nun değerinde yaşanabilecek sıçramalara karşı sigortalattığı sır değil. Döviz borcunda asıl risk, modern hedging yöntemlerinden bihaber küçük ve orta ölçekli Anadolu şirketlerinde.
Türkiye’de özel sektörün toplam dış borç yükü yaklaşık 337 milyar dolar. Önümüzdeki 12 ay boyunca ödenmesi gereken kısa vadeli dış borcun özel sektör ile devlet arasındaki dağılımı şöyle:
Zurnanın zırt dediği yere geldik: Yukarıdaki tabloda görülen özel sektör borcunun büyük kısmı, bankaların sırtında bulunuyor.
Önümüzdeki bir yıl içinde bankaların çevirmesi gereken borç yükü 51 milyar dolar. Banka dışı şirketlerin çevirmesi / ödemesi gereken kısa vadeli borç daha az: 18.5 milyar dolar.
"Küçükten başlayalım: Kim bu, önümüzdeki yıl 18.5 milyar dolar ödemesi gereken "Bankacılık dışı" şirketler?
Bu kesimin ana gövdesini enerji şirketleri oluşturuyor. Özellikle dağıtım şirketleri, ihalelerde döviz cinsinden çok büyük yükümlülüklerin altına girdiler. Nitekim bankalara kredilerin yeniden yapılandırılması için başvuran şirketlerden ikisi, enerjide faaliyet gösteriyor. (Denizli merkezli Bereket Enerji ve eski Galatasaray Başkanı Ünal Aysal'ın şirketi Unit Investment.)
Ama dediğim gibi turpun büyüğü bankaların heybesinde.
Türkiye'deki bankaların hissedarları arasında, yukarıda aktardığım Forbes’in “En zengin Türkler” listesinde yer alan isimler de var. Ama asıl patron, yabancılar. Örneğin Türk Telekom’a verdiği 1 milyar dolar krediyi tahsil edemeyen Garanti’nin ana hissedarı, İspanyol BBVA.
Yapı Kredi’de İtalyan Unicredito, TEB’de Fransız BNP Paribas, Denizbank’da Rus Sberbank, Finansbank’ta Katarlı QNB, ING’de Hollandalı ING var.
Ortadaki tablo, Aydın Engin'in sözünü ettiği tevatürü desteklemiyor gibi.
Ama bir de bu yazının başında sözünü ettiğim, Whatsapp gruplarında paylaşılan, "Batık şirketler" listeleri var.
Bu listelere baktığımda, sözü edilen şirketlerin inşaat sektöründe yoğunlaştığını ve "laik sermaye" olarak adlandırılamayacaklarını görüyorum...
Sonuç: Sistemik bir kriz olmadığı sürece "laik sermaye" ekonomideki ağırlığını koruyacak gibi görünüyor.