Daha kur krizinin patladığı ilk gün, o korkunç "Kara Cuma" günü IMF adı dolaşıma girmişti. TL'nin değer kaybı o kadar şiddetliydi ki, birçok uzman Türkiye’nin bu krizi IMF desteği olmadan atlatamayacağını söylüyordu...
Ama sonraki günlerde IMF adı unutulur gibi oldu. TL yeniden güç kazanmaya başlamıştı... Hem Katar’dan 15 milyar dolar geliyordu...
IMF bu hafta başında Alman Der Spiegel dergisinin haberiyle gündeme geri döndü. Ciddiyetiyle tanınan dergiye bakılacak olursa Alman Maliye Bakanı Olaf Scholz, Ekonomi ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ı IMF ile anlaşma konusunda ikna etmeye çalışmıştı.
Rastlantıya bakın, aynı günlerde Almanya’da koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Genel Başkanı Andrea Nahles, Berlin’in Ankara’ya yardım etmesi gerektiği yönünde bir açıklama yaptı...
Olay Türkiye'de geçiyor olsa, iktidar partisinin kamuoyunun nabzını tutmak için kendi planını koalisyon ortağı partinin liderine açıklattığını düşünürdük.
Ama Almanya Türkiye, Nahles de Bahçeli değil. Zaten AB Komisyonu'nun Hristiyan Demokrat Alman üyesi Oettinger, SPD liderine Türkiye’ye yardım için doğru adresin IMF olduğunu söyleyerek yanıt verdi bile.
Hem IMF yardımı teklif edilse bile Türkiye kabul eder mi bakalım?
Kabul etti diyelim; Amerika, IMF’ye Türkiye’ye yardım etme iznini verir mi? (IMF Başkanı bir Fransız olsa da, kurumun merkezi Amerika'da. IMF'nin kasasına en büyük katkıyı da ABD yapıyor.)
Bu soruların yanıtlarını bilmiyoruz.
Yanıtını bildiğimiz tek soru, bu yazının başlığında. İş o noktaya gelse, IMF'nin yeni bir "stand-by anlaşması" karşılığında Ankara'dan neler isteyeceği az çok belli.
Çünkü Nisan ayında, kriz kelimesi daha ortada yokken yayınladığı 82 sayfalık Türkiye raporunda IMF, Ankara'nın neler yapılması gerektiğini madde madde sıralamıştı. Bugün Ankara ile masaya otursa yine aynı talepleri ileri sürecektir.
Sürecektir de iktidar bu talepleri kabul edebilir mi:
- Faiz artırımı. Hem de öyle enflasyonu kompanse edecek ölçüde değil, IMF raporunda yazdığı şekilde, “Önden yüklemeli”, gelecekteki enflasyona ilişkin beklentileri de kıracak oranda bir artırım.
- Merkez Bankası’nın bağımsızlığı.
- İnşaat gibi sektörleri canlandırmak için verilen vergi indirimlerinin geri çekilmesi. Yeni teşviklerden kaçınılması.
- Türkiye Varlık Fonu’nun şeffaf bir yapıya kavuşturulması.
- Bütçe dışı harcamaların bütçeye alınması. (IMF bu konuda şu uyarıları yapıyor: “Kamu - özel sektör işbirliği -PPP- biçiminde hayata geçen projelerin sayısında son yıllarda artış yaşandı. Hazine garantili kredilerin ve kamu bankalarının bilançolarının büyümesinden kaynaklanan riskler de yükselişte. Bu riskler Hazine’nin onay ve izleme sisteminin dışına çıkarılmış durumda.")
- Kamu - özel işbirliği projeleri arasında, harcanacak paraya değip değmeyeceğini gözeten bir öncelik sıralaması yapılması. (IMF kısacası, “Para getirmeyecek projeleri rafa kaldırın” diyor.)
- Çalışanların ücret artışlarının kontrol altına alınması. Buna yönelik olarak, memur maaşı zamlarının geçmiş dönemdeki enflasyon gerçekleşmelerine endekslenmesinden vazgeçilmesi. (Türkçe meali: Devlet enflasyonun kaç olacağını "öngörüyorsa", maaşlara o kadar zam yapılması.)
- Suriyelilerin çalışma izni almalarının ve iş kurmalarının kolaylaştırılması.
- KDV iadelerinin bütçeyi bozmayacak şekilde düzenlenmesi. (İhracatçı şirketlerin KDV iadeleri başka bahara.)
- Gelir vergisi muafiyetlerinin kaldırılması.
- Otomotiv vergilerinin daha da artırılması.
- Özel sektör istihdamının önünü kestiği iddia edilen kıdem tazminatı sisteminin yeniden yapılandırılması.
- Esnek çalışma sisteminin hayata geçmesinin önündeki tüm engellerin kaldırılması.
- Kadın işgücü oranını büyütmek için kreş sayısının artırılması. (IMF'nin kimseyi rahatsız etmeyecek tek önerisi!)
Kişisel görüşüm, iktidarın bu talepleri yerine getirmek istemeyeceği ve ne pahasına olursa olsun IMF ile bir stand-by anlaşmasından kaçınacağı yönünde...