İstanbul Ekonomi Araştırma, vatandaşa bir yıl önceye göre ekonominin durumunu nasıl değerlendirdiğini sormuş. Sonuçlar ilginç (ama belki de sürpriz değil) AKP seçmeninin yüzde 35.2’si, ekonominin “çok kötü” durumda olduğu görüşünde. “Sadece yüzde 35’i mi anlamış gerçeği?” diyerek bu oranı küçümseyebilirsiniz. Nitekim ekonominin “çok kötü” durumda olduğunu düşünen CHP’lilerin yanında (yüzde 73.9), AKP’lilerin yüzde 35’inin esamesi okunmuyor.
Ama zaten ilginç olan oran değil, orandaki değişim.
Geçtiğimiz ağustos ayında ekonominin çok kötü durumda olduğunu düşünen AKP’lilerin oranı yüzde 11.6’ymış, üç ayda yüzde 35.2’ye yükselmiş.
Buna karşılık CHP seçmeninde değişen bir şey yok. Onların yüzde 70’ten fazlası ağustos ayında da ekonominin “çok kötü” durumda olduğunu düşünüyormuş, şimdi de.
Özet: CHP seçmeni yerinde duruyor, AKP seçmeni değişiyor.
Daha da ilginci, AKP seçmeninin “Ekonomik durumunuz bir yıl öncesine göre nasıl?” sorusuna verdiği yanıt. Geçtiğimiz Ağustos ayında AKP’lilerin sadece yüzde 4.4’ü, ekonomik durumlarının bir yıl önceye göre “çok daha kötü” durumda olduğunu söylüyormuş. Bu oran üç ayda yüzde 30.1’e çıkmış.
Tekrar edelim: AKP seçmeninin üçte biri, ekonomik durumunun bir yıl önceye göre “çok daha kötü” olduğu düşüncesinde.
Önümüz seçim. AKP seçmeni, ekonomik durumundaki bozulmanın verdiği kızgınlıkla seçim gecesi bir sürprize imza atar mı?
Daha açık soralım: 2001 krizinin hemen sonrasında yapılan 2002 seçimindeki gibi bir sürpriz tekrar yaşanır mı?
2002’de yaşanan ve merkez partilerin silinmesine, henüz bir yıl önce kurulan AKP’nin iktidara gelmesine sağlayan türden sürprizler, toplumların hayatında çok fazla yaşanmıyor. Son yüzyılda Türkiye’de iki kez yaşandı. (1950 ve 2002 seçimleri.) Toplumsal değişimin daha yavaş olduğu Batı ülkelerinde büyük oy kaymaları çok daha az oluyor. (Son dönemde Temiz Eller soruşturması sonrasında İtalya’da, ekonomik kriz sonrasında Yunanistan’da oldu.)
Ekonomik krizin, AKP’nin oyunu nasıl etkileyebileceğine dair öngörüsünü daha önce T24’te aktardığım Prof. Ali Akarca, büyük oy kaymaları için 3 koşuldan birinin oluşması gerektiğini söylüyor:
- Seçmenleri/taraftarları değiştiği halde partinin değişmemesi
1950’ler, 60’lar ve 70’ler boyunca köylü seçmenin oylarıyla iktidara gelen Adalet Partisi - Doğru Yol Partisi çizgisinin başına gelen buydu. Doğru Yol, 1980’ler ve 90’larda yaşanan büyük kentleşmeye ayak uyduramayıp ağırlıklı olarak köylüleri ilgilendiren politikalara odaklanmaya devam edince büyük şehirlerin varoşlarındaki milyonlara bir şey söyleyemez hale geldi...
2. Partinin değişmesi, seçmenin/taraftarların değişmemesi
Sol bir partinin neo-liberal partiye dönüşmesi (Avrupa’da sosyal demokrat partilerin başına gelen durum) veya tam tersi devletçilikten uzak duran bir partinin devletçi politikalar savunmaya başlaması bu koşula örnek olarak gösterilebilir.
Türkiye’de bir zamanlar sivil siyasetin temsilcisi olarak görülen Süleyman Demirel’in 28 Şubat’ta askerlerle iş birliği yapması da bunun bir örneğiydi.
3.Partinin beceriksizliğinin ve yolsuzluğa batık olduğunun yıllar içinde tescillenmesi.
2002 seçimi öncesindeki 14 yılın 7’si ekonomik krizlerle geçmişti. Bu arada Susurluk ve Örtülü Ödenek gibi skandallar patlamıştı. Bunların sonucunda merkez sağın Türkiye’nin sorunlarını çözemeyeceği konusunda halkta ortak bir kanaat oluştu...
Artık soralım: Bu üç şarttan herhangi biri bugün AKP için mevcut mu?
AKP seçmeninin değiştiğini söylemek mümkün değil. Kente göç yavaşladı ama durmadı. AKP’nin oy deposu olan varoşların (Sultanbeyli, Esenler vb.) gelir ve eğitim seviyesinde çok büyük bir sıçrama da olmadı.
Parti değiştiği mi peki?
Evet değişti. AKP, ilk döneminde “milli iradenin” üstünlüğünü savunan, demokrasiden yana bir partiydi. (Bunun takiyye olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu.) Zaman içinde otoriter, devletçi politikaları savunan, uygulayan bir parti haline geldi. Değişim sadece siyasette değil, ekonomide de yaşandı. Bugün kamu bankaları aracılığıyla düşük faiz vererek ekonomiyi canlandırmaya çalışan (ama hangi sektörlerin destekleneceğini halka sormayan) Türk Telekom, Turkcell gibi şirketleri kamu kuruluşu gibi yöneten devletçi bir parti var karşımızda...
Son olarak bir de üçüncü koşula, yani partinin beceriksizliğinin/başarısızlığının yıllar içinde tescillenip tescillenmediğine bakalım.
Seçmenin bu konuda bir karar vermesi için henüz erken. Krizin daha başındayız. Akıllı politikalar izleyerek Türkiye’yi düze çıkarmak için AKP’nin hâlâ bir şansı var. (Sizin bir umudunuz olmayabilir ama sizin değil, AKP seçmeninin neye göre oy vereceğini tartışıyoruz.)
Toparlayalım. Büyük oy kaymaları için gereken üç koşuldan ikisi yok, biri var gibi.
Ama bu üç koşul, seçmenin bir partiyi terk etmesi için gerekli ama yeterli değil. Bunlara ek olarak ortada bir alternatifin de olması gerekiyor.
1950 ve 2002 seçimlerinin 2019 Mart seçiminden farkı, Türkiye’yi daha iyi yöneteceği konusunda halkı ikna etmeyi başaran bir alternatifin var olmasıydı. (1950’de Demokrat Parti, 2002’de AKP.)
Bir partinin, diğer partilerin çözemediği ekonomik sorunları çözebileceğine vatandaşı inandırması kolay değil. Prof. Akarca’ya göre bu ancak yıllar içinde uzun soluklu bir mücadeleyle mümkün.
AKP bunu 1990’lı yıllarda belediyelerde sergilediği performansla başarmıştı. Bugün belediyelerdeki performansıyla AKP’ye alternatif oluşturan bir partiden söz edebilir miyiz?
Öte yandan 1950’den önce CHP’nin içinden çıkan Demokrat Parti gibi AKP’nin içinden çıkan bir alternatif de bugün ortada yok. AKP içinde bir muhalefetin varlığından söz ediliyor ama Demokrat Parti kurucularının aksine, ne dedikleri, iktidarın hangi politikalarını eleştirdikleri, yerine hangi politikaları önerdikleri bilinmiyor.
Sonuç. Seçim günü geldiğinde AKP seçmeni için sandığa gitmemek ya da gidip yine AKP’ye veya bilemedin MHP’ye vermek dışında çok fazla seçenek yok gibi görünüyor. Kriz, AKP oylarını elbette düşürecek ama bu düşüş, 2002’de yaşanan türden büyük bir kırılma şeklinde olmayacak.