18 Nisan 2012

28 Şubat, ‘silahsız kuvvetler’ ve sendikalar

Bu yazıda 28 Şubat sürecinde sendikal hareketin, meslek ve işveren örgütlerinin tutumunu ele alacağım...

 

Tarihçi E. H. Carr Tarih Nedir adlı çok bilinen kitabında “Bir tarihçiyi kesinliğinden dolayı övmek, bir mimarı yapısında iyi fırınlanmış kereste, gereğince karıştırılmış harç kullandığından ötürü övmeye benzer. Bu onun işinin zorunlu bir koşuludur, fakat onun temel işlevi değildir“ der. Ancak Türkiye söz konusu olunca somut-maddi bilginin kesinliği ve doğruluğu büyük önem taşıyor. Yakın tarihimizin pek çok kritik olgusu gündeme geldiğinde, genellikle ya tahrif edilerek aktarılıyor veya bazı yönleri görmezden geliniyor. Güncel tartışmalar olan 12 Eylül ve 28 Şubat konusunda da benzer “unutkanlıklar”  veya açık tahrifat söz konusu olabiliyor.

Bu yazıda 28 Şubat sürecinde sendikal hareketin, meslek ve işveren örgütlerinin tutumunu ele alacağım. Daha önceki açık darbe dönemlerinden farklı olarak 28 Şubat sürecinde “silahsız kuvvetler” de önemli bir rol oynamıştı. Bu rolün olduğu gibi bilinmesi, yakın geçmişin doğru değerlendirilmesi açısından yararlı olacaktır.

 

‘Bizim Çete’: TOBB, TESK, TÜRK-İŞ, DİSK ve TİSK

 

28 Şubat sürecinde önemli bir rol oynayan ve “sivil inisiyatif”, “beşli oluşum”, “beşi bir yerde”, “beş kafadarlar”, “yıkım ekibi” ve “bizim çete” olarak da adlandırılan bu grubu TOBB Başkanı Fuat Miras, TESK Başkanı Derviş Günday, TÜRK-İŞ Başkanı Bayram Meral, DİSK Başkanı Rıdvan Budak ve TİSK Başkanı Refik Baydur oluşturuyordu. Refik Baydur bu beşlinin 28 Şubat sürecinde yaptıklarını “Bizim Çete” adıyla kitaplaştırdı (Haziran 2000). Haziran 1996’da Refahyol hükümetinin kurulmasının ardından irtica ve şeriat tartışmalarının hızla arttığı biliniyor. Bu  süreçte 20 Aralık 1996’da Hürriyet gazetesinin manşetinde adı açıklanmayan yüksek rütbeli bir askere atfen yer alan ve Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök tarafından kaleme alınan “Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin” yazısı bu beşlinin 28 Şubat sürecindeki rolü açısından kritik önemdedir. Yazıda kuvvet komutanının şunları söylediği belirtiliyordu:

“Toplum atalet içinde. Herkeste 'işler çok kötüye giderse nasılsa Silahlı Kuvvetler bu işi çözer' rahatlığı var. Ana muhalefet lideri bile bu havada. Ama siyasi sorunların çözümünü Ordu'dan beklememek gerekir. Çözüm, sivil güçler, milletvekilleri, Meclis. Çözüm bu platformlarda aranmalı. Bu defa işi Silahsız Kuvvetler halletmeli.”

Bu açıklamadan bir süre sonra, önce Türk-İş, DİSK ve TESK Başkanları bir araya geldi. 5 Şubat 1997 tarihinde ortak bir açıklama yaparak “devleti ele geçirmeye çalışan uyuşturucu bağlantılı çetelerin ve insanların dini duygularını istismara dayalı yasadışı örgütlenmelerin” karamsarlığı artırdığını söyledi. Bu üçlü 6 Mart 1997 günü milletvekillerine gönderdikleri mektupta ülkenin yaşamsal sorunları için parti farkı gözetmeksizin bir araya gelmelerini istediler.

27 Mayıs 1997 günü Ayazağa Harp Akademileri Komutanlığı’nda  aralarında işveren örgütleri ve sendikacıların da olduğu bir gruba bir brifing verildi. TİSK Başkanı Refik Baydur bu toplantıyı “anlamlı bir kucaklaşma” olarak  3 Mayıs 1997 tarihli Yeni Yüzyıl’da yazdı: Baydur yazısında “Biz, sivil toplum örgütleriyle, sendikalar bu görevi gerekiyorsa ordu mensupları ile beraber yürütelim” diyordu. Nitekim öyle olacaktı.

Daha sonra TİSK ve TOBB’un katılmasıyla “üçlü sivil girişim” beşli hale geldi.  TOBB, TESK, TÜRK-İŞ, DİSK ve TİSK 21 Mayıs 1997 tarihinde  ortak bir açıklama yayınladı. Açıklamada “irtica, günümüz Türkiye’sinde demokrasi için büyük bir tehlike haline gelmiştir” ifadelerine yer verildi. Açıklamada “halkımızın artık, bu hükümete güveni kalmamıştır. Bu anlayıştaki hükümetin yerine (...) güvenilir bir hükümetin biran önce kurulması” isteniyordu.

Baydur kitabında “Yıkım ekibinin yılım planı” başlıklı bölümünde planlarını şöyle açıklamaktadır: “Önümüzdeki hafta bütün işyerlerinde üretime ara verilerek 1 saatlik bildiriler okunacak. Daha sonra 5 örgütün temsilcileri Cumhurbaşkanını ziyaret ederek bildiri hakkında bilgi verecek. Bu zamana kadar siyasi istikrarsızlık bir çözüme kavuşturulmazsa sivil toplum örgütlerinden oluşan beş bin kişi TBMM başkanı Kalemli’yi ziyaret ederek Mecliste bekleyen yasaların çıkarılmasını isteyecek. Burada da bir sonuç alınamadığı takdirde 1 saatlik bir şalter indirme eylemi yapılacak. Ayrıca bir miting düzenlenecek” (Baydur, 2000, s. 77).

Görüldüğü gibi “Bizim Çete” 28 Şubat sürecinde aktif bir biçimde yer aldı. Ancak DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak’ın bu süreçte yer alması nedeniyle DİSK içinde eleştiriye uğradığı bilinmektedir.

 

‘Ne Darbe Ne Şeriat’ Ekseni: KESK, TDB, TEB, TMMOB ve TTB

 

28 Şubat sürecini açıktan destekleyen “beşli sivil inisiyatif” dışında 28 Şubat sürecine ve Refahyol hükümetine karşı bir başka beşli odak gündeme geldi.  Bu odağı Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Dişhekimleri Birliği (TDB), Türk Eczacıları Birliği (TEB), Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) oluşturuyordu.

28 Şubat kararlarına açıkça karşı çıkan bu girişim, Refahyol hükümetini eleştiriyor ve şeriat  ve siyasal İslam’a da vurgu yapıyordu. Bu beş örgüt 10 Mart 1997 tarihinde ortak bir açıklama yayınladılar. Bu bildiri “ne şeriat ne darbe” başlığıyla bazı meslek odalarının yayınlarında yer aldı.

Ortak bildiride 28 Şubat kararları “MGK'nin 28 Şubat toplantısından sonra yayınlanan bildiri açık bir muhtıradır, Bu muhtıra  bir kez daha göstermiştir ki MGK hükümete tavsiyede bulunan bir organ değil Meclisin ve hükümetin üzerinde bir karar organıdır” sözleriyle eleştirilmektedir.

“Biz siyasal İslam’a karşı darbeleri değil, demokrasiyi savunuyoruz. çözüm darbelerde değil, demokrasidedir” görüşlerine yer verilen bildiride siyasal İslam’ın yükselişi gerekçe gösterilerek darbeye zemin hazırlandığı vurgulanıyordu: “Bilinmelidir ki şeriat ve darbe bir madalyonun iki yüzüdür. Bunlar birbirinin karşıtı değil birbirini besleyen olgulardır. Bu bakımdan yaratılmaya çalışılan darbe mi şeriat mı ikilemi sahtedir.”

28 Şubat süreciyle ilgili olarak KESK, 2. Genel Kurul Çalışma Raporunda “Siyasal İslam ve Darbe-Şeriat İkilemi” başlığı altında şu değerlendirmeyi yapmıştır:  Konfederasyonumuz bu ikilemi reddederek ‘Ne Darbe Ne Şeriat” Demokratik Türkiye” ekseninde saf tutmuştur. (...) Biz siyasal İslam’a karşı darbeleri değil demokrasiyi savunuyoruz. Çözüm darbelerde değil demokrasidedir...”  değerlendirmesini yapmaktadır (1998, s. 28-30).

KESK’in ve diğer meslek örgütlerinin bu tutumunun dönemin Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)’nin tutumuyla paralellik arz ettiğini söylemek mümkündür. ÖDP’ye yakın kadroların bu örgütlerde etkin olduğu düşünüldüğünde bunun doğal bir etkilenme olduğunu anlaşılacaktır. ÖDP 28 Şubat sürecinde “Ne Refahyol ne hazır ol” sloganıyla 28 Şubat’a karşı çıkmış ancak aynı zamanda Refahyol hükümetinin politikalarını da eleştirerek hükümetin istifasını istemişti. ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras,  Meclis tıkandığını hükümetin işlevini yitirdiğini belirterek derhal istifa etmesi gerektiğini ifade etmişti ( Mayıs 1997, Milliyet). ÖDP, bu süreçte 25 Mayıs 1997 günü Sultanahmet Meydanında “Ne Refahyol ne hazır ol” adlı kitlesel bir miting de düzenlemişti. Mitingde yaptığı konuşmada Uras “Refahyola son vuruşu biz yapıyoruz” demişti (Sabah, 26 Mayıs 1997).

Hak-İş ise bu süreçte beklendiği gibi, Refahyol hükümetinden yana bir tutumu yeğlemiş ve bu iki girişimin de dışında kalmıştı. Eleştirilerini “sivil inisiyatife” yönelten Hak-İş, sadece kendilerinin değil KESK ve meslek örgütlerinin de bu inisiyatifin dışında kaldığını belirtme gereği duymuştu. Hak-İş Başkanı Salim Uslu, sivil inisiyatifin bazı generallerin katıldığı bir toplantıyla kurulduğunu söylemişti (Yıldırım Koç, Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi, 2010).

Görüldüğü gibi 28 Şubat sürecinde Türkiye’de sendikalar, meslek örgütleri ve işveren örgütleri iki temel eksene ayrılmıştı.  Birincisi geleneksel devletçi ve sistem eksenli tutumdur. Bu tutum 28 Şubat sürecinin “silahsız kuvvetleri” olarak işlev gördü. Diğeri ise darbe özlemlerine net bir biçimde karşı çıkan ancak Refahyol hükümetinin uygulamalarından da kaygı duyan ve “darbe ve siyasal İslam” ikilemine karşı çıkarak demokratikleşmeyi esas alan eksendir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Özel madenlerde işçi ölümleri oranı, kamu madenlerinden 16 kat daha fazla!

Siirt’teki katliam açık maden sahalarında yaşanan ilk katliam değil

Dünden bugüne üniversiteye karşı bitmeyen kötülük

Kimsenin şüphesi olmasın, bu hukuksuz ve haksız karar er geç ortadan kalkacak...