06 Kasım 2014
Bir süre önce Suruç’da bulunan Prof. Dr. Cem Terzi, “yakın bir tarihte SES gönüllüleri tarafından Kobanili sığınmacılar hakkında bir rapor yayımlandı. Bu rapora Sağlık Bakanlığı’nın acil yanıt vermesi gerekir” diyor
Yaklaşık bir buçuk ay önceydi. Yaralıların, hekim ve tıbbi araçların yetersizliği nedeniyle ölüme terk edildiği haberleri ortalıkta dolaşıyordu. Bir savaş yaşanmasına rağmen, yaralılar savaş koşullarına uygun tedavi yöntemlerinden, mekanlarından (sahra hastanesi) yoksundular. Diyelim ki, bir hastane de aldılar soluğu; sınırın sıfır noktasına düşen yaralılar, hastanelere ulaştıkları anda hangi şefkatli ve uzman elleri tutuyorlardı? Derken, tozun dumanın etrafı görünmez kıldığı, umutların küsmeye durduğu anda bir ses duyuldu. “Prof. Dr. Cem Terzi, Suruç Devlet Hastanesi’ne gönüllü olarak geldi…” Aslında Terzi’den önce de SES ve TTB’ye bağlı birçok hekim Suruç’ta soluğu almıştı. Hekimlerin tutumu, -dayatılan sağlık politikalarını da göz önünde bulundurarak- birçok tıp doktorunun, sadece tıp etiğini değil, vicdanını da unuttuğu gerçeğini alt üst etmişti.
Diğer hekimleri de temsilen, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde genel cerrahi profesörü olan Cem Terzi, Ekim ayının ikinci haftasında Suruç Devlet Hastanesi’nde gönüllü çalışmaya başlayıp, geri dönene kadar nelere tanıklık etmişti? Öyle ya, sadece Türkiye’de değil, dünyada da bilinen, uluslararası ödül(ler) sahibi olan bir isim vardı karşımızda. Hastanede bulunduğu süre içinde nelerle karşılaşmış, neler saptamış iyi ya da kötü ne(ler) yaşamıştı? Yaşananlardan nasıl bir sonuç çıkarmalıydık örneğin? Şefkati de içinde barındıran tıp hizmetiyle ilgili umutlanabilir miydik? Sorular havada uçuşuyordu. Ama Terzi, yanıtlarıyla soruların ötesine geçip, daha iyi daha güzel dünya için gereken bir insan profilini de çizmiş oldu…
-İki-üç hafta önce gönüllü hekim olarak Suruç’a gittiniz. Oraya gitmenizdeki saik(ler)neydi, nasıl bir aciliyet gerektiriyordu?
SES ve TTB henüz Kobani’de çatışma başlamadan önce Suruç’a giderek göç eden insanların durumu ile ilgili gözlemlerde bulunmuş , gönüllü hekim ve sağlık çalışanı organizasyonu için çağrıda bulunmaşlardı. Ben SES’in İzmir Şubesi’ne ve İstanbul Tabip Odası’na gönüllü hekim listesine adımı yazdırmıştım, görevlendirme bekliyordum. Bu dönemde pek çok gönüllü Suruç’a ulaşmış ve çalışmaya başlamıştı. Bu arkadaşlar ile irtibat halindeydim. Çatışmaların şiddetlendiği ve ağır yaralılar olduğunu duyar duymaz gitmeye karar verdim. Suruç Devlet Hastanesi’nde görev yapan genel cerrahi uzmanları ile konuştum, bilgi aldım. Uzun bir bayram tatiline denk gelmişti. Kurumlar bu nedenle hızlı aktive olamıyordu. SES yöneticisi arkadaşlara, TTB başkanına ve benim başkanı olduğum Avrupa Cerrahi Derneği Yönetim Kurulu üyelerine Suruç’a gideceğime dair bilgi verdim. Gelen haberlerin çok olumsuz olduğunu, bölgeye ulaşıp, durum ve ihtiyaçlar hakkında hızlı bir rapor yazacağımı bildirdim. Konuştuğum herkes de bunun iyi olacağını söylüyordu.
-Suruç'da bulunduğunuz süre içerisinde nelere tanıklık ettiniz?
Suruç’a ulaşır ulaşmaz Devlet Hastanesi’ne gittim. Hastane bahçesi gelen yaralıların, kendi yakınları olup olmadığını anlamak üzere bekleyen yüzlerce Kobani’li göçmenle doluydu. Bir de bahçeye revir olarak kullanılan çadır kurulmuştu. Ben daha henüz kendimi tanıtamamıştım ki, 112 ambulansı bir yaralı getirdi. Getirilen göğsünden vurulmuş genç bir erkekti. O hastaya müdehale ettik. Suruç Devlet Hastanesi’nin kadrolu hekim ve diğer sağlık çalışanlarının yanı sıra pek çok gönüllü hekim, hemşire hatta tıp fakültesi öğrencileri de vardı. Günlerdir burada çalışıyorlardı.
Yaralılar gelmeye devam ediyordu. En önemlisi de ameliyat edilmesi gereken hastalar oluyordu. Bu hastalar la ilgili tıbbi karar süreçlerine dahil oldum. Bir nefes aldığımızda SES Yöneticisi, Diyarbakır Tabip Odası Başkanı ve orada uzun bir süredir bulunan gönüllü hekimler ile durumu değerlendirdik. Yaralı naklinde ciddi sorunlar vardı. Durumu deneyimlemek üzere bir sonraki yaralı nakli için ambulansla Mürşitpınar sınır kapısına gittik. Kapıda Kobane’deki tek sağlık kurumu olan revirin doktoru ile konuştum. Ondan durumu ve ihtiyaç duydukları tıbbi malzemeleri öğrendik. Urfa ve Diyarbakır Devlet Hastaneleri’ndeki görevli hekimler ile telefonla konuşarak oralardaki durumları da öğrendim. Gece boyunca ağır yaralılar gelmeye devam etti Bunların bir kısmını Urfa ve Diyarbakır’a sevk ettik. Bir kısmına da ilk müdehaleleri ve ameliyatları yaptık. Ölüler vardı... Durum çok vahimdi. Yaralıların önemli bir kısmı sıradan insanlardı… Genç hatta çocuk, yaşlı veya kadınlar… Gözümüzün önünde bir kıyım oluyordu…
Gece yarısı bir ameliyattan çıktım, paçamdan hastanın kanı damlıyordu. Ameliyat yapmak ve rapor yazmak dışında daha acil bir şey yapmalıydım. Bir çığlık atmalıydım. Hastane bahçesine çıktım. İMC televizyonunun canlı yayın imkanı vardı. Ben de canlı yayında gördüklerimi ve acil yapılması gerekenleri anlattım. Bu çığlığı herkes duysun dedim.
-Sizce etkili oldu mu?
Çok etkili oldu. Sonra, o gece 03’te TTB, SES ve Avrupa Cerrahi Derneği’ne ulaştırmak üzere durum tesbiti ve acil yapılması gerekenler raporunu yazıp gönderdim. Raporu eş zamanlı sosyal medyada da paylaştım. Sabah duyan gelmişti… Bahçede pek çok yeni gönüllü, bir ortopedi doçenti, bir anestezi doçenti, bir beyin cerahisi uzmanı hatta bir medikal onkoloji (kanser tedavisi yapan) doçenti vardı...
-Sizce bir hastane savaş koşullarında nasıl bir donanıma sahip olmalı?
Bundan birkaç yıl önce Türk Cerrahi Derneği Başkanı olarak görev yaptığım dönemde, Sağlık Bakanlığı ile Genel Cerrahi uzmanlık alanında üst uzmanlık alanlarını belirleme toplantıları yapmıştık. Üst uzmanlık alanlarından biri ‘Savaş Cerrahisi’ idi. Tıp biliminde böyle bir bilim dalı var (maalesef demek lazım aslında)! Bu alan Türkiye’de de kuruldu birkaç yıl önce. Yani savaş yaralılarına etkin tıbbi yardım çok karmaşık, zor bir iştir ve özel bir eğitim gerektirir. Bunun ötesinde savaşın kendisi bir olağanüstü durumdır ve olağanüstü durumlarda sağlık hizmeti organizasyonu bambaşka bir hazırlık ve yönetim gerektirir. TTB’nin uzun yıllardır çalışan Olağanüstü Durumlarda Sağlık Hizmeti komisyonu var. Sürekli eğitim çalışmaları yapıyorlar.
-Nasıl bir donanım gerekiyor peki?
Savaş gibi bir olağanüstü halin rutin sağlık hizmeti ile karşılanması imkansızdır.Kabane açısından değerlendirildiğinde tıp literatüründe İkinci Düzey bir Sahra Hastanesi’nin çatışma bölgesine en hızlı nakil sağlanabilecek, gerektiğinde yeri değiştirebilecek şekilde kurulması gerekir. Bu hastanede savaş yaralısına müdehale etmek üzere yetişmiş 20 kişilik bir sağlık ekibi olur. Bu ekipte 3 genel cerrah, 1 ortopedist, 2 anestezi teknisyeni, 1 yoğun bakım hemşiresi ve çeşitli sağlık teknisyenleri bulunur. Bu ekip, can kurtarıcı cerrahi yapabilek yetenek ve donanım sahibidir. Ekip günde en az 10 ameliyat, 3 günde toplam 30 ameliyat yapabilecek durumda olmalıdır. 3. Düzey hastane ise bahsettiğim sahra hastanesini destekleyecek nitelikte ihtiyaca gore 44-248 yataklı, en az 6 ameliyat masası olan, günde 98 ameliyat yapma kapasiteli bir hastanedir. Bu hastanede yeter sayıda genel cerrah, göğüs cerrahı, orthopedist, plastik cerrah, beyin cerrahı, anestezi uzmanı, dahiliye uzmanı, yoğun bakım uzmanı, acil tıp yardım uzmanı, röntgen uzmanı ve psikiyatris bulunur. Burada tedavi edilen hastaların 24-48 saat içinde bir üst düzey (4. Düzey) hastaneya nakilleri gerekir. 4. Düzey hastane bildiğimiz Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri ya da Üniversite Hastaneleridir.
-Urfa Devlet Hastanesi’nin bir yetkilisi, gelenyaralılarla ilgili bilgi almak istediğimizde, "buraya her türden yaralı gelir. bizim hekim olarak görevimiz hangi tarafa ait olduklarına bakmaksızınonları tedavi etmektir" dedi. Bu yaklaşımı (politik) nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu doğru bir yaklaşım. Hekimliğin temel kuralıdır. Hekim görevlerini her durumda hastaları arasındaki siyasal görüş, sosyal durum, dini inanç, milliyet, etnik köken, ırk, cinsiyet, yaş, toplumsal ve ekonomik durum ve benzeri farklılıkları gözetmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür. Hekimin öncelikli görevi, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaktır. Meslek uygulaması sırasında insan onurunu gözetmesi de, hekimin öncelikli ödevidir. Yaralı IŞID mensubu olduğunda da bu kural değişmez!
-Peki, halk arasında (Suruç'da), yaralı YPG gerillalarının özellikle tedavi edilmemeleri için sınır kapılarında bilerek bekletildiği ve ölüme terk edildiği söyleniyor…
Bu doğru değil. Yüzlerce YPG’li yaralı, Sağlık Bakanlığı imkanları ile tedavi edildi ve ediliyor. Güvenlik bürokrasisinin çıkardığı zorluklar vardı ve devam ediyor: Güvenlik bürokrasisi nedeniyle gecikmeler yaşanıyor. Yolda ambulans durdurulup kontroller yapılıyor. Yol zaman zaman kapatılıyor. Kapı zaman zaman kapatılıyor. Hasta geçişi aksıyor. Yukarıda anlattığım Düzey 1-4 organizasyonu yapılmazsa ve bunu koordine edecek bir kriz masası devlet aracılığı ile kurulmazsa bu tip sorunlar yaşanır. Raporda bu konulara yer vermiştim.
-Bu gecikmeler -kasıt olmasa da- ölüme neden olmak anlamına gelmiyor mu? Ortadan kaldırılamaz mı?
Tabii, bir örnek vereyim. Geçen hafta Ankara Polatlı’da Kobane’den göçen ve çadırda yaşayan bir ailede mantar zehirlenmesi oldu. Ailenin oğlu çevreden mantar toplamış bu mantarları yiyen anne, oğlan ve iki kız çocuğunda zehirlenme oldu. Böylelikle bu çocuklarda hızla karaciğer yetmezliği gelişiyor. Bu hastalar çok acil olarak karaciğer nakline ihtiyaç duyuyorlar. Hastalar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne karaciğer nakil merkezine gönderiliyor. Sağlık Bakanlığı tüm organizasyonu büyük bir hızla yapıyor, organ nakli etik kurulunu pazar günü acil toplayıp canlı vericilerden; baba ve amcadan karaciğer nakli yapılması iznini alıyor. Ardından Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde cerrahlar, iki kız çocuğuna peş peşe 36 saat süren ameliyatlarla babadan ve amcadan alınan karaciğer kısımlarını naklettiler. Bugün, o iki kız çocuğu, baba ve amca hayatta! Bu organizasyonu yapan/yapabilen Devlet, isterse kriz masası da kurar, sınıra sahra hastanesi de kurar, sağlık hizmetini geciktiren bürokrasiyi de bitirir!
-Söz konusu koşullarda hekimler rahat çalışma imkanlarına sahipler mi? Herhangi bir engellemeyle karşılaşıyorlar mı, siz karşılaştınız mı?
Ben karşılaşmadım. Hekim ve diğer arkadaşlardan da ‘engel’ denebilecek bir olay duymadım. Ancak, belediye ambulanslarına ya da gönüllü hekim ve sağlıkçılara karşı daha mesafeli tutumlar oldu. Örneğin ben Mürşitpınar sınır kapısına belediye ambulansı ve diğer gönüllü hekimler ile gitmiştim. Bir yaralı vardı. SB’na bağlı 112 ambulansına da haber verilmişti. Biz daha önce ulaştık. Kapıda güvenlik görevlileri yaralıyı bize değil de 112 ambulansına vermek istediler. Hastanın durumu çok acil değildi. Bekledik 10 dakika sonra 112 ambulansı geldi ve hastayı aldı. Bu bir olay. Aksi de oldu yani, belediye ambulansları ve gönüllü hekimler yüzlerce yaralı naklettiler.
-Sizin suruç'a gidişiniz, Türkiye kamuoyunda bir hayli ses getirdi. Bu tavrınızın diğer hekimlere de iyi örnek teşkil ettiği tartışmasız. Sizin değerlendirmeniz nedir?
Ben oradaki yüzlerce gönüllüden biriyim. Benden çok daha önce giden ve hala Suruç’ta bulunan çok sayıda insan var. Bunun ötesinde SES ve Tabip Odaları, TTB gibi kurumsal faaliyetler var. Asıl işi yapan onlardır. Bu anlayış, bu refleks Gölcük Depremi’nde de, Gezi Olayları’nda da gösterilmiştir.
-IŞİD'in Kobane'ye yönelik saldırısı bir ayı geçti ve halen devam ediyor. Bu da, -ölümler bir yana- yaralıların her geçen gün arttığı ve hastanelerde yoğunluk anlamına geliyor. Yeterli koşulların olmadığını göz önünde bulundurursak, ortaya nasıl bir tablo çıkar?
Suruç halkı günlerdir gönüllü olarak hastaneyi kullanmayarak, yaralı tedavisine imkan tanımak üzere büyük bir fedakarlık yapıyor. Bu sürdürülebilir bir durum değil. Bunu bırakın yüzbinlerce göçmen altyapısı yetersiz çadırkentlerde yaşamaya çalışıyor. Hala tamamı yerleşmiş değil, bazılarının bir çadırı bile yok. Çadır alanları çok hızlı yapıldığı için alt yapı, tuvalet, banyo, çamaşırhane, su gibi konular oldukça sıkıntılı. Bulaşıcı hastalıklar kapıda. SES genel merkezi ve TTB bir organizasyon ile gönüllüleri yönlendirmektedir. Gönüllü sağlıkçılara hala ihtiyaç var. İlaç ihtiyacı devam ediyor, fakat bu konuda da Suruç’daki koordinasyon ile diyaloğa geçilip, eksik üzerine destek gönderilirse daha iyi olacaktır. Yine ilaçla ilgili Mardin ve Şırnak Eczacılar Odası tarafından yürütülen, Derman isimli SMS kampanyası devam ediyor. Buna destek olmak önemli.
Türkiyenin diğer kısımlarından farklı olarak Suruç’da AFAD kaydı yapılmış olsa bile aile hekimi göçmenleri muayene etmeyebiliyor. Sağlık kaydı yapılamıyor.
Yakın bir tarihte SES gönüllüleri tarafından Kobanili sığınmacılar hakkında bir rapor * yayımlandı. Bu rapora Sağlık Bakanlığı’nın acil yanıt vermesi gerek.
-Son olarak, Türkiye kamuoyuna bir hekim, bir insan olarak ne söylemek istersiniz?
Bakın Kobane’de yaşanan savaşın Türkiye’ye çok olumsuz etkileri oldu. 6-8 Ekim’de ağır bir travma yaşandı. Şu anda çözüm süreci askıda. Yeniden korkunç günlere dönebiliriz. Bir barış dilinin yeniden ve acilen kurulmasına ihtiyacımız var. Bunun en kolay kurulabileceği alan sağlık alanıdır. Kobane’de yaralananlara ve göçmenlere Türkiye’nin sunduğu sağlık hizmeti, bütün topluma büyük bir barış mesajıdır aynı zamanda. Hem savaşın sonlandırılması hem de etkin bir sağlık hizmeti sunulması için Türkiye’ye tarihi bir rol ve sorumluluk düşüyor.
Bütün çabalara ve iyi niyete karşın sağlık hizmetlerinin işleyişinde ciddi bir koordinasyon eksikliği devam ediyor.
1- Acilen kriz masası kurulmalı
2- Kriz masasına SES ve TTB katılmalı
3- Çalışmalar basına ve kamuoyuna açık olmalı
4- Sahra hastanesi kurulmalı
5- Göçmenlere etkin barınma ve 1. basamak sağlık hizmeti sunulmalı
6-Tüm bunlar ülkede ve Ortadoğu’da barış dilini yeniden kurmanın bir yolu anlayışı ile yapılmalı!
Ben İzmir’e döndüğüm gün ‘’Kadifekale’ye Kobane’den göçmen bir aile gelmiş, 4 günlük bir bebekleri var, çadırda çok zor durumdalar’’ haberi geldi.
Bir çocuk uzmanı hekim arkadaşı da yanımıza alarak bir grup gönüllü aileyi görmeye gittik. Tepedeki parkta, bir pazar çadırında 8’i çocuk 10 kişilik bir aile vardı. Baba beni tanıdı, yanımızdaki tercüme yapan arkadaşa beni göstererek ‘’O sakallıyı tanıyorum, Suruç’ta hastanede gördüm’’ dedi. 4 günlük Zeynep bebeği muayene ettik. Çok iyi idi. Kobane’de doğmuş, Suruç’ta nefes almış, İzmir’de iştahla anasını emiyordu…
Yaşam hakkı en temel insan hakkıdır ve kişinin ayrılmazıdır. Bizim insan kalabilmemiz için Zeynep’in de hayatta kalması lazım…
Molla rejimi karşısına saçlar ve çıplaklık şeklinde iki öldürücü silah doğrultan Daryaei, kıl ve tüye takanların ezberini de bozmuş oldu. Öyle ki İran’da kadının asıl miladı Ahoo Daryaei ile şimdi başladı
Narin en güvenli, en kutsal sayılan (aile) yerde yok edilmişse, biz de en güvenmemiz gereken yerde yaşamak ya da yok olmak gibi iki keskin durumla baş başa kaldığımız gerçeğini daha iyi anlamış olacağız
Sürreal bir filmle karşı karşıya olduğunu sanabilir izleyenler, zihin yanılabilir bunca akıl sır ere(meye)cek durumlar(lar) karşısında
© Tüm hakları saklıdır.