09 Haziran 2024

Tereddüt Çizgisi’nde hastalık metaforu

Filmde fiziksel hastalık, toplumsal hastalığın bir metaforu. Musa’nın avukatı ülser; davasına bakan hakimin genç yeğeni ölüm döşeğinde. Organ nakli bekleyen hastaların listesi kabarık

Tereddüt Çizgisi filminden bir kare (Kaynak: Beyazperde)

Yönetmen Selman Nacar’ın Uşak’ta bir cinayet davasına odaklanan filminde; çalıştığı fabrikanın patronunu öldürmekten yargılanan bir işçi, avukat Canan, hâkim, görgü tanığı ve hatta seyirci de tereddütte. Dikenli ve zikzaklı bir çizgide herkes yolunu kaybetmiş. Suçluyu masumdan ayıramadığımız karar duruşmasındaki belirsizlik, hem karakterleri hem yaşadıkları şehri yavaş yavaş kemiriyor.

[Spoiler içerir]

Cinayet şüphelisi Musa’nın (Oğulcan Arman Uslu) bileklerindeki izler, hayat ve ölüm arasındaki tereddüt çizgileri. Daha önce hırsızlıktan tutuklanan Musa, hapishanede bileklerini kesmeye teşebbüs etmiş. İntihar etmemiş olsa da kelepçeli bilekleri hayata tutunamaz. Cezaevine dönerse kendisini öldüreceğine inansa da aslında hep arafta.

Müvekkilinin masumiyetine inanan avukat Canan (Tülin Özen) da engebeli bir çizgide sendeliyor. Yurt dışında okumuş bir kadın, önceleri hor gördüğü Uşak’ta bir yabancı. Postane, karakol, kahvehane gibi kurumsal ve sosyal mekânlardaki tek kadın. Davayı kazanma azmi hor görülse de yılmaz. “Musa’yı kurtaracak tek kişi benim” diyen Canan’ın sadece kendi mesleki prestiji için delil peşinde koştuğu düşünülür. Bir kadın avukatı görmezden gelenlere inat, kamera en çok Canan’a odaklanır.

Canan’ın nükseden ülseri, hem adaletsizliğe hem de kendi vicdanına karşı verdiği amansız savaşın bir bedeli. Avukat, beyin ölümü gerçekleşmiş ve solunum cihazına bağlı annesinin elini hiç tutmamış ki bıraksın. Yokluğunda ablası, tüm bakımını üstlenmiş. Annesinin iyileşemeyeceğini bilse de vedalaşamıyor. Âdeta hastanede yaşayarak geçmişi telafi etmeye çalışsa da ülser ensesinde.

Filmde fiziksel hastalık, toplumsal hastalığın bir metaforu. Musa’nın avukatı ülser; davasına bakan hakimin genç yeğeni ölüm döşeğinde. Organ nakli bekleyen hastaların listesi kabarık. İki kız kardeş iyileşme umudu olmayan anneleriyle vedalaşırsa annenin organları birçok hastanın hayatını kurtaracak. Peki annenin organları gerçekten şifa olacak mı? Yoksa çürümüş adalete çanak mı tutacak?

Canan’ın duruşmada burnunun kanaması, yürüdüğü zorlu yoldaki sıkışmışlık duygusunun işaretidir. Tüm çabalarına rağmen müvekkilini kurtarabilecek görgü tanığını mahkemeye getiremez. Musa’yı suçlamak için fiziksel bir delilin olmadığını ve öldürülen patronun yurt dışına kaçan oğlunun da sorgulanması gerektiğini haykırır. Ciddiye alınmayan kadının çaresizliğine, bedeni tepki verir. Mahkemedekileri rahatsız eden, bir gencin belki de yok yere hüküm giymesi değil, avukatın beyaz teninden akan kandır. Burnundan çenesine doğru süzülen kan; suçlu suçsuz ve haklı haksız gibi ikilemlerin arasındaki keskin çizgileri bulandırır.

Zıtlıkları yakınlaştıran sadece kan değil, adliyenin ansızın çöken tavanından mahkeme salonuna akan su. Sanki adaletsizliğe çatı bile dayanamamış. Duruşmayı bölen su, avukat Canan’a süre kazandırır. Tavan onarılırken Musa’nın görgü tanığı gelir diye ümitleniriz. Fakat ortalığı karıştıran su, aydınlığa olan inancımızı da sorgular. Bir radyo spikeri programında, “Adliyenin tavanı çökmüşken minareyle uğraşmak tuhaf değil mi?” diye sorar. Yıkık dökük binalar, kurumlardaki işlevsizliğin sembolüdür.

Film, toplumsal iyileşme ümidi aşılamaz. Açılış sahnesinde, bir arabanın arka koltuğundayız. Ne kadın şoförün kimliğini ne de nereye gittiğimizi biliyoruz. Son sahnede ise geri viteste şehirden uzaklaşırız. Sanki bir kısır döngüde hissettiğim filmde, zaman doğrusal bir çizgide ilerlemiyor.

Savrulduğumuz suç çemberinden çıkış yok. Öldürülen patron iyi bir baba mı yoksa karısını aldatan bir yalancı mı? Maktulün yurtdışına çıkan oğlu, iyi bir eğitimin mi yoksa özgürlüğünün mü peşinde? Musa suçlu mu suçsuz mu? Hâkim için yeğeninin hayatı mı yoksa mesleği mi ağır basıyor? Teorilerin delil sayıldığı ve hâkimin birden katılmaktan vazgeçtiği duruşmada herkes şüpheli.

Tek tereddüttüm, filmin İtalyan besteci Antonio Vivaldi ile rapçi Anıl Acar’ı (Gazapizm) bir araya getirmesi. Avukat ile müvekkili görüşürken “Kafandaki Silah” şarkısı çalar. “Kesilmeyecek nefes, kesilmeyecek bilek” sözleri, Musa’nın ümidi kadar Canan’ın davayı kazanma azmini yansıtır. 18. yüzyıl klasik müziğini günümüz Uşak’ında geçen filmle bağdaştıramasam da Vivaldi’nin Türkçe rap ile buluşması, Canan’ın ve yaşadığı coğrafyanın Doğu Batı arasındaki sıkışmışlığını resmeder.

İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yönetmen (Selman Nacar) ve En İyi Kadın Oyuncu (Tülin Özen) ödüllerini alan Tereddüt Çizgisi’ni izleyin. Filmin başarısı, doğallığında gizli.

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Joker: İkili değil toplumsal delilik

Joker yerine çoklu kişilik bozukluğu sebebiyle açılan bir temyiz davasını çok daha derinlemesine işleyen ve Tom Holland’ın başrolünde oynadığı The Crowded Room dizisini izlemenizi tavsiye ederim

Pera Palas’ta Gece Yarısı’nda büyülü gerçekçilik

Dizi, 1940’lardan bugüne kadın hakları mücadelesinin bitmediğini gösterir. Esra’nın âşık olduğu Halit’in 1941’de “Sokaklar kadınlar için tehlikeli hale geldi” sözü, günümüzde de geçerliliğini koruyor. “Kadınları adam etmek” düşüncesi şimdi de hâkim değil mi? 

Longlegs, bir ayrımcılık “Cambaz”lığı

Cambaz’ı bir çocuğun perspektifinden gösteren sahnelerde katilin yüzünün yarısını görürüz. Ajan Lee’nin çocukluk travması, failinin yarım yamalak ekrana gelen görüntüsüyle yansıtılır. Fakat bu detay dışında kurgu sıradan

"
"