01 Aralık 2024

Cevher’den neden iğreniyoruz?

İki kadın arasındaki kıran kırana mücadele, Elizabeth’in kendisine karşı verdiği bir savaştır. Belki de hepimiz Elizabeth’iz. Hangimiz içimizdeki karanlık sese kulak vermiyor ki?

50 yaşındaki televizyon yıldızı Elizabeth Sparkle, gençlik ve güzellik vadeden bir maddeyi kullandığında kendisinin 20’li yaşlarındaki versiyonu Sue’ya hayat verir. Kusursuz vücuduyla ekranda parlayan yıldız, “iğrenç, yaşlı, şişman, berbat” bedenine geri dönmek istemez. Peki Elizabeth’e göre yüzündeki kırışıklıklar neden mide bulandırıcıdır? Julia Kristeva, Powers of Horror: An Essay on Abjection (1980) adlı kitabında; bazı nesneleri, canlıları, gelenekleri ve giyim tarzını “iğrenç” kılanın ataerkil toplum olduğunu yazar. Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanan The Substance, normlara uymayanların nasıl bir “ucubeye” dönüştüklerini başarıyla gösteriyor.

İğrenç addedilen, makbulü de belirler. Spor yaparken bile terlemememiz, zamana karşı direnmemiz ve süs bebekler gibi çevremize gülücük saçmamız beklenir. Annesinin “parla” öğütleriyle büyüyen Elizabeth (Demi Moore), hayal kırıklıklarını tebessümüyle örter. Güzel ve fit olsa da yaş aldıkça Hollywood’da ötekileştirilir. Yapımcısı Harvey’nin (Dennis Quaid) yemek tarifi gibi anlattığı vücut ölçülerine uymaz. Elizabeth’in göğüsleri ve kalçaları artık “yerli yerinde” değildir.

Güzellik mitini içselleştiren Elizabeth’in iç savaşı başarıyla resmedilmiş. 50 yaşındaki bedenine dinozor diyen Sue (Margaret Qualley), sarkmış yanaklarından nefret eden Elizabeth’in ta kendisi. Aynı benliği paylaşan Elizabeth ve Sue birbirlerine mahkûm. Vücuda enjekte edilen madde ile 20’li yaşlara tamamen bir dönüş imkansız. “Kendisinin daha iyi versiyonu” sayesinde aerobik programını sunmaya devam etse de hor gördüğü “yaşlı” bedeninden kurtulamaz. Telefonda maddeyi satan gizemli ses, ElizaSue’ya hep hatırlatır: “İkisi de sensin.” İki kadın arasındaki kıran kırana mücadele, Elizabeth’in kendisine karşı verdiği bir savaştır.

Belki de hepimiz Elizabeth’iz. Hangimiz içimizdeki karanlık sese kulak vermiyor ki? Kendimize çektirdiğimiz işkence, toplumun iğrenç/makbul ayrımını sorgusuz sualsiz kabullenişimizin göstergesi. Bizi dövmekten beter eden iç sesimize yenilmemek için hep bir mücadele veriyoruz. Yüzdeki kırışıklıkları ve lekeleri azaltacağını vadeden kremler ise bu savaştaki zırhımız. Substance hayaline hangimiz hayır diyebilir ki?

Yönetmen Coralie Fargeat, “iğrenç” nosyonumuzla başarıyla dalga geçiyor. Gazete Duvar yazarı Deniz Eldam’a göre filmin final sahnesi “mide bulandırıcı”:

The Substance bir sapkınlığa dönüşüyor. Standart bir body horror filminin neredeyse iki katına çıkıyor. Karşı çıktığı kadın düşmanlığı kadar çirkin bir hale geliyor.”[1]

İşte film aslında “standart,” “çirkin” ya da “aşırılık” kalıplarını kırarak bizi kendi ön yargılarımızla yüzleştiriyor. Eldam yazısının sonunda, “Kahrolası dengeye keşke sen de biraz saygı gösterseydin” dese de film kadınların ömür boyu adeta bir ip üstünde dengede durmaya çalışmasının ne kadar yıpratıcı olduğunu resmediyor. Bizim filmden “denge” beklentimiz, toplumda “uygun” ve “münasip” kavramlarını benimsediğimizin bir göstergesi.

Bir kadının kalçasından çıkan tavuk butlarından rahatsız olan izleyiciye inat yönetmen, yapımcı Harvey’nin işine son vereceği Elizabeth’in karşısında iştahla karides yediği sahneyi yakın çekim tekniği ile “iğrençleştirmiş.” Yazılmamış adetlere göre zarif kadınların yüzlerini ketçaba bulayacak hamburger yerine sağlıklı bir salata yemeleri münasiptir. Oysa filmde yemek yemesinden rahatsız olduğumuz iyi giyimli ve ünlü bir erkek. Aslında yiyip tükettiği de birlikte çalıştığı kadınlar.

MUBİ’de gösterime giren Cevher, izleyicilerin dengelerini altüst etse de iğrenç ve makbul arasındaki sınırların kolay yıkılamayacağını gösteriyor.

[Spoiler içerir.]

Son sahnede bir temizlik görevlisi, Hollywood’un Şöhret Yolu’nda Elizabeth Sparkle’a atfedilen yıldızı itina ile temizler. Toplum “pisliklerden” arınırken şov dünyası genç ve güzel kadınlarla ışık saçmaya devam eder. Kimseyi idealleştirmeyen filmin özgürlük vadetmemesi çok gerçekçi. Amerika’daki seçim sonuçları da Harveylerin dünyasında yaşadığımızın bir göstergesi.

Peki biz neden iğreniyoruz?  Ve midemizi bulandıran ögeler üzerinden içselleştirdiğimiz ideolojilerle yüzleşmeye hazır mıyız?


[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/dengeyi-kaybetmek-the-substance-ile-body-horrorun-sinirlari-haber-1733464

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Esas Oğlan’da esas olan podcast!

Sex and the City yakıştırmasına katılmasam da Hadise ve Seda Bakan’ı çok yakıştırdım. Aralarındaki ritim tutmuş. Ceren, Selma’ya “Benim esas oğlanım senmişsin” dediğinde ekonomik ve cinsel özgürlüğü olan ikilinin dostluğu izleyiciye geçiyor

Amerika’nın duvarlarla örülü seçimleri

Medyada olduğu gibi üniversitelerde de kapsayıcılık ilkesi adına yabancı hocaları çalıştırma politikası var. Danışmanım bana beyaz olmadığım için Amerika’da kolay iş bulabileceğimi söylemişti. Fakat pozitif ayrımcılıktan beslenen bu kozmopolit imaj, ırkçılığı örtemiyor

Yandaki Oda: Woolf, Joyce, Irak ve Vietnam’ın rastgele buluşması

Tarih ve edebiyatla ilgileniyormuş gibi gözüken ama aslında romantik kar sahneleri ve iyi oyuncularıyla göz boyayan filmleri sorgulayın. Yandaki Oda’yı izlemeden önce yandaki sinema salonunda hangi filmin oynadığına bir bakmanızı tavsiye ederim

"
"