12 Mayıs 2019

Uygarlık ve şiddet

31 Mart seçimlerinde YSK eliyle “hukuksal şiddet” enstrümanları aracılığıyla hak gasplarının nasıl yaşatıldığını; seçim ve sandık iradesinin “hukuksal metaforlar” ile nasıl yok sayıldığını gördük

Uygarlık için  bir tanımlama yapma gereği duyarsak  eskiye ait olan her şeyden arınma, yeniden dirilme, şiddetten kurtulma ve şiddeti yaşamdan tasfiye etmeye yükümlü bir ilerleme projesi olarak tarif edebiliriz. Modernliğin uygarlaşma yolunda sürekli bir ilerlemeye sahip olacağı fikrine dayanan bu iyimserliğin temelinde, akla duyulan güvenin yattığı biliniyor. Buna göre akıl ve rasyonalite yerleştikçe, akıldışının yansıması olan şiddet de insan eylem ve yaşamına damgasını vuran bir faktör olmaktan çıkacak, aklın ışığıyla aydınlanan toplumlar, böylece karanlıkla eşanlamlı olan şiddet ve barbarlıktan kurtulacak. Aklın sağladığı öz ve dış denetim de denetimsiz dürtülerin bir ürünü olan bu göstergelerin imhasıyla belirlenen bir ilerleme sürecini mümkün kılacak. Bunların “normallik” olmaktan çıkarak, “sapma” ya da “istisna” haline geldiği bir toplumsal düzene böylece ulaşılacak.

Bu tezahürler, bireysel şiddet eylemlerinde bir azalma hissettirmişse de modernlik projelerinin kurucuları ile etkili savunucularının da  hayretle izleyeceği bir sapmaya daha tanıklık edilecektir. Modernliğin, doğuş yeri olan Batı dünyasında şiddetin bütün boyutlarıyla ve farklılıklarıyla yerleştiği ve bu dünya ile sınırlı kalmayıp dünyanın tamamına yayıldığı tarihsel dönem olması, modernlik ile şiddet arasındaki ilişkiye dair tartışmaları bir kez daha açığa çıkartacaktır. Soykırıma varan savaşlar, bombalanan kentler, nükleer patlamalar, toplama kampları, kişisel cinayetlerin bir veba salgını gibi yayılması...

Bu yüzyıl, tasarlanmış olsun ya da olmasın, şiddetin her türünün, hak ettiğinden çok daha fazlasına tanık oldu. Üstelik daha da fazlasına tanık olmak işten bile değil. (John Keane)

Uygarlaşma şiddeti yeniden dağıttı

Modernliğin ilerleyen zamanlarının  genel bir tezahür biçimi olan şiddetin bireyselleştirilmesi,  şiddetin gittikçe  artan bir ağırlıkla medya aracılığıyla kamu önüne çıkarılması  insanların yaşamlarında dönüm noktası oldu. Yaşamın ayrıntılı bir şekilde şiddet eylemlerine boğulması, beraberinde şiddetin uygarlıkla olan bağını kamufle etmekteydi. Uygarlaşma süreci bilinenin aksine şiddeti hiçbir zaman sonlandırmayıp  şiddetin yeniden dağıtımı ve üretimi ile ilgili bir süreç yarattı.  (Zygmunt Bauman)

Şiddet uygarlıkla beraber bügünkü biçimine kavuşmuş, yasalarla kendi meşruiyetini sağlayarak örgütsel, toplumsal bir güç halini almıştır. Şiddet örgütsel, toplumsal bir güç haline gelirken kavramsal bir manipülasyonu da beraberinde getirmiştir. İnsan davranışları üzerinde yaptığı her sınırlamayı, engeli, kendi yurttaşına uyguladığı zoru hukuksal, yasal bir ifadeye kavuşturmuş; ötekinin, “barbarların” yaptığını da daima “şiddet olarak nitelemiş olup  mücadele edilmesi gereken bir alan olarak görmüştür. Modern devlet aynı zamanda şiddeti de kendi tekeline alıp şiddeti uygulama noktasında en ayrıntılı noktalarına kadar biçimlendirir.    Modern devlet, bütün siyasal birlikler gibi, sosyolojik olarak ancak kendine özgü somut araçları açısından tanımlanabilir: O da fiziksel güç ve şiddet kullanımıdır.  (Mithat Sancar)

Weber’de devlet, belli bir arazi içinde fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran insan topluluğu olarak da adlandırılır. Bu anlamda şiddetin kullanımını modern devletin aslı unsurlarından biri olarak görebilir ve modern devleti “şiddet tanrısı” olarak da görebiliriz. Yukarıda belirttiğimiz gibi modern dünya bireyler arasında şiddet uygulama ve şiddet görme davranışlarında bir azaltma yapmışsa da kendisi şiddeti daha ayrıntılı ve yıkıcı tarzlarda yaşanmasını yaratmıştır.

YSK eliyle hukuksal şiddet

Şiddet yalnızca fiziksel özellikleri ve bireylerin elleri aracılığıyla uygulandığında şiddet olmuyor. Şiddetin bireysel özelikleri ve psikolojik süreçler ile ilgili ayrıntılarından farklı olarak şiddetin devletin ideolojik aygıtları ve baskı aygıtlarıyla; hukuk, yasalar,  normlar ve güvenlik kuvvetleri ile nasıl uygulama alanı bulduğunu, toplumsal bir dizaynın nasıl gerçekleştirdiğini son dönem Türkiye’sinde gözlemlemek mümkün… 31 Mart seçimlerinde YSK eliyle “hukuksal şiddet” enstrümanları aracılığıyla hak gasplarının nasıl yaşatıldığını; seçim ve sandık iradesinin “hukuksal metaforlar” ile nasıl yok sayıldığını gördük.  Şiddet  olgusu hukuk, kanunlar eliyle kamufle edilerek yapıldığında,  ilan edilen sonuçların  adil, hukuksal ve meşru olduğuna bizleri inandırmak istediler.

Hukuksal şiddet kullanılarak demokrasinin seçimler aracılığıyla ölümünün gerçekleştirildiğine;  anlam dünyamızda bu kavramların nasıl silindiğine şahit olduk.   Dolayısıyla bahsi geçen aygıtlarla yurttaşların disipline edildiği, islah edildiği  ve sistemli bir şekilde hukuksal şiddet kullanılarak  bu süreci  içselleçtirilmemiz  istenildiği bir dönem yaşadık.

Maalesef bütün bu  gelişmeler tüm yurttaşların iradesini emanet ettiği “adalet mercileri” tarfından yapıldı. Uygarlık, medenileşme ve ilerlemecilik saikleri bir demokrasi şöleni yaratmamış, aksine “hukuksal şiddet” insanlığın iradesini gasp etmiş, kendi çocuklarını yiyen bir sisteme dönüşmüştür.  

Fakat  bu gasp İnsan’ın değerler dünyasında, ahlak dünyasında ve vicdanında   hesaplaşmadan kendini  kurtaramayacaktır. 

(Ayşe Minaz, Van’ın Tuşba ilçesinde HDP’den Belediye Eş Başkanı seçildi; KHK gerekçe gösterilerek mazbatası YSK tarafından ikinci sıradaki adaya verildi.)