03 Kasım 2020

Zamanın otoriter ruhu ve ABD seçimleri

Trump karşıtlarının tam bir seferberlik içine girdiği bu seçim Demokratlara yeterli bir oy fazlası sağlayacak mı göreceğiz. Ancak şurası bir gerçek ki, ABD'yi sancılı bir seçim sonrası dönemi bekliyor. Sonuçta, siyaset bilimcilerin ve birçok vatandaşın haklı olarak sorduğu soru şu: "eğer oyların çoğunu alan aday Başkan olamıyor ise, o zaman neden seçim yapıyoruz?"

Müthiş bir kutuplaşma ortamında gerçekleşecek olan 2020 ABD Başkanlık seçimleri ABD tarihindeki en önemli seçimlerinden birisi olacağa benziyor. Seçimler, bir yandan pandeminin yarattığı endişeler, bir yandan da siyahlara yönelik polis şiddetine karşı protestolar arasında gerçekleşecek. Şu ana kadar, erken oy verme oranı rekor derecede yüksek bir düzeyde. 2016'da oy veren toplam seçmen sayısı 136 milyon civarında iken, 2020'de henüz seçim günü gelmeden önce, erken oy verenlerin sayısı 90 milyonun üzerine çıkmış durumda. Erken oy verenlerin daha ziyade Demokrat olduğu düşüncesi yaygınlıkla dile getiriliyor. Kimileri sanki hayatları bu oya bağlıymışçasına oy verdiklerini dile getiriyorlar.

Seçim arifesinde, ABD Başkanı ve Cumhuriyetçilerin 2020 Başkan adayı Donald Trump'a karşı olan Cumhuriyetçileri de kapsayan bir seferberlik havası var. Özellikle, Trump karşıtı Cumhuriyetçilerin oluşturduğu Lincoln Projesi üyeleri, hazırlayıp yayınladıkları video ve pankartlar ile Demokratların Başkan adayı Joe Biden'ı destekliyorlar. Son olarak, 2008'de Cumhuriyetçilerin Başkan adayı olan ve Barack Obama'ya karşı seçimi kaybeden ve 2018'de de vefat eden ABD Senato üyesi John McCain'in eşi Cindy McCain bile, Biden'ı desteklediği bir video ile gündemde. Trump taraftarları Demokratları "aşırı solcu," "sosyalist" gibi ifadeler ile suçlarken, Trump karşıtları ise ABD Başkanı'nı "faşist" olarak tanımlıyorlar. Rakibin düşman olduğu seçimlerden birisi bu… Seçim arifesinde bazı büyük dükkanların şehir merkezlerindeki mekanlarının dış cephelerini, seçim sonrası ortaya çıkabilecek gösteriler korkusu ile, koruyucu plakalar ile kapladığı haberleri var. ABD'de seçimden ziyade iç savaş rüzgarları esiyor.

Zamanın ruhu

Bugün dünyanın birçok yerindeki otoriter rejimler, darbeler gibi ani hamleler ile başa gelmek yerine seçimler gibi demokratik mekanizmaları kullanarak iktidara gelip, yavaş yavaş otoriterleşiyorlar. Birçoğu birden fazla partinin yer aldığı ancak adil ve özgür olmayan seçim mekanizmalarını kullanarak iktidardaki sürelerini uzatıyor ve bu süre içinde de yürütme organının yasama ve yargı üzerindeki gücünü artırarak otoriterliklerini perçinliyorlar. Birçok araştırma, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde bu rejimlerin sayısında artış olduğu tespitini yapıyor.

ABD de kuşkusuz zamanın otoriter ruhundan payını alıyor. Öncelikle ABD Başkanı Trump'ın dilinde, tweet'lerinde de izlenebilen bir otoriterlik var. Polisin siyah vatandaşlara uyguladığı şiddete karşı çıkmak için sokak gösterilerine katılanlara "terörist" diyen, dikkatleri polis şiddetinden göstericilere çekmeye çalışan bir dil kullanıyor. Black Lives Matter için "nefretin sembolü" gibi bir ifade kullanabiliyor. Trump son olarak da "2020 seçim sonuçlarına saygı duyacak mısınız?" şeklindeki soruyu "bakacağım" şeklinde ucu açık bir şekilde yanıtladı. Ancak ABD'de otoriterliğin izdüşümleri sadece Trump'ın dili ile sınırlı değil; eylemlerinde de izlenebiliyor. Örneğin Trump, Haziran 2020'de, ancak valilerin onayı ile kullanılabilecek olan federal askeri gücü kendi kararı ile kullanmaya kalkışarak ABD başkenti sokaklarında askeri rejimleri andıran bir görüntü yarattı; William Barr döneminde Adalet Bakanlığı üzerinde tam bir tahakküm kurdu; Yüksek Mahkeme'ye yargıç atama süreçlerinde partizan ve yangından mal kaçıran bir tutum takındı... Adalet Bakanlığı üzerinde kurduğu tahakküm nedeniyle, hakkında önerilen bazı soruşturmalar yapılamadı. Bunların arasında pandemi döneminde vatandaşlara gönderilen çeklerin içine koyduğu ve kendi imzası ile yazdığı mektuba yönelik eleştiriler de var. Bu mektup ile sanki bu çekleri kendisi gönderiyormuş gibi bir intiba yarattığı için hukukçular kendisini şikayet etmişti. Ayrıca göçmenlere ilişkin, göçmen çocuklara ilişkin politikaları da otoriter olarak tanımlanabilecek eylemler.

Dünyada otoriterleşme gibi demokratikleşme dalgaları da oluyor. Her iki eğilimin de bulaşıcı olduğunu söylemek mümkün. Bir yandan pandemi, istisna dönemi uygulamaları ile otoriter gelişmelere ivme kazandırıyor, bir yandan da hepimizi bu girdaptan kurtaracak bir umut ışığı arıyoruz. Belarus'daki direniş hareketleri bölgeye ve dünyaya bir umut olma potansiyelini barındırdığı için de geniş bir yankı uyandırıyor. Zamanın otoriter ruhunu delecek bir örneğe ve bu örnekten ilham almaya çok ihtiyaç duyulan bir dönemdeyiz. Özellikle insan hakları ihlallerine direnmenin daha da büyük boyutta ihlaller ile sonuçlandığı otoriter ülke vatandaşları, hala direnebilmenin mümkün olduğu ülkelerden bir umut ışığı bekleyişi içindeler. Aklıma Obama Başkan seçildiğinde, Türkiye'de kurban kesip, kurbanın kanını posterlerdeki Obama fotoğrafının alnına sürüp, halay çekerek kutlamalar yapan insanlar geliyor. Biden kesinlikle karizma yoksunu bir lider olsa da, dünyada, farklılıkları kucaklayan ve otoriter ülkelerde baskı altında yaşayan insanlar, Trump'ın seçimi kaybetmesi ile, zamanın ruhu olan otoriterliği sembolize eden bir domino taşının devrilmesini bekliyorlar. ABD'de nutkumuzun tutulmasına yol açan söylem ve eylemi dört yıldır sürdüren Trump'ın tekrar Başkan seçilmesinin yaratacağı ümitsizlik, sadece ABD'de değil küresel anlamda da hissedilecek gibi görünüyor. Hiç kimse, hele bir de pandemi döneminin zorluklarını yaşarken, bir kez daha kötülerin kazandığı bu filmi artık izlemek istemiyor.

Columbia Üniversitesi, Earth Enstitüsü içinde yer alan bir merkezin (National Center for Disaster Preparedness) yakınlarda yayınladığı bir rapor; eğer doğru önlemler alınsaydı ABD'de yaşayan yüzbinlerce kişinin pandemi dolayısı ile gerçekleşen ölümü önlenebilirdi diyerek hükümetin başarısızlığına işaret ediyor. Ancak ABD'de Biden'ın Başkanlık seçimlerini kazanması hiç de kolay değil. Çünkü 2000 ve 2016 seçimlerinde de görüldüğü gibi oyların en fazlasını alan adayın Başkan olması kesin değil. Başkan adayının ABD'ye özgü bir delege sistemi içindeki Seçmenler Koleji'nin oylarının çoğunluğunu alması gerekiyor.

Popüler oyu almak seçim kazanmaya yetmiyor

2020 ABD Başkanlık seçimlerinde, gözler Trump'ın 2016'da seçimleri almasını sağlayan Rust Belt (Pas Kuşağı) denilen eyaletlerin üzerinde. Bu eyaletler 1980 sonrasında endüstrilerinin kriz ve çöküş yaşadığı ve birçok fabrikanın kapanarak boş ve atıl yani paslanmış hale geldiği eyaletler. Bu eyaletler arasında bu seçimin kilit önemdeki eyaletleri olan Pennsylvania, Michigan, Wisconsin gibi eyaletler var. Trump 2016 seçimlerinde Pennsylvania'yı yüzde 0.7 gibi çok küçük bir farkla kazanarak büyük bir avantaj elde etmişti. Benzer bir sonuç Wisconsin ve Michigan'da da ortaya çıkmıştı. Küçük bir fark ile de olsa en yüksek oyu alan kişi Seçmenler Koleji oylarının tümünü aldığı için, Trump bu eyaletlerde az oy farkı ile seçimleri alarak bu eyaletlerin tüm Seçmenler Koleji oylarını ele geçirmiş ve ulusal düzeyde oyların çoğunu alamamasına rağmen Başkanlık seçimini kazanmıştı. 2020'de bu eyaletlerin dönüşüm geçirdiği ve Biden'ın bu eyaletlerde avantajlı olacağı beklentisi var. Seçim arifesinde Wisconsin pandeminin en kötü dönemini yaşıyor. Pennsylvania'da ise yeni yaşanan ve yine siyah bir vatandaşın ölümü ile sonuçlanan polis şiddeti ertesinde protestolar yaşanıyor. Birkaç gün önce eyaletin Demokrat Valisi eyalet güçleri yetersiz kalınca Ulusal Muhafızları güvenliği sağlamak üzere harekete geçirdi. 2020'de bu eyaletler ve her zaman olduğu gibi Florida eyaletindeki sonuçlar seçimin belirleyicisi olacak. 2020'de Joe Biden'ın ulusal düzeyde popüler oyları Trump'dan daha yüksek oranda alacağına kesin gözü ile bakılıyor. Bütün mesele popüler oyları kazanmanın Başkanlık seçimlerini kazanmaya yetip yetmeyeceğinde yatıyor.

Seçmenler Koleji

ABD seçim sisteminin en kendine özgü kurumlarından birisi Seçmenler Koleji. ABD'de siyasal sistemin kurucuları, attıkları birçok adımda "çoğunluğun tiranlığı"nı önlemeye yönelik hareket etmişlerdi. Bugün ABD'de oy veren bir vatandaş aslında verdiği oy ile kayıtlı olduğu eyaletin Seçmenler Koleji delegelerini seçmeye yönelik bir oy vermiş oluyor. Başkanı ise bu oylar ile belirlenen Seçmenler Koleji seçiyor. Bu konuyu ABD'nin kuruluş döneminde kaleme alınan ve Federalist Papers denilen dökümanların içinde, özellikle de Alexander Hamilton'ın yazılarında okumak mümkün. Seçmenler Koleji delegelerinin toplam sayısı 538. Başkan olabilmek için bu sayının yarısının bir fazlasını yani 270 Seçmenler Koleji oyunu almak gerekiyor. Seçmenler Koleji delegeleri arasında kararını değiştirenler olabiliyor. Ancak daha önemlisi eyaletlerden kaç üyenin Seçmenler Koleji üyesi olduğu konusu. En yüksek sayı, yüksek nüfusu ile California'da. Bu eyaletin Seçmenler Koleji'nde 55 delegesi var. Texas'ın 38, Florida ve New York eyaletlerinin ise 29'ar delegesi var.

Peki nasıl oluyor da bir aday ulusal düzeyde popüler oyun daha fazlasını almasına rağmen (2016'da Hillary Clinton, 2000'de Al Gore'a olduğu gibi) Başkanlık seçimlerini kaybediyor? Oyların ulusal düzeyde en fazlasını alan nasıl oluyor da Başkan olamıyor? Öncelikle, bir aday bir eyalette (Trump'ın 2016'da yaptığı gibi) küçük bir yüzde farkı ile oyların daha fazlasını alırsa o eyaletteki tüm Seçmenler Koleji üyeleri o siyasi partiden seçilmiş oluyor. Bir örnek ile daha da açıklamaya çalışayım: California'nın nüfusu 39 milyon kişi ve Seçmenler Koleji delege sayısı da 55. İçinde Nebraska, Arkansas, Iowa, Kansas, Alaska, Montana, Rhode Island gibi eyaletlerin ve District of Columbia'nın da bulunduğu ve nüfusları toplandığında tek eyalet olan California ile aynı nüfusa sahip olan 22 eyalete bakarsak eğer, bunların bazısının 3, bazısının 4, bazısının da 5 ya da 6 Seçmenler Koleji delegesi var. Bir eyaletin en az Seçmenler Koleji delege sayısı 3 oluyor. Bu 22 eyaletin nüfusu California ile aynı yani 39 milyon civarında olsa da, California'nın 55 Seçmenler Koleji delegesine karşın, bu 22 eyaletin toplam 95 Seçmenler Koleji delegesi var. Özetle, Seçmenler Koleji büyük eyaletlerin her şeyi kontrol etmemesi için küçük eyaletlerin Seçmenler Koleji nezdinde daha imtiyazlı olarak temsil edilmelerine yol açıyor. İşte böylece California'da ezici bir şekilde oy çoğunluğu alsanız bile, eğer rakibiniz bu küçük eyaletlerde küçük farklar ile oyların çoğunu alırsa Seçmenler Koleji'nde üstünlük kurabiliyor. Aynı durum Senato için de söz konusu. Cumhuriyetçilerin Senato'daki üye sayısı daha fazla olsa da, bu üyelere oy verenlerin yüzdesine bakınca Demokrat seçmenlerin sayısının daha fazla olduğunu görüyorsunuz.

Günümüzün en önemli siyaset bilimcileri çoğunluğun karşısında küçük eyaletlerin ezilmemesi için tasarlanan bu sistemin bugün artık azınlığın yönetimine yol açtığını söylüyorlar. Küçük eyaletlerin daha ziyade Cumhuriyetçi oylara sahip olduğunu ve Seçmenler Koleji'nin ulusal oy yüzdesinin çoğunu alan Demokratları dezavantajlı duruma getirdiğini söylüyorlar. Bu sistemin reformuna yönelik girişimler var ancak henüz etkili bir sonuç alınmış değil. Geçenlerde New York Times'ta (23 Ekim 2020) yazdıkları makale ile bu sistemi son derece açık bir dil ile eleştiren Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt, Joe Biden'ın ulusal popüler oyu ancak 7 puan gibi önemli bir fark ile aldığı takdirde Seçmenler Koleji oylarında 270'in üzerine çıkabileceğini söylüyorlar.

Trump karşıtlarının tam bir seferberlik içine girdiği bu seçim Demokratlara yeterli bir oy fazlası sağlayacak mı göreceğiz. Ancak şurası bir gerçek ki, ABD'yi sancılı bir seçim sonrası dönemi bekliyor. Sonuçta, siyaset bilimcilerin ve birçok vatandaşın haklı olarak sorduğu soru şu: "eğer oyların çoğunu alan aday Başkan olamıyor ise, o zaman neden seçim yapıyoruz?"



TIKLAYIN | ABD Başkanlık seçimini anlama rehberi

Yazarın Diğer Yazıları

Yaşlılık ve kadınlık; ya da geleceğimiz ve yapay zekâ mı demeli?

Yaşlanmayı teslimiyet değil de bir tür direniş olarak tasvir edebilirsek eğer, belki de o zaman yaşlıları olumsuz ve pasif varlıklar olarak değil de Nazım Hikmet'in ifadesi ile, bir "isyan bayrağı gibi güzel" özneler olarak görebilmenin kapısını da aralayabiliriz

Yeni demir perde

Eski demir perdeyi diktatörlüklerin hüküm sürdüğü ülkeler inşa etmişti. Günümüzdeki yeni demir perdenin mimarları ise demokrasiler

"Çıkış" mümkün mü; çıkanlar nasıl çıktı?

Özgür olmayan, yani demokrasi olmayan otoriter bir rejimde seçimler ile hükümet değişikliği olabilir mi? Sanırım bugünün Türkiye'sinde yanıt bekleyen en önemli sorulardan birisi bu