İster anaokulu olsun ister lise düzeyi, ebeveynlerin en çok merak ettiği konulardan biri çocuklarının hangi sınıfta yer alacağı oluyor. Bu merakı yüzeysel bir şekilde “çocuğumun sınıf arkadaşları kimler olacak” merakı olarak düşünmek de, biraz daha kurcalayıp “kimler olmamalı” arzusunun tezahürü olarak görmek de mümkün.
Ben kurcalamaktan yanayım. Bu konunun toplumsal ve bireysel boyutları var ve elbette okullardaki ayrımcılık meselesini deşmek istersek hem devletin eğitim politikalarına, hem de eğitimcilerin sorumluluklarına bakmak gerekir.
Ancak ben bu yazıda aileye odaklanmak istiyorum. Öncelikle şunu söylemek isterim: Okulları steril alanlar olarak görmememiz gerekir. Kökleri Fransız Devrimi’ne dayanan zorunlu eğitim sistemi zaten yapısı gereği öğrencileri belli okul ve sınıflara yönledirir. Aynı yaştakilerin aynı sınıflara koyulduğu bir sistem de olsa, okul, çocuğunuzun sadece benzerleriyle biraradalığını yaşayacağı bir yer değildir, olmamalıdır.
Okul toplumun yansımasıdır. Toplum neyse okul da odur. Çocuğunuzu sabahları servise bindirip adeta Truman Show minvalinde bir kurgunun içine yollamıyorsunuz. Orada farkılıkların, çatışmanın, başarısızlığın, zorbalığın olacağını bilmeniz gerekir.
Sınıf, farklılıklarla zenginleşen bir yerdir
“Kimler olmasın?” sorusuna yine bir soruyla cavap verelim: Bir düşünün, acaba kafanızdaki ideal toplum ve ideal başarı modellerini çocuğunuza ve okula yansıtıyor olabilir misiniz? Eğer ki ’Suriyelilerin ülkemizde ne işi var? Kalıp ülkelerinde savaşsalardı’ diyorsanız çocuğunuzun sınıfında Suriyeli bir öğrenci istemezsiniz. Heteronormatif kalıpların dışındaki bireyleri yok sayıyorsanız çocuğunuzun sınıf arkadaşının bir LGBTİQ birey olmasından rahatsız olur, hatta olası arkadaşlıklarını engellemeye çalışırsınız. Belli toplumsal gruplara karşı önyargılarınız varsa, çocuklarınız bu önyargıları sizden çoktan öğrenmiş olacak, dolayısıyla bu önyargıları da okuldaki arkadaşlarına yansıtacaktır.
Gündüz Vassaf “Cehenneme Övgü” adlı eserinde ’Barışı koruyan hep bizim silahlarımız, tehdit edense başkalarınkidir’ der. Şimdi bunun konumuzla ne alakası var diye düşünmeyin! Bu tehdit algısı sadece sosyal bilgiler ve tarih derslerinde beslenmiyor. Siz bazı çocuklardan çocuğunuzu uzak tutarak ya da önyargılarını besleyerek çocuğunuzda bir tehdit algısı oluşturuyorsunuz. Davranış problemi olan, sosyo ekonomik düzeyi farklı olan, çocuğunuzdan daha düşük bir akademik başarısı olan, etnik kökeni farklı olan, ya da herhangi bir “engeli” olan “diğerleri” ni, çok masum gibi görünen “Ama diğerlerinin öğrenme zamanından çalıyor”, “Ama çocuklarımıza kötü örnek oluyor” gibi açıklamalarla yok saymış oluyorsunuz.
Oysa ki sınıf öğrencilerin farklılıklarıyla zenginleşen bir yerdir. Bunu bir slogan olarak değil, gerçekten inanarak söylüyorum! Tüm öğrencilerin birbirinden öğreneceği çok şey var. Öğrenme derken de sadece müfredat aklınıza gelmesin. Öğrenciler birbirlerinin deneyiminden öğrenir, davranışlarından öğrenir, düşünme biçimlerinden öğrenir.Son dönemde eğitim dünyasındaki popüler deyimiyle “sorun çözen birey” olmayı da farklı sosyal ortamlarda bulunarak, çatışmayı da yaşayarak öğrenir.
Karışmak, karşılıklı zenginleşmektir
Aşağıdaki cümleler Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun’un kızına öğütlerinden oluşan kitabından:
“Sınıfa girdiğinde, etrafına şöyle bir bak; bütün öğrencilerin birbirinden farklı olduğunu göreceksin. Ve bu çeşitliliğin güzel bir şey olduğunu da. Bu, insanlık için bir şans. Bu öğrencilerin hepsi farklı ufuklardan gelmiş, hepsinde sana verecekleri, sende olmayan bir şeyler var. Sende de onlara verebileceğin, henüz tanımadıkları bir şeylerin olduğu gibi. Karışmak, karşılıklı olarak zenginleşmektir.”
Kitabın ismi “Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum”. Baba kızına ırkçılığı anlatırken farklılıkları kucaklamanın nasıl da hayati bir önemi olduğunu vurguluyor bu cümlelerle.
Öyleyse,ilk yapacağımız şeylerden biri ırkçılığın ne olduğu üzerine tekrar tekrar düşünmek ve kendimizle yüzleşmek olmalı. Irkçılık size “ağır” bir kavram gibi geliyor olabilir. J.Reynolds ırkçılığı ’kendi ırkının diğer ırklardan üstün olduğu inancı ve buna eşlik eden davranış kalıpları“ olarak tanımlar. Semra Somersan ise “Sosyal Bilimlerde Irk ve Etnitise” kitabında şöyle der:
“Böylesi bir anlayış bugünkü ırkçılıkları açıklamaya yeterli değil. Çünkü çağdaş ırkçılıklar biyolojik üstünlükten ziyade kültürel bir hiyerarşiyi temel alıyor. Gruplararası eşitsizliklerin nedeni olarak da aşağılık ve alttaki grupların çalışma ahlakı, kendine güven, kendi kendine disiplin ve bireysel başarı gibi temel değerleri öne sürerek düşüncelerini meşrulaştırıyorlar.”
Bu düşünceden hareketle ister sınıfsal olsun, ister kültürel ayrımcılığı ailemizde tekrar tekrar ürettiğimizi söylemek mümkün. Okulu aileden bağımsız bir yapı olduğunu düşünmek ise mümkün değil.
Etkili bir eğitimin üç sacayağı var. Öğrenci, okul ve veli. Demokratik toplumlarda bu mekanizmalar iyi işliyor. Ortaklaşabilmek, birlikte düşünebilmek, birlikte politika üretebilmek o kadar önemli ki!..
Sahip çıkmalıyız! Sadece kendi çocuklarımıza değil, tüm çocuklara. Okulumuza, öğretmenlerimize, diğer anne babalara. Ailenin gücüne, oradan gelecek değişime de inanmalıyız.
Değilse, yarıştırmaya, ayrıştırmaya, ötekileştirmeye devam edeceğiz.