Son zamanlarda yeni bir kavram sıkça kullanılır oldu: “Yeni nesil annelik”.
Bu annelerin okuma, araştırma, çocuğunu organik besleme, çevreye duyarlı olma, çocuğunun eğitimi konusunda titiz olma gibi özelliklere sahip olduğu söyleniyor. Bunların yanı sıra çeşitli noktalarda eleştiri oklarının hedefindeler. Şöyle ki; bu anneler mükemmel anne sendromu yaşıyor, gelecek kaygısı yüksek, aşırı korumacı, telaşlı, dolayısıyla da “sorunlu”.
Bu tip annelerin okullara yansımalarını geçenlerde Hürriyet Gazetesi’nden Nuran Çakmakçı “Okulların Yeni Nesil Annelerle Sınavı” başlığıyla köşesine taşıdı. Yazıda özetle bu annelerin, öğretmenlerden yersiz beklentilere girdiğinden, çocuklarına “özel” davranılmasını talep ettiğinden bahsedilmiş.
Evet, yazıda bahsedilen sorunlar okullarda yaşanıyor. Amma velakin, bu yaklaşım sorunlu, çünkü “cinsiyetçi iş bölümü”nü, “kutsal anne miti”ni sorgulamadan yapılan eleştiriler havada kalıyor. “Çocuğun eğitiminin sorumluluğu neden kadınlara yüklenmiştir” sorusunu sormadan yapılan eleştirilerin karşılığı yok, çünkü meseleye baştan bu ön kabulle girişmiş, çözümü de yine kadına yüklemiş oluyoruz.
Kim bu “yeni nesil anneler”?
Öncelikle şunun altını çizmek gerekir: Yeni nesil annelerden kasıt orta ve üst sınıf, beyaz, heteroseksüel annelerdir. Organik beslenme, özel dil kursları, sanatsal faaliyetler, kolejler sınıfsal olanaklar… Neoliberal politikalar ve muhafazakâr ideoloji ile mücadele etmeden, bu saiklerin “inşa” ettiği annelikle de mücadele etmek mümkün değil.
Bu noktada şunu sormak gerekiyor: Kutsal annelik miti kimin işine yarıyor? Kadınların işine yaramadığı ortada! Bu nasıl bir kutsallıktır ki kadını ezer, yok sayar, iş yaşamından alıkoyar, siyasi katılımını engeller? Bu nasıl bir kutsallıktır ki, her gün öldürülür, tecavüze uğrar ve şiddet görür kadınlar?
Anneliğe yüklenen anlamlara baktığımızda çokça duygulara hitap ettiğini görüyoruz. Elleri öpülesi anneler, saçını süpürge eden anneler, fedakâr anneler, çocuklarına kıyamayan anneler… Bu kalıp yargılar ailede, okulda, medyada, kitaplarda sorgulanmaksızın kullanılıyor. Örneğin reklamlara baktığımızda “çocukların iyiliğini düşünen anneler” vurgusunun sözel ya da farklı imgelerle vurgulandığını görüyoruz. Falanca marka sütü, mamayı, bebek bezini kullanan, çünkü çocuğu için “en iyisini bilen” ve “en iyisini isteyen” annelerin ve bakımından sorumlu oldukları çocuklarının “piyasalaştırılması” söz konusu. Reklamlar sadece ürün değil, aynı zamanda bir “yaşam biçimi” pazarladığından, “makbul annelik “piyasada” tekrar tekrar üretiliyor. Bu üretimle birlikte cinsiyetçi iş bölümünün: kısaca kadının kadın olduğu için “yuvayı yapmasının” meşrulaştırılması süreci devam ettiriliyor.
Eğitimde ebeveyn, “anne” demek
Cinsiyetçi iş bölümünün yakın tarihine bakarsak, Endüstri Devrimi sonrası ev ve iş birbirinden keskin bir şekilde ayrıldığını ve “ev-işi”nin kadının, “para kazanma”nın da erkeğin görevi olduğunu görürüz. Daha sonra iş yaşamına katılsa dahi kadınlar, ev-içi işlerden ve çocuk bakımından sorumlu oldular. Buna çocukların eğitimi de dahil oldu. Bugün anneler, sorgulanmaksızın okullarda “doğal veli” kabul ediliyor. İster çalışan ister çalışmayan anne olsun, annelik aynı zamanda çocuğun eğitimle ilgili ihtiyaçlarını sırtlanmak demek. Çocuğun öz bakımından tutun, ödevlerinin ve okul etkinliklerinin takibi, toplantılara katılım gibi işleri çoğunlukla kadınlar yapıyor.
Dolayısıyla eğitim alanında ebeveyn demek “anne” demek oluyor.
Herhangi bir kitapçının pedagoji ile ilgili bölümüne bir göz gezdirirseniz sadece bebek bakımı değil, çocuk gelişimi eğitimi konusunda da yazılmış birçok kitabın anneye hitaben yazıldığını görürsünüz.
Annelere eğitim konusunda bu kadar yüklenilirken, çoğumuzun aklına da “Yahu bu babalar nerede?” sorusu gelmiyor.
“Anne” gibi öğretmen!
Üstelik annelik, “biyolojik” anneliği aşan ve tüm kadınlara değen bir kavram... Eğitim alanında kadın öğretmenlerden beklenen “annelik” de bu soruna örnek olarak verilebilir. Kadın öğretmenlerin öğrencileri daha sarıp sarmalayan, şefkatli, yakın duygusal bağ kuran, gerektiğinde öğrencilerin “arkasını toplayan” bir rolde olmaları arzulanıyor. Bir kadın öğretmen arkadaşım bir velinin kendisini çocuğuna yeterli desteği vermemekle suçladığını ve “Tabii siz anne olmadığınız için anlamazsınız” şeklinde bir yorum yaptığını paylaşmıştı!..
Bugün ülkemizde “anne gibi öğretmen” bir övgü olarak kullanılıyor. Dolayısıyla profesyonel bir meslek ve belli pedagojik ilkelere dayalı öğretmenlik, kadın öğretmenler için duygusal bir yükü de beraberinde getiriyor.
Anlayacağınız annelik, anne olmanın ötesinde kadına yüklenen rollerden biri… Bir oyuncak mağazasında yapacağınız küçük bir gezinti “nasıl oluyor da böyle oluyor?” sorusunun cevabını tek başına verebilir. Kız ve oğlan oyuncaklarının keskin çizgilerle ayrıldığı bu mağazalarda kızların oyuncaklarının özeti şöyle: Bebek, bebek bakımı ile ilgili her türlü malzeme, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, ütü, fırın, mutfak malzemeleri, elektrik süpürgesi. Kızlar oyunlarında “annelik” ve “ev kadınlığı” yaparken, oğlanlar bin bir çeşit legolar, uçaklar, arabalar, gemiler, traktörlerle oynuyor.
Yani annelikten nasibini almayan kız çocuğu yok.
Kadınlığın ve anneliğin duygularla ilişkili tanımlanmasının tehlikesinden bahsetmiştim. Oysa ihtiyacımız olan duygusal yükler değil, “hak temelli” bir yaklaşım. Çocukların eğitimi meselesine bu çerçeveden bakmaz, bu sorumluluğun hem anne hem babaya ait olduğunu vurgulamazsak bir arpa boyu yol alamayacağız.