22 Aralık 2019

İnkârı anlamaya yeğleyen eğitim sistemimiz

Soykırımın eğitimde yer bulması, demokratik değerleri, temel hak ve özgürlükleri öğrencilere öğretebilmek adına, hem yaşadığımız coğrafya hem dünya tarihine eleştirel bakabilme becerisini geliştirmek için çok önemli bir fırsat. Ne yazık ki biz bu fırsatı eğitimin herhangi bir kademesinde değerlendiremiyoruz

Adalet kavgası benimle başlayıp biter. 

Hakikat söyleyebileceklerimin sesidir. 

Sadece başkaları hürken ben iyi olabilirim

Ve doğrunun bedelini ödemeye hazırım.

Yukarıdaki satırları şair Gwyneth Lewis, 2006 yılında Holokost'u Anma Günü için yazmış. Şiirin ismi, Bir Kişi Bile Fark Yaratabilir.

Holokost yani Yahudi Soykırımı dünya tarihinin "çukur"larından biri. Bu çukura dalmak, her soykırımda olduğu gibi hem tarihsel, hem sosyolojik hem de günlük siyaset dili bağlamında daha diplere sürüklenme tehlikesi de barındırıyor, şöyle bir silkelenip kendimize gelme, yüzleşme, sorumluluk alma, daha özgür bir dünya tahayyül etme umudu da.

Ülkemizdeki eğitim için ise soykırım, bir yokluk öyküsü. Sürpriz olmasa gerek! Yok saymak da başlı başına bir söylem sonuçta. 12 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin öğrencilere aktardığı yüzlerce konu arasında kendine yer bulamayan Holokost, günlük siyasette, sosyal medyada, kültürel kodlarla , Yahudilere karşı nefret söylemiyle iç içe geçmiş, bol komplo teorisi soslu bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Hâl böyle olunca, hiç de yabancısı olmadığımız kulaktan dolma bilgilerle fikir sahibi olunan, düpedüz antisemitizmi (Yahudi düşmanlığı) besleyen ve yeniden üreten bir araç haline geliyor. Bu sadece Holokostu değil, "öteki" olarak gördüğümüz, soykırım ya da katliamlara maruz kalmış tüm halkları nefessiz bırakan bir havayı gün be gün solumaya devam etmemiz, inkarı anlamaya yeğ tutmamız, ama onlar da şöyle böyle yaptılar basitliğine indirgememiz anlamına geliyor.

Eğitimden nefret söylemine Holokost

Hal böyle olup, konuyla hem günlük yaşam hem de okulda ilgilenmek, hatta ilgilenmeye niyetlenmek bile karşımıza aşılması zor duvarlar çıkarsa da, umudumuzu kaybetmeden işin ucundan tutmanın, söz söylemenin, bir araya gelmenin yollarını yine de bulabiliyoruz. Geçtiğimiz hafta sonu üç yıldır içinde olmaktan mutluluk duyduğum "Anne Frank'in Yaşam Öyküsü Üzerinden Temel Haklar ve Demokratik Değerler Öğretimi" projesinin kapanış konferansına katıldım. İki gün boyunca Holokost'u eğitimden, nefret söylemine geniş bir yelpazede ele alma fırsatı yakaladık. Okul müfredatında yok denecek kadar az yer bulan bu konu ile ilgili hazırladığımız eğitim modüllerini de katılımcılarla paylaştık.

Soykırımın eğitimde yer bulması, demokratik değerleri, temel hak ve özgürlükleri öğrencilere öğretebilmek adına, hem yaşadığımız coğrafya hem dünya tarihine eleştirel bakabilme becerisini geliştirmek için çok önemli bir fırsat. Ne yazık ki biz bu fırsatı eğitimin herhangi bir kademesinde değerlendiremiyoruz. Yüzleşmek ve anlatmanın sadece yaşayan halklara karşı değil, tüm insanlığa karşı bir sorumluluk olduğunun bilincinde olarak, uygun pedagojik yöntemlerle öğrencilere konuyu aktarabilmek çok önemli. Bu noktada tarih eğitimi müfredatının bu gözle yeniden düzenlenmesi, tüm seviyelerde sağlam bir insan hakları ve demokrasi eğitimi altyapısı oluşturulmasına ihtiyacımız var. Ayrımcılık, nefret söylemi, ötekileştirme, ırkçılık gibi meselelerin öğrencilerin okul içinde kafa yorduğu alanlar olmasını sağlamalıyız.

Faşist simge, korkak benliği telafi eder

Faşizmi kuran mekanizmaları anlamadan onunla mücadele edemeyiz. Bireye gücünü hatırlatmazsak bir daha bunların yaşanmayacağının garantisini veremeyiz. Eric Fromm Özgürlükten Kaçış isimli kitabında "Faşizm; bireyin özünün güçsüzleştirilip, önemsizleştirildiği toplumlarda yükselir. Kendine yabancılaşan birey, acımasız faşist simgede kendi korkak benliğini telafi eder" diyor. Bu yüzden Lewis'in "Adalet kavgası benimle başlayıp biter" dizesinin peşine takılıp gitmek gerekiyor. Bireyi bu anlamda güçlendirmek ise sorumluluk bilinci vermek, sağlam tarihsel arka plan vermek, bir arada yaşamanın da faşizmle mücadelenin de mümkün olduğunu gösterebilmekle olabiliyor.

2. Dünya Savaşı'nda işgal altındaki Avrupa'da yaklaşık altı milyon yahudi sistematik olarak katledildi. Anne Frank, henüz 15 yaşındayken bir toplama kampında can verdi. İki yıl boyunca ailesiyle birlikte saklandığı evde, kendisine doğum gününde hediye edilen günlüğüne aşağıdaki satırları yazdı:


Anne Frank

"Hatıra defteri tutmak benim gibi biri için tuhaf bir duygu. Yalnızca daha önce hiç yazmadığımdan değil. İleride ben dahil hiç kimse on üç yaşında bir kızın içinden geçenlerle ilgilenmeyecekmiş gibi geliyor. Ama aslında bunun hiçbir önemi yok, ben yazmak ve daha da önemlisi kalbimden geçen bir sürü şeyi ortaya dökmek istiyorum."

Oysa ki yazdıkları milyonlara ulaştı. Demek ki şairin dediği gibi, bir kişi bile fark yaratabiliyor!..

Yazarın Diğer Yazıları

Kehanetlere hükmeden, güçlü kız çocukları

Hem özellikle matematik, fen gibi alanlarda kız çocuklarından beklentimizi düşük tutuyor ve önlerine engeller koyuyoruz, hem de bu beklenti düşüklüğü onların mücadele etme, bir adım öteye gitme cesaretlerini kırıp bir kısır döngü içinde kaybolmalarına neden oluyor

Şimdi tatil, salın küçük kara balıkları özgürlüğe!

Projenin adı, "Dinimi Seviyorum, Öğreniyorum" ve müftülük eğitmenlerinin anaokullarını ziyaret ederek çocuklara din eğitimi vermesi şeklinde planlanmış. Hedef kitle 4-6 yaş! Bu yaş çocuklarına bu tür eğitimlerin verilmesi ne pedagojik ne de etik açıdan doğru

Eğitim: Bizim küçük umutlarımız

Öğretmenliğin birçok sorumluluğu var. Ben umutlu olmanın da bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimize daha iyi bir ülke ve dünya için umutlu olmanın değerini göstermek lazım