09 Haziran 2019

Eğitimde mesele model değil "zihniyet"

Finlandiya gibi eğitimde başarılı bir ülke olabilir miyiz? Malum, başka ülkelerden sistem devşirmeyi pek seviyoruz. Ancak, Finlandiya’nın eğitim felsefesine geniş açıdan bakmadan ve sistemimizdeki asıl sorunları tespit etmeden bu pek mümkün görünmüyor

Son yıllarda ülkemizde ve dünyada Finlandiya eğitim sistemi çeşitli yönleriyle mercek altına alınan, üzerine yazılar yazılan ve öykünülen bir sistem oldu. Özellikle PISA sınavlarında yüksek başarı sağlayan ülkeler dünya genelinde ön plana çıkıyor ve Finlandiya bu anlamda en başarılı ülkelerden biri.

Bu başarısının altında yatan birçok neden var elbette. Küçük bir Google araştırması ile yüzlerce içerik bulabilir, uygulama örneklerini inceleyebiliriz. Çok şey öğrenebilir, bazı uygulamaları kendi okullarımıza taşıyabiliriz.

Peki bu yolla biz de Finlandiya gibi eğitimde başarılı bir ülke olabilir miyiz? Malum, başka ülkelerden sistem devşirmeyi pek seviyoruz.

Ancak, Finlandiya’nın eğitim felsefesine geniş açıdan bakmadan ve sistemimizdeki asıl sorunları tespit etmeden bu pek mümkün görünmüyor.

Pasi Sahlberg “Eğitimde Finlandiya Modeli” isimli kitabında bu ülkeyi dünya genelinde başarısıyla üne kavuşturan eğitim sisteminin temel ilkelerini ve bu ilkelerin nasıl hayata geçirildiğini tane tane anlatıyor. “Bütün mesele eğitim liderliği kültürü” başlığıyla konuya giren yazar, “Öğrenmekten asla vazgeçmeyen liderler başarısızlığa uğramanın ne olduğunu bilir, hatalardan ders çıkarır ve deneyimlerden faydalanarak yaptıkları işte sürekli daha iyi olmaya çalışırlar” diyor. Sonra Finlandiya modelini inceleyenlerin uygulamalara yoğunlaşarak eğitim liderliği alanını göz ardı ettiğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor

“Ne var ki benim iddiam şu: Finlandiya dikkate alınması gereken özgün bir liderlik kültürüne sahip; bunu hem genel anlamda hem de eğitim alanını kastederek söylüyorum.” 

Okullar, toplumun yansıması

Ülkemiz eğitim sistemindeki sorunlara dönecek olursak yazarın bahsettiği “genel anlamdaki liderlik” ülkenin siyasetine, dolayısıyla da ne kadar demokratik bir liderlik kültürü olup olmadığına denk düşüyor.

Bir toplum nasıl yönetilirse, okullar da öyle yönetiliyor.

Tek lider kültürünün dayatıldığı ülkelerin okullarına da aynı kültür sirayet ediyor. Tek lider deyince aklımıza 1930’ların, faşizmin yükseldiği dünyası geliyor. Almanya, İtalya ve İspanya’da eğitim açık açık faşist ülkenin her zaman savaşmaya hazır, ırka dayalı üstünlük öğretisiyle yetişmiş, sağlıklı, çalışkan, nesli devam ettirecek bireylerini yetiştiriyordu. Bu amaçla çocuk ve gençlerin okul ve okul dışı zamanlarını dizayn ediyor, bunu bir zorunluluk olarak uyguluyordu.

Günümüz post-kapitalist dünyasında ise özellikle bizim gibi demokratik ilkelerden uzaklaşmış, muhafazakâr değerlere dayalı bir toplum tahayyülü ile hareket eden ülkelerde berraklıktan uzak bir politika mevcut.

Vizyon ayrı, uygulama ayrı telden çalıyor

Şöyle ki MEB’in 2023 Eğitim Vizyonu’nun içeriğine baktığımızda kapsayıcı, demokratik, katılımcı, eğitim haklarını koruyan bir amaçlar dizisiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Ancak uygulamada durum hiç de böyle değil. Yeni açıklanan ortaöğretim programındaki pek çok sorun bir yana, yakın zamanda MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ile Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü arasında “Okul-Kuran Kursu İşbirliğine Dayalı Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi Protokolü” imzaladı. Böylece Müftülükler İl Milli Eğitim Müdürlükleri ile birlikte çalışacak. MEB “hafızlık projesi” uygulayan imam hatip ortaokullarının sayısını artıracak. Üstelik bu eğitimin dört yıl süreyle yatılı olarak verilmesi, öğrencilerin hafızlık eğitimi için 6.sınıfı okumayarak bir yıl sonra bu yılı telafi etmeleri uygun görülmüş.

2019 yılında 11 yaşındaki çocuklarının eğitim hayatını Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dizayn edeceği, 2023 yılında 15 yaşına gelen çocukları hafız yapacağı bir ülkede MEB’in 2023 vizyonu belgesinde yazılanlara umutla bakmak çok zor!..

Eşitlik değil, hakkaniyet!

Yine liderlik meselesiyle bağlantılı bir diğer eksiğimiz ise “sürdürülebilirlik”. Ülkemizde eğitim alanında büyük çaplı değişimler, “reform paketleri” adı altında uygulanıyor ve ne yazık ki bu uygulamalar henüz derinleşemeden, üzerinde düşünülüp çalışılamadan bir yenisi ile karşılaşıyoruz. Her Milli Eğitim Bakanı değiştiğinde yeni bir sistem getirmesi “norm” olmuş durumda.

Oysa Finlandiya gibi eğitimde kalite ile ön plana çıkan ülkeler bunun tam tersini yapıyor. Kitabında Sahlberg, ülkesinde 1970’li yıllardan itibaren net hedefler üzerinden çalışmaların süregeldiğini, yıllar içinde biriken deneyimlerin bugünkü başarıları getirdiğini vurgulamış. Bu noktada da kendilerine eşitliği değil, hakkaniyeti hedef olarak koymuşlar.

Cinsiyet, etnik köken, sosyoekonomik düzey gibi koşulların öğrencilerin eğitime erişimini engellemediği ve bu farklılıkların eğitim sürecinde göz önünde bulundurularak planlamaların yapıldığı ülkeler hakkaniyeti sağlayabiliyor.

Finlandiya’da özel okul yok ve öğrencilerin evinin en yakınındaki okullarda kaliteli eğitim alması sağlanıyor. Bu noktada da kaynaklar eşit değil, okulların ihtiyacına göre dağıtılıyor. Örneğin, sosyoekonomik düzeyi düşük bölgelerdeki okullara daha çok destek veriliyor.

İhtiyacımız, demokratik, laik, hukuka dayalı eğitim 

Yakın zamanda Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) “Eğitimin Yönetişimi ve Finansmanı” adıyla yayınladığı rapor, bu konuda ülkemizin durumu hakkında değerli bilgiler sunuyor. Eğitimdeki kaynakların dağılımının analiz edilmesinin önemli bir ihtiyaç olduğunu ve konudaki eksikliğimizi vurgulayan raporda, öğrenci başına düşen öğretmen sayısına ve derslik başına düşen öğrenci sayısına bakılarak en az yatırımın İstanbul’da ve Güneydoğu’da yapıldığını düşünebileceğimiz belirtiliyor.

Demek ki hakkaniyete dayalı bir eğitim sistemi için öncelikle mevcut durumun fotoğrafını çekmeli, sonra da yerel ve bireysel öğrenci ihtiyaçlarına odaklanmalıyız.

ERG’nin raporunda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ne Duyarlı ve Çocuk Dostu Bütçe oluşturmanın öneminden bahsedilerek, bütçenin dağıtımının cinsiyetler arasında eşitlik oluşturacak, farklı bölgelerde çocuk haklarını engelleyici etkilerinin olup olmayacağına dikkat edilerek yapılması gerekliliğinin altı çizilmiş.

Bu bilgilerden hareketle örneğin kız çocuklarının okullaşma oranının düşük olduğu bölgelere daha çok yatırım yapılması ve kız çocuklarının okula devamını destekleyici ek çalışmalar yapılması gerekliliğinden bahsedebiliriz.

Verilerle konuşmak, analiz etmek, süreklilik arz eden sistemler kurmak hem çok elzem hem de aslında ülkemizdeki insan kaynağı ve günümüz teknolojik olanaklarıyla hiç de zor değil.

Eğitim, sadece bizim değil dünyadaki pek çok ülkenin sorunu. Finlandiya’da da olsanız, sorunsuz eğitim sistemi yok. Bu ön kabulle, ihtiyacımız olanın demokratik, laik, hukuka dayalı bir ülkenin sahip olması gereken eğitim felsefesi olduğunun altını çizmek gerek.

MEB Hafızlık Projesi için bakanlık, müftülük, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimlerin maddi ve yerel imkanlarından yararlanılabileceğini açıkladı. Görüldüğü gibi mesele kaynaksa istenilirse bal gibi de çözülüyor.

Mesele, zihniyet meselesi….

Yazarın Diğer Yazıları

Kehanetlere hükmeden, güçlü kız çocukları

Hem özellikle matematik, fen gibi alanlarda kız çocuklarından beklentimizi düşük tutuyor ve önlerine engeller koyuyoruz, hem de bu beklenti düşüklüğü onların mücadele etme, bir adım öteye gitme cesaretlerini kırıp bir kısır döngü içinde kaybolmalarına neden oluyor

Şimdi tatil, salın küçük kara balıkları özgürlüğe!

Projenin adı, "Dinimi Seviyorum, Öğreniyorum" ve müftülük eğitmenlerinin anaokullarını ziyaret ederek çocuklara din eğitimi vermesi şeklinde planlanmış. Hedef kitle 4-6 yaş! Bu yaş çocuklarına bu tür eğitimlerin verilmesi ne pedagojik ne de etik açıdan doğru

Eğitim: Bizim küçük umutlarımız

Öğretmenliğin birçok sorumluluğu var. Ben umutlu olmanın da bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimize daha iyi bir ülke ve dünya için umutlu olmanın değerini göstermek lazım