10 Mart 2021

Özge Kantaş: Rehabilite etmeyen adalet sistemi sadece daha fazla hapishane yaratır

8 Mart Dünya Kadınlar Günü için, Rochester'da yaşayan Özge Kantaş Yorulmazlar'la konuştum. Yorulmazlar, şiddetin önüne geçilmesinde bireysel değil, toplumsal değişimin şart olduğunu, eğitim sisteminde, adalet sisteminde, sağlık sisteminde, neyin suç, neyin erdem, neyin hastalık, neyin sağlık olduğunu yeniden tanımlamak gerektiğini söylüyor

8 Mart öncesinde şöyle bir haberleri tarıyorum.

Türkiye'nin farklı yerlerinde gerçekleşen kadın yürüyüşlerinin bir kısmında, kadınlar ve LGBTİ+ bireyler polis tarafından gözaltına alınmış. Bazısı darp edilmiş, bazısına biber gazıyla müdahale edilmiş. Neyse ki sonradan çoğu serbest bırakılmış.

Yürüyüş alanlarına yağmura rağmen gökkuşağı desenli diye şemsiyeler ve bayraklar sokulmamış.

Valiliğin yürüyüş izin vermediği semtlerde, yollar barikatlarla kapatılmış, kadın haklarını savunmak isteyenlere karşı geniş güvenlik önlemleri alınmış.

Sonra mahlukatın biri, Samsun'da eski karısını sokak ortasında, çocuğunun gözünün önünde öldüresiye darp etmiş. Biri de çıkıp müdahale etmemiş. Olay olurken, pencereden videosunu çekmeyi uygun görmüşler. Sonra kaçarken mahalleli peşinden koşmuş yakalamış da tutuklanmış. Kan donduran görüntüleri izleyemiyorum. Kadının hayatta olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorum. Hastanede olduğunu öğrenince şöyle bir seviniyorum. Sapasağlam kadın, dayaktan ölmedi, diye sevinmek ne ironik. Sonra o küçük kızın nasıl travmatize olduğunu düşünüyorum, kalbime bir bıçak saplanıyor.

Sonra çocuklarının gözünün önünde öldürülen diğer kadınları ve hayatları boyunca yaralı yaşayacak diğer çocuklar zihnime düşüyor.

Geçen sene toplam 408 kadın katledilmiş. Yani gün başına birden fazla cinayet düşüyor.

2021'de ise öldürülen kadın sayısı sadece ilk iki ayda 48'i bulmuş.

Kadınhaklari.org raporuna bakıyorum. 2020 yılı içinde şiddet gören 8 bine yakın kadın hakkını öğrenmek ya da yardım istemek için Google'a başvurmuş. Kadınlar "Kocam beni dövüyor", "Sevgilim beni aşağılıyor", "Abim beni taciz ediyor", "Kocam aileme gitmeme izin vermiyor" gibi aramalar yapmış. 

Üstelik bu Türkçe aramalar sadece Türkiye'den değil, Almanya, Fransa, Hollanda, Bulgaristan ve Avusturya başta olmak üzere, benim yaşadığım Kanada da dahil, 49 farklı ülkeden gerçekleşmiş.

Yine rapora göre Türkçe konuşan kadınlar, en az 10 farklı ülkede zorla evlendirilmiş!

Türkiye'de pandeminin en yoğun gözlendiği Nisan 2020'deki bu aramalar önceki aylara göre iki katına çıkmış.

Canım sıkılıyor.

Kalbim sıkışıyor.

8 Mart haftasında kadın istihdamı, iş hayatındaki adaletsizlikler, gelir ayrımcılığı filan konuşmak ya da başarılı bir göçmen kadının hikâyesini kaleme almak istiyordum. Ama ortada can derdi varken, süt odası filan konuşmak anlamsız geliyor. Daha çok gerilerdeyiz çok.

Bu psikolojiyle Rochester, New York'ta yaşayan Dr. Özge Kantaş Yorulmazlar'ı arıyorum. Onun da canı haberlere çok sıkkın. Karşılıklı dertleşmemizden aşağıda okuyacağınız söyleşi ortaya çıkıyor.

Yorulmazlar bir sosyal psikolog ve grup terapisti; Rochester Üniversitesi'nde Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümünde toplum ruh sağlığı alanında kriz uzmanı olarak çalışıyor. Diğer yandan birçok STK ile projeler yürütüyor ve kurumlara danışmanlık yapıyor. Söz kendisinde.

Özge Kantaş Yorulmazlar

Bireysel olan politiktir

- Şiddet eğilimi göstermek, şiddet uygulamak, dövmek, öldürmek. Bu insanlar nasıl tipler, mental olarak hastalar mı?

Hastalık perspektifinden bakarsak, bazı şeyleri kaçırırız. Sanki şiddet uygulayan erkekte belli organların yetmezliği ya da aşırı çalışması sonucu ortaya çıkan bir işlev bozukluğu varmış gibi bir durum çıkar ortaya. Kişide "Dürtü kontrol bozukluğu var" desek, bu insanların başka durumlarda dürtülerini kontrol edebildiğini görüyoruz. Gerçekten dürtü bozukluğu olan biriyse, o tedavi edilebilir ama mesele o değil; hasta ile suçluyu ayırmaya ihtiyacımız var. Toplumda ikisinden de on binlercesi var. Her suçlu hasta değildir, her hasta suçlu değildir. Kadına yönelik şiddet gösteren insanı "kanı bozuk, kafası gidik, aklı kıt, zekası geri" gibi sözde hastalıklarla tanımlayamayız ama toplumun farklı organlarının yetersiz işlemesinin, insan ilişkilerinde işlev bozukluğuna neden olduğunu söyleyebiliriz. Yargı, eğitim, sağlık, istihdam, aile politikalarının vs. hastalıklı yapısından bahsedebiliriz.

- Yine de bir tedavisi olmalı öyle değil mi? Yoksa nasıl değişecek bu durum?

Her eşini döven erkeği kulağından tutup "Hasta bu!" diyerek terapist karşısına oturtmakla meseleyi keşke çözebilsek. O Samsun'daki adamı bir terapist tedavi ediverse ne kolay olurdu, değil mi? Başka kimsenin sorumluluğu kalmazdı. Bireysel olan, politiktir halbuki. Tüm söylemler de bunun parçası.

Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org

Toplumu olduğu gibi grup terapisine almak lazım

- Bireysel değil, toplumsal değişim lazım değil mi? 

İnsanlar toplum içerisinde geliştiğinde, değiştiğinde etkili sonuçlar alıyoruz. Çünkü iyi bir terapötik müdahale, tüm insanlıktan daha azını hedeflemez. Toplumu olduğu gibi grup terapisine almak lazım. Bu da sosyal diyalogla, eğitimle, farkındalıkları olan bir basınla, hukukla ve toplumsal rol modellerle olacak evvela. Terapi, belki akıntıya kapılmış boğulmak üzere olan insanları tek tek oradan çıkarmaya yarar. Oysa bizim sosyal düzeyde, insanlar o akıntıya hangi uçurumdan düşüyorlar, onu bulup önlemeye ihtiyacımız var.

- "Kızını dövmeyen dizini döver" gibi korkunç atasözleriyle büyümüş bir toplumuz. Değişim buralardan başlamalı değil mi?

"Bu eve gelinlikle girdin kefenle çıkarsın", "Kızını dövmeyen, dizini döver", "Kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin" gibi söylemler, kadın bedeninin, kadın emeğinin ve kadının bir insan olarak özerkliğinin denetlenebilmesine yol açıyor. Geçenlerde rastladım; bir ilkokul öğretmeni öğrencilerine bu tip ayrımcı sözleri tespit edip, daha yaratıcı ve eşitlikçi bir şekilde yeniden kurgulamalarını istemiş. "Kızını ÖVMEYEN dizini döver" yazmış bir öğrenci mesela. Kız çocuklarının güçlendirilmesi ve yüreklendirilmesi açısından ne güzel bir mesaj! İlkokul, ortaokul çocukları bile fırsat verilince, öğretmenleri alan açınca değişim gerçekleştirebiliyorlar.

"Benim başıma gelmez" çok ilkel bir sığınma yöntemi

- Birçok kadının kendi başına hiç gelmeyecekmiş gibi yaşadığını ve sessiz kaldığını düşünüyorum. Ne dersiniz?

"Adil dünya düzeni inancı", insanların huzursuzluk yaşamamak için sığındığı bir alan. "Onun başına geldiyse kesin hak etmiştir", "Onun yaptığı hatayı yapmazsam yırtarım." diyerek çok ilkel düzeyde, kendimizi güvende olduğumuza inandırıyoruz. "Bu kadınların da aklı yok muymuş gidip öyle adamları sevmişler?" "Bu adamların da hiç doğru düzgün anaları yok muymuş böyle evlat yetiştirmişler?'' dediğimizde kurbanı suçluyor, farkında olmadan ihaleyi yine kadına yüklemiş oluyoruz.

- Tam bu noktada, ailenin özellikle annenin rolünü sormak isterim.

Kendini şiddet haricinde ifade etme becerisi gelişmemiş, istek ve ihtiyaçları karşılanmadığında duygularını düzenleyemeyen bir erkeğin, büyüme ve yetişme sürecinden sadece başka bir kadın sorumlu tutulamaz. İyi örnek olabilecek baba, abi, amca, dayı vs. nerede? Annesi, ablası ve daha sonra karısının onu çekip çevirmesini beklemek en basitinden erkeği de acizleştiren bir şey. Burada idare edilen, suyuna gidilen, "Aman bize bulaşmasın" diyerek uzak durulan bir erkek stereotipinden bahsediyoruz. Bu erkek gerçekten güçlü mü yani şimdi? Sadece hemcinsleriyle sosyalleşen, reddedilmeyi deneyimlememiş, isteklerinin karşılanmamasını hakaret sayan ve benliğine ağır tehdit olarak algılayan, şişirilmiş egolu ama kırılgan özsaygılı erkekler. Gerçek özgüven bu değil. Benlik psikolojisi araştırmaları bunun düşmanca tutum ve davranışları körüklediğini gösteriyor. Kendiyle bağ kuramamış ki, başkasıyla bağ kurabilsin.  

Çocuk şiddeti aile içinde görmese de toplum içinde görüyor

- Babasının annesini dövdüğünü gören adam, şiddete daha mı eğilimli oluyor?

Aile içinde şiddete tanık olan kişiler, şiddet harici kendini ifade etmeyi pek öğrenemiyorlar. Aile içinde şiddet görmeyeni de, bunu toplumdan öğreniyor; dizilerden, sporculardan, sanatçılardan, siyasetçilerden vs. görüyor. Ayrıca kadın, şiddeti sadece erkekten değil, kadından da görebiliyor. Üst düzeydeki yönetici altındakine, kayınvalide gelinine, büyük abla küçük kardeşe, ya da Meghan Markle röportajında gördüğümüz gibi kraliçe düşese şiddet uyguluyor. Herkes gücünün yettiğine güç gösterisi yapıyor. Güç dinamiklerinin yeniden ele alınması lazım.

- Biraz daha açıklar mısınız güç dinamiklerini?

Gücün tanımını yeniden yapmamız gerekiyor toplum olarak. Toplumda "Höööt!" dedi mi susturan, masaya yumruğu vurdu mu son noktayı koyan, davranışlarının sorumluluğunu üstlenmeye gerek duymayan kanaat önderleri olduğu sürece, bu çürümüş hâl güç sayılacak.

Fotoğraf: Emre Orman / csgorselarsiv.org

Sorun erkeklik değil, erk meselesi

- Karakter ne kadar önemli?

Sorun dediğim gibi "mizacı öyle, karakteri böyle" meselesi değil, kurbanı dişine göre bulup bulmama meselesi. Erkeklik değil, erk meselesi. "Sinirlerine hakim olamıyor", "Elinden her an bir kaza çıkabilir" dediğimiz o erkeklerin kendinden bir üst kademedeki ya da bir tık daha güçlü bir erkek karşısında, bütün o sözde reflekslerini kontrol edebildiklerini görüyoruz. Oğlan çocuklarının da aynı kadınlar gibi cinsel, sözel, fiziksel ve duygusal olarak istismar edilmesi de, kendinden daha zayıf olana hükmetme ve onu istediği gibi kullanma arzusuna örnek.

- Cezalara gelmek istiyorum. Doğru dürüst bir adalet sistemi olsa, güçlerini güçleri yetene kullanamayacaklar. Öyle değil mi?

Mesele erkeklerle savaşarak, erkekleri hasta sapkın canavarlar addederek, hapiste sürüm sürüm sürünmeleri için beddua ederek, birinin de onlara tecavüz etmesini veya uykularında bıçaklanıvermelerini temenni ederek çözülmeyecek. Bu kişiler fırsatını bulup cezadan kaçabilecekleri ortamı yakaladıkları anda, bunu yine yapacaklar. Ya da on yıl yatacaklar, çıktıklarında daha da beter, saldırgan olacaklar.

Ceza elbette gerekli ancak cezaların caydırıcı olduğu kadar bilgilendirici ve norm sağlayıcı olması gerekiyor. Rehabilite etmeyen adalet sistemi sadece daha fazla hapishane yaratır. Bunu yapanlar idam edilsin, hadım edilsin dediğimizde yine aynı şiddet sarmalının içerisinde buluyoruz kendimizi. Bu da aynı "hastalık" algısından kaynaklanıyor. Sanki cinsel işlevini yitirse, bunu yapamayacak gibi; sanki sadece penisi olduğu ive testesteronu olduğu için elinde olmadan yapıyormuş ve bir tedavi yöntemi olarak hadım ameliyatını uygun görmüşüz gibi.

Google şiddet görenle, yardım eli uzatacak kuruluşları buluşturmalı

- Her erkek şiddet uyguluyor diye bir durum elbette yok.

Evet. Penisi olan, testesteronu olan, kas gücü olan ve şiddet uygulamayan milyonlarca erkek nasıl var? Nasıl oluyor da, yeteri kadar mahkûm olmadığı için Danimarka'da cezaevleri kapatılıyor? Nasıl oluyor da Norveç'teki erkekler rızası olmadan sevgilisine sarılmaktan dahi imtina ediyor? Göçmen kadınlarla çokça çalışıyorsunuz Ayşe, oralara göç eden kadınların, ilişkilerdeki bu tavrı görünce, karşılarındaki erkeği soğuk/uzak/yapay bulup yadırgamalarına şahit olmuşsunuzdur. Bir birliktelik yaşanacaksa kadının ilk adımı atmasının beklenmesi karşısında büyük şaşkınlık yaşıyorlar. İnsanların sevdiği kadına sarılıp öpmekten dahi korkacak noktaya gelmesi değil tabii arzu ettiğimiz. Yalnızca karşılıklı sevgi, saygı, rızanın olduğu ilişkilerin mümkünlüğünden bahsediyorumÇoğu göçmen kadın "Türkiye'ye dönmem, çünkü..." diyerek buna vurgu yapar. Demek ki başka türlüsü de mümkün.

- Kadınhaklari.org un araştırmasına göre, dünyanın 49 ülkesinde Türkçe konuşan kadınlar şiddet görüyor ve bunu Google'da arıyor. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?

Google'da madem böyle bir veri var; bunu kullanmak gerek. Kaynaklara büyük sorumluluk düşüyor bu durumda. Demek ki kadınlar yardım arıyor, yardıma ihtiyaç duyuyor. O zaman sivil toplum örgütleri, dernekler, bakanlıklar, bu kadınların karşılarına, bu anahtar sözcüklere göre içerik çıkartmalı ki, Google şiddet gören, yardım arayan kişilerle o kaynakları buluştursun. Birileri çıkıp bu insanlara "Bak ben sana yardım ederim" diyebilsin, el uzatabilsin.

Sorun sevgi sanılan şiddet hatta hiddet

- Yine aileye dönmek istiyorum. Sevgisiz büyüyen çocuklar öfkeli oluyor diyebilir miyiz? Sevgisizlik ne kadar önemli?

Hayır, tam olarak değil. Güç kadar sevgiyi de tanımlamak lazım. Sorun sevgisizlik değil, sorun şefkatsizlik. Sorun, sevgi sanılan şiddet, hatta sevgiyi hiddetle bir tutmak. Şefkatle bir oyuncak bebekle oynamasına izin verilmemiş bir oğlan çocuğu, sevginin şefkatten geçtiğini nasıl anlayacak? 20 yaşına geldiğinde sevgilisi mi öğretmek zorunda? Öğretirse ne âlâ, öğretmezse ölme ihtimali mi var? Kadınlar arasında "Seversem geçer, düzelir" miti de böyle yayılıyor zaten.


Fotoğraf: Hakan Bintepe

Ödülle ceza karışmış durumda

- Devletin rolü ne? 

Ödüller ceza, cezalar ödül olmuş durumda. Örneğin kadın dokuz kere dilekçe yazmış, eski kocasından şikayetçi olmuş, devlet tarafından korunmamış, kocası öldüresiye döverken on dakikada ambulans yetiştirmiş devlet. Aman ne büyük bir meziyet! Koruyucu önleyici çalışmalar olmadan, yasalar çıkartmadan, böyle son dakika kahramanlıklarıyla bu iş çözülmez.

- Kadının iş hayatındaki yerine/rolüne bakarsak. Orada ne gibi sıkıntılar var? 

Yine ödül/ceza ironisi var. Sözde kadın istihdamını desteklemeye yarayan yasaların içinde, belli bir sayının üstünde kadın çalışan varsa o iş yerinin kreş açma veya kreş hizmeti sağlama zorunluluğu var. Bu dönüyor dolaşıyor, o şirketin bundan kaçmak için, o belli sayıya ulaştığında daha fazla kadın çalışanı işe almamasıyla sonuçlanıyor. Şimdi kadın çalışanın olduğu yerde kreş hizmeti temin etmek ödül mü, ceza mı oldu? Bu düzenlemelerde, çocuk aileye ait bir sorumluluk değil de salt kadına ait bir meta olarak görüldüğünde, çocuklu kadın iş hayatı için bir yük, işverenin sırtında kambur olarak görülüyor. "50 kadın çalışanı olan iş yeri" demek yerine "50 çalışanı olan iş yeri" desek, kadın istihdamına yönelik görünmez bir bariyer ortadan kalkacak mesela. Genele baktığımızda anne çalıştığı için suçlanıyor ama baba çalıştığı için gurur duyuluyor.

İyi huylu tümör de tümördür

- Sistem, kadını koruyacağım derken, acizleştiriyor değil mi bir yandan?

Evet. Cinsiyetçiliğin bir ayağı düşmanca cinsiyetçilik ise, diğer ayağı da iyi görünümlü cinsiyetçiliktir. Buna sosyal psikolojide çelişkili cinsiyetçilik diyoruz. Unutmamak gerekir ki iyi huylu tümör de tümördür. Bir erkeğin ancak bir kadının sevgisine nail olursa tamamlanabileceğini düşünmek, kadını naif, kırılgan, erkeğin korumasına muhtaç bir çiçek gibi görmek kadının denetlenmesine yol açıyor. "Akşam dışarı çıkma, çünkü seni çok seviyorum" "Ben sana değil, topluma güvenmiyorum" "Sen kadın başına kendini koruyamazsın" Bunlar iyi görünümlü tümörler işte. Eve kapatılmamız mı sevgi yani? 

- Kadın hakları mücadelesini, kadınlar erkeklerden daha çok hak istiyor gibi yorumlayanlar da var.

Rochester, New York'ta yaşıyorum. Amerika'da kadın hareketinin öncülerinden Susan B. Anthony'nin evi burası. Onun şu sözünü çok severim: "Erkekler ve hakları -daha fazlası değil, kadınlar ve hakları- daha azı değil."

Hakları ondan alıp buna verelim meselesi değil ki bu. Ezenle ezilen yer değiştirsin demek değil. Eşitlik meselesi. Kadın hakları mücadelesini, kadının erkeklerden daha fazlasına sahip olmak istemesine dair bir açgözlülükmüş gibi görülmesinin ardında da, potansiyel bir kontrol yitimi olduğunu düşünüyorum. Evet bizim meydanlarda öfkeli ve isyankar çığlıklarımızı duyuyorlar ve bundan rahatsız oluyorlar; fakat korkulu, kaygılı gözyaşlarımızı duymuyorlar. Bu da bazılarının feminizmi veya kadın hakları mücadelesini çirkef, saldırgan, öfkeli, iflah olmaz bir azgınlık hâli gibi damgalamasına yol açıyor. Çığlıklarımızdan önce, gözyaşlarımızı duymuş olsalar keşke. 

Türkiye'de "onur kültürü" var ama yanlış anlaşılıyor

- Bir de bizde, "namus cinayeti" "onurumu temizledim" gibi kavramlar var ve toplumun hâlâ belli bir kısmında kabul görüyor. Bu da çok acı değil mi?

Türkiye onur, gurur, haysiyet gibi kavramların oldukça önemli olduğu bir toplum. Psikolojide "onur kültürü" deniyor buna. Fakat sistem bunu insan onuruna yaraşır bir hayat yaratma avantajına çeviremiyor. Böyle bir suçtan hüküm giymiş birisinin itibari iki paralık olması gerekirken, itibari için yapmış olduğu söylemi ile ceza indirimi alıyor. Yine ödül/ceza ironisi. Bunu tersine çevirebiliriz. Onuru için suç işleyen değil, onurunu korumak için suç işlemekten imtina eden insanlar yetiştirebiliriz.

- Bu da eğitimle mümkün değil mi?

Evet. Olayları olmadan önleyebilmenin yolu, böyle becerileri geliştirecek sosyalizasyon ve eğitim süreçlerinden geçiyor. Mümkünse 0-6 yaştan itibaren. Eğitim derken kocasına ve ailesine kurban olsun diye, ilkokul ikinci sınıf müfredatı kapsamında, çocuklara kına gecesi piyesi oynatmalarından bahsetmiyorum elbette. Eğitim sistemi de, adalet sistemi de, sağlık sistemi de, neyin suç, neyin erdem, neyin hastalık neyin sağlık olduğunu yeniden tanımlamak zorunda. 

Kadınlar Venüs'ten, Erkekler Mars'tan değil; hepimiz dünyalıyız

- Son olarak her birimizin üstüne düşen görev ne?

Önemli olan kadın-erkek birbirimizle değil, bu problemlerle mücadele edebilmek. Kadınlar Venüs'ten, erkekler Mars'tan diyerek mizaha vurunca romantik oluyor, farkındayım. Ama hepimiz dünyalıyız ve bu dünyada hepimize yer var. 

İnsan şiddete de, şefkate de meyilli. Hangisine bakarsak onu yeşertiriz. Lanetleyerek, üzülerek değil, aktif bir çaba ile şefkatli bir toplumu, aileyi, sınıfı, işyerini, oyun parkını, okulu, adliye sarayını inşa etmek bizim elimizde. Toplumun her bir üyesi bundan nasibini alsın diye.

Yazarın Diğer Yazıları

Tehlike ölçme radarı: Anksiyete

2024 yılı benim anksiyetemle barıştığım, onu küçük bir çocuk gibi şefkatle sarıp sarmaladığım bir yıl oldu. Boynuma taş bağlanmışcasına düştüğüm karanlık dipten, yunus gibi fırlayarak çıktım. Artık içindeyken, konuya dışarıdan bakabiliyorum. Eskiden içinde sıkışıp kalırdım. Umarım bu yazı içinde sıkışanlara umut olur

Kanada’ya göç kısıtlamaları

Bugüne kadar birçok kez Kanada’ya nasıl göç edileceğini yazdık. Bu hafta Covid sonrası hızla büyüyen nüfusu kontrol altına almak için Kanada göçmenlik programlarına getirilen kısıtlamaları yazıyoruz

Seksizm ve Ageismin kesişen kümesi: Kadın

Tekrar dünyaya gelsem yine kadın olarak gelmek isterdim. Ama geldiğim dünya farklı olsun isterdim.  25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele haftasında, yaş ve cinsiyet ayrımcılığından (cinsiyetçi ageism) yola çıkarak, hayatın her alanında kadınların yaşadığı psikolojik şiddeti yazdım

"
"