22 Temmuz 2020

Nerede yaşıyorsan, O'sun...

Yaşadığımız coğrafyanın psikolojimizi nasıl etkilediğini düşünürken, 2016’da yazdığım şu satırları buluyorum. "İnsanoğlu düzeni bozulunca, ayarı bozulmuş saate dönüyormuş. Ya ileriden gidiyormuş kaçarak, ya geriden geliyormuş durarak..."

Geçtiğimiz haftaki yazıya gelen yorumların iki ortak noktası var.

Birincisi; göç edenlerin Türkiye'nin kendilerine travma yaşattığını, göçtükleri ülkede ilk başlarda maddi-manevi olarak zorlansalar da, yıllar içinde daha mutlu ve huzurlu bireyler haline geldiklerini söylemeleri.

İkincisi ise Kanada'ya nasıl göç edileceği...

Kanada'ya nasıl göç edileceği, kişinin üstüne dikilmesi gereken kıyafet gibi bir şey... Tek bir yol, yöntem yok. Önümüzdeki haftalarda bu konuyu ana başlıkları ile sizlerle paylaşacağım.

Bu hafta ilk konuya odaklanmak istiyorum. Gerçekten yaşadığımız yer psikolojimizi etkiliyor mu? Nerede yaşıyorsak, o muyuz? Hazreti Mevlana "Ne arıyorsan, sen osun" der. Göçenler huzur arıyor olabilir mi?

Zihnim hızlıca 2016 yılına gidiyor. Bilgisayarımda o günlerde yazdığım bir yazımı buluyorum. 

  • 13 Mart: Ankara Patlaması, en az 34 ölü, 125 yaralı.
  • 14 Mart: "Terörle Yaşamaya Alışacağız" demeci.
  • 15 Mart: Sur'da yaşananlara dikkat çeken 3 barış akademisyeni tutuklanıyor. Boğaziçi Köprüsü terk edilmiş şüpheli araç nedeniyle trafiğe kapatılıyor ve insanlar saatlerce evine ulaşamıyor.
  • 16 Mart: "Ben gidersem, devlet yıkılır" demeci.
  • 17 Mart: İstanbul Alman Konsolosluğu ve Ankara Büyükelçiliği boşaltılıyor. Alman Lisesi, Galatasaray Lisesi, Pierre Loti gibi okullar tatil ediliyor.
  • 18 Mart: Hafta sonu gerçekleşebilecek olası bir bombalı saldırı ihtimaline karşılık, kalabalık yerlerden uzak durmak gerektiği, kulaktan kulağa konuşulmaya başlanıyor.
  • 19 Mart: "Olası saldırı" gerçekleşiyor. İstiklal Caddesi Patlaması, 5 ölü, 7'si ağır 39 yaralı.
  • 20 Mart: Bütün İstanbul ev hapsinde... Galatasaray-Fenerbahçe derbisinin oynatılmasında önce bir sakınca görülmüyor, sonra seyircisiz oynatma kararı alınıyor. Daha sonra ise alınan kuvvetli istihbarat nedeniyle maç iptal ediliyor.
  • 21 Mart: Nevruz Bayramı... İstanbulluları bayram korkusu sarıyor. Çocuklar okula gönderilmiyor. Psikolojisi bozulan vatandaşlar işe gitmiyor. Reza Zarrab Amerika'da tutuklanıyor.
  • 22 Mart: Brüksel Havaalanı'nda meydana gelen iki patlamada toplam 34 kişi hayatını kaybediyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, Ensar Vakfı'ndaki tacizci öğretmeni ve vakfı savunarak "Böyle bir şeyin bir kere olmuş olması, bir kurumu karalamak için yeterli değildir" diyor.
  • 23 Mart: Mecidiyeköy'de bomba yüklü olduğu tahmin edilen bir araç tespit ediliyor ve Mecidiyeköy trafiğe kapatılıyor. İnsanlar saatlerce evine varamıyor. Ali Ağaoğlu ortanca (!) hanımını da alarak İstiklal Caddesi'ne terör kurbanlarını anmaya gidiyor. Fakirler karanfil bırakırken, o gül bırakıyor.
  • 24 Mart: Sokaklarda eli kalaşnikoflu, kar maskeli polisler rastgele çevirme yapıyor. 

25 Mart saba 06:55'te çalan saatin alarmıyla uyanıyorum. Çocuklara kahvaltı hazırlıyorum, onları okula yollarken sarılıyorum. Gözlerim doluyor, bir daha sarılıyorum.

Son 12 gündür yaşadıklarımızı aklıma geldiği şekliyle sıralamaya çalışıyorum. Ortaya yukarıdaki liste çıkıyor. Allahı var, sağlam liste! Bu yüzden üzerime hasıl olan ağlamaklı ve paranoyak hâl konusunda endişelenmiyorum. "Normal olsam, anormal olurdum" diyorum içimden...

Saat 08.30 olduğuna ve dışarıdan herhangi bir patlama sesi gelmediğine göre çocuklarımın sağ salim okula vardığını anlıyorum ve şükrediyorum. O an kıvranıyorum. Evine varamayan çocuklar kalbime kezzap atıyor. Destina Peri, Kerim, Ozan ve diğerleri...

İşe gitmek için yola çıkıyorum. Levent Metro İstasyonu'nun önünde trafik sıkışınca, nefes alıp vermem sıklaşıyor. Kaygılı ya da korkak bir tip değilimdir. Ama itiraf etmem gerekirse, korkuyorum. Trafiğin açılması ile birlikte gaza basıyorum. Nereden kimden kaçıyorum bilmiyorum, ama içimden gelen ilkel bir hayatta kalma güdüsü bana gaza bastırıyor, hem de köküne kadar...

Dönüş yolunda trafik polisleri arabamı durduruyor. Biri kimliğimi isterken, diğeri sağ kapıdan içeri giriyor ve torpido gözünü açıyor. "Silah var mı?" diyor sırıtarak... Sanırım espri yapıyor, ama anlamıyorum. Sonra bilgisayar çantamı izinsiz alıp açıyor, "Burada ne var?" diye sorarken bacaklarıma da dikiz atmayı ihmal etmiyor. Kimliğimi alan diğer polis "Hakkında arama emri var, in aşağı" diyor. "Ne var? Pardon, anlamadım" derken, dudaklarım titriyor. "Hadi hadi yürü, şaka yaptık!" diyor sonra... Kendimi aşağılanmış hissediyorum. Dikiz aynasından geriye bakarken, yine o kar maskeli, kalaşnikoflu polisleri görüyorum.

İş çıkışı... Sıradan bir gün... Benim ülkem mi burası?

Annemi arıyorum. Ne olduğunu ona anlatmıyorum ama annemin sesini duymak, içimdeki korunmaya muhtaç çocuğa iyi geliyor.

Çocuklarımın doktorunun onlar küçükken söylediği bir laf vardı: "Çocuklar rutinleri sever. Düzenleri bozulursa huzursuz olurlar, o yüzden mümkün olduğunca düzenlerini bozmayın."

Fark ediyorum ki, bu laf yetişkinler için de geçerliymiş.

İnsanlar düzeni bozulunca, ayarı bozulmuş saate dönüyormuş. Ya ileriden gidiyormuş kaçarak, ya geriden geliyormuş durarak... "

Bu satırlar şimdi hem çok yakın, hem çok uzak. Çünkü insanın düzeni bozulunca cesareti de artıyormuş. O düzeni kendi için daha da bozmaktan, kökten değiştirmekten çekinmiyormuş.

Okuduğum bir makaleye göre* büyüdüğümüz ve yaşadığımız mahalleler, şehirler, ülkeler ve bu yerlerin sosyal ve kültürel özellikleri, davranışlarımızı, düşüncelerimizi, ve duygularımızı etkiliyor. Son 10 yılda yapılan araştırmalar insanların psikolojik karakterleriyle, yaşadıkları yer arasında bağlantı olduğunu gösteriyor. Buna coğrafi psikoloji deniyor.

Aynı makaleye göre birçok kişi en temel psikolojik ihtiyaçlarının karşılanması için göç ediyor.

Ancak kimimiz, kendimizi ve kültürümüzü de yanımızda taşıyıp gittiğimiz yeri değiştirmeye katkıda bulunuyoruz.

Kimimiz ise gittiğimiz yerin bizi değiştirmesine, iyileştirmesine izin veriyoruz.

Bazen de her ikisini birlikte yapıyoruz.


* https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fpsyg.2020.00536/full

** Deniz Ülke Arıboğan'ın "Travmaların Gölgesinde - Politik Psikoloji" isimli kitabı, İnkılap Yayınları'ndan taze çıkmış. İlgilenenlerin bilgisine...

Yazarın Diğer Yazıları

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Daha ne olması gerekirdi?

14 Mayıs Seçimleri'nin ardından aklımda tek bir soru var. Erdoğan seçmenlerinin değişim istemesi için daha ne olması gerekirdi?

Prof. Dr. Selçuk Şirin: İyi ebeveynlik, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar

Çocuklarım ilk oylarını kullanırken aklıma yazar-akademisyen Prof. Dr. Selçuk Şirin hocamızın bir röportajımızda söylediği "İyi ebeveynlik bilinçli seçmen olmakla, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar. Siyasete karışmıyorsan, siyaset senin çocuğunun geleceğine karışır." lafı geliyor. Tarihi seçime günler kala kendisiyle temasa geçiyor, görüşlerini soruyorum