28 Ağustos 2019

Hemşehrim, memleket nire?

Yabancı yok. Biz gurbetçiler kendi aramızda çekirdek çitleyip, dertleşeceğiz. Çayları demleyin...

Kanadalılaşamama hikâyemin, kitap haline gelerek taze taze raflara çıktığı şu günleri, Türkiye'mde, Türklük yetilerimi ve güçlerimi tam gaz geri kazanmakla meşgul olarak geçiriyorum.

Kanada'ya göç ettiğim ilk günlerde oradaki arkadaş grubumun bana söylediği bir şey vardı:

"3 yıldan önce alışmayı, 5 yıl kalırsan da dönmeyi bekleme."

Henüz iki yılımı tamamladığım için, bu lafın doğruluğunu test edebilmiş değilim.

Ancak buraya geldiğimde fark ediyorum ki, Kanada oradayken iyice incelen derimin altına işlemeye başlamış.

Havaalanında pasaport kontrolündeyken, arkamdaki kadının memelerini sırtıma dayayarak, nefesini ensemde hissettirecek mesafede durmasıyla memlekete geldiğimi anlıyorum.

Elimdeki pet şişeyi nereye atacağımı bilemediğim için şişe elimde öyle kalakalmak, sokak köpeği görünce sahibini aramak, caddelerin kalabalıklığından ürkmek, yaya geçidinden sallana sallana geçerken ezilme tehlikesi atlatmak, korna sesi duydukça bol bol yerimden sıçramak, gecenin bir vakti sokakta taksi bulunca çölde su bulmuş gibi sevinmek, restoranda yan masada oturanların bağıra çağıra anlattığı en mahrem sırlarını dinlemek ilk günlerde başımı döndürüyor. Afallıyorum, aptallaşıyorum, zemin ayaklarımın altından kayıyor.

Ancak 40 yılımı Türk olmaya adamış biri olarak kendime çabuk geliyorum.

Önce şöyle bir kuaföre gidip, içinde beş farklı renk bulunan saçlarımı boyatıyorum. Cillop gibi bir manikür pedikür... Üstüne kaşlarım kalem gibi alınıyor. Bir tipi toparlıyorum.

Sonrasında İstanbul'da arkadaşlarla gezmeler, konserler, davetler, her gittiğim yerde tanıdıklara rastlamalar, iki kelam etmeler, öpüşmeler, sarılmalar derken bir havam değişiyor.

Hiç kimse olduğum yerden, birisi olduğum bir yere geldiğimi anlıyorum. Yürürken, daha bir dik duruyorum.

O arada kitabım çıkıyor. Söyleşiler, TV röportajları derken, iyice bir havalanıyorum.

Karanlık Vancouver günlerinde, yağmur beynimi delecek şekilde hiç durmadan yağarken, öyle deli gibi kendimle söyleşerek yazdığım satırları, başka bir kültüre alışmak için nasıl debelendiğimi anlattığım kitabımı birileri okuyor, birilerinin kalbine dokunuyor, insanlar sosyal medyadan kendi hikayelerini benimle paylaşmaya başlıyor. Bu vesileyle "Ayşe'nin İkizleri" köşesinin eski takipçileri ve ilk kitabım olan "Anneee! Anne Oluyorum"un okurları da beni buluyor.

Her taş yerinde ağır. Türkiye, bütün manyakça temposuna rağmen benim ağır olduğum yer. Orada kuralları öğrenene kadar, yaptığım her yanlışın karşılığında, her devrilen gözde, her garip uyarıda incelen derim, yeniden kalınlaşmaya başlıyor. Unutulmaya yüz tutmuş bazı Türklük yetilerim de iki yıldır saklandıkları yerden yavaş yavaş çıkıyor.

Bayramda feribotla gittiğimiz Yunan Adası ziyaretinde, sadece ben önden koşmadığım için pasaport sırasının sonunda kalan arkadaşlarım tarafından Kanadalılaşmakla suçlanıyorum. Yalan değil, sıra beklemeye tahammülü olmayan bir insan olarak, kişisel tarihimde cenazede başsağlığı sırasına bile kaynak yapmışlığım vardır. Dönüşte akıllanıp denizin ortasından, feribot kapısına dayanmak suretiyle pasaport sırasına giriyorum. Geri kalan yolcular da denizin ortasından itibaren arkamda sıralanıyor. Sanıyorum ki dünyanın hiçbir yerinde görülemeyecek, görülse de anlaşılamayacak eşsiz bir manzara! Feribot yanaşır yanaşmaz, tek hamlede bavulumu kapıp, seri adımlarla kontrol noktasına yürüyorum. Bingo! Beş dakikada kontrolden geçiyorum.

Ama sonra bu telaşlı hızımı hiç sevmediğimi fark ediyorum. Derimin kalınlaşması bana iyi gelmiyor. O deri kalınlaştıkça ben kendimden uzaklaşıyorum. Yüzeyde kalıyorum. Yakında evime, Vancouver'a döneceğim. Yerinde ağır olmadığım şehre... Derimi tekrardan inceltmeye... Dışarıdan içim görünecek kadar inceltmeye...

Bundan sonra bu köşede her hafta çarşambaları, gitmeyi konuşacağız. Konularımızı sadece benim değil, tüm gidenlerin, gidip de dönenlerin, oralı olanların, orada olup da buralı kalanların, ne oralı ne buralı olamayanların hikayeleri üzerinden seçeceğiz, gitmeyi merak edenlerin sorularını yanıtlayacağız, röportajlar yapacağız.

Bu senenin başında Dışişleri Bakanlığı, TBMM Başkanlığı'na sunduğu soru önergesine cevaben yurt dışındaki vatandaşların sayısının ülkelere göre dağılımını paylaşmıştı. (30 Ocak 2019)

Buna göre, dünyanın 152 ülkesinde toplam 5 milyon Türk vatandaşı yaşıyor. İlk sırada 2 milyon kişiyle Almanya yer alıyor. Bu sadece kayıt altına alınmış rakam. Bir de alınmayanları düşünün.

Konuşacak ne çok şeyimiz olur bizim be!

Lütfen konu önerilerinizi [email protected] adresine yollayın.

Yabancı yok. Biz gurbetçiler kendi aramızda çekirdek çitleyip, dertleşeceğiz. Çayları demleyin...

Barış Abi'yi de açın yandan. "Tek bir soru hemşehrim, memleket nire? Dedim ya yahu, bu dünya benim memleket!"

Oh! Hadi bakalım!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Daha ne olması gerekirdi?

14 Mayıs Seçimleri'nin ardından aklımda tek bir soru var. Erdoğan seçmenlerinin değişim istemesi için daha ne olması gerekirdi?

Prof. Dr. Selçuk Şirin: İyi ebeveynlik, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar

Çocuklarım ilk oylarını kullanırken aklıma yazar-akademisyen Prof. Dr. Selçuk Şirin hocamızın bir röportajımızda söylediği "İyi ebeveynlik bilinçli seçmen olmakla, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar. Siyasete karışmıyorsan, siyaset senin çocuğunun geleceğine karışır." lafı geliyor. Tarihi seçime günler kala kendisiyle temasa geçiyor, görüşlerini soruyorum