Ev, doğup büyüdüğümüz, aile ve arkadaşlarımızın sevgisiyle sarmalandığımız, kendimizi ait hissettiğimiz, sokaklarını karış karış bildiğimiz, kokularına aşina olduğumuz, anılarımızla şekillendirdiğimiz, kültürüyle, tarihiyle, diliyle bizi biz yapan yerdir.
Üç yıllık Kanada maceramız süresince ilk kez bu yaz, Koronavirüs salgını nedeniyle, memleketimize gidemedik. Bizim gibi dünyanın uzak köşelerinde yaşayan ve 24 saate varabilen aktarmalı yolculukları göze almak istemeyen birçok kişinin de bu yaz Türkiye’ye gitmediğini biliyorum.
Hayatımıza devam ediyoruz, salgınla yaşamaya alışıyoruz, hatta salgının nispeten kontrol altında tutulduğu bir şehirde yaşadığımız için kendimizi çok şanslı hissediyoruz.
Ama işte kalbime yine o özlem dalgaları çarpmaya başladı. Her ne kadar bulunduğumuz yere alışsak da, o "bizi biz yapan yer"i uzun süre göremediğimiz zaman, bünye bir arızaya geçmeye başlıyor. Aile ve arkadaş özlemi bastırıyor, toprak çekiyor, dil çekiyor, deniz, yemek, çiçek kokuları dünyanın öbür ucunda burnumuzda tütmeye başlıyor.
Özlem böyle kuvvetli tsunamiler şeklinde bastırdığında, kendimce basit çözümler ürettiğimi ve bunların bana iyi geldiğini fark ettim. "Gittiğiniz yere, ülkenizi taşıyın!" demiyorum. Bu zaten imkansız bir şey ve bulunduğunuz yere adaptasyonunuzu da zorlaştırabilir. Ama gittiğiniz yere daha çok aidiyet duymanız, eviniz gibi hissetmeniz, hasretinizi bir nebze azaltmanız için geçmişinizden güzel kokulara, tatlara, anılara başvurabilirsiniz. İşte benim listem:
1. Türk yemekleri pişirin: Belli yemekler vardır ki kokuları ve lezzetleri size anne evini hatırlatır. Bu benim için etli dolma, sulu köfte, peynirli börek... Bu aralar çok sık pişirmeye gayret ediyorum. Hem çocukluğumun geçtiği eve ve mutlu anılarıma ışınlanıyorum, hem çocuklarıma anne evi kokusu bırakmaya çalışıyorum, hem de arada Kanadalı arkadaşlarımı davet edip, memleketimin lezzetlerini onlarla paylaşıyorum. Bayılıyorlar elbette!
2. Evinizi çiçekle donatın: Benim için memleketin çiçekleri hanım eli, sarmaşık, ortanca, begonvil ve sarı güldür. Burada sarı gül ve ortanca bolca var. Küçük demetler halinde vazolara koyup, evin çeşitli köşelerine yerleştiriyorum. Babamın Çengelköy’deki evimizin bahçesine diktiği güllerin kokusu burnuma geliyor.
3. Deniz kıyısı yürüyüşleri: Üç tarafı denizle kaplı bir ülkeden gelince, insan gittiği yerde de deniz arıyor. Bu aralar okyanus kıyısındaki yürüyüşlerimin sayısını artırdım. Özellikle False Creek tarafından Burrard Köprüsü’ne doğru yürüdüğümde, neredeyse kendimi Arnavutköy’den Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne doğru yürüyor gibi hissediyorum. Yosun kokusunu bol bol içime çekiyorum.
4. Türk müzikleri dinleyin: Türk müzikleri benim için ilk bir yılın olmazsa olmazıydı. Her özleme düştüğümde sığındığım limandı, nostaljiydi. Artık eskisi kadar dinlemesem de, geçen gün açtım yine Teoman’ı... "Akşama doğru azalırsa yağmur... Kız Kulesi ve adalar... Ah burda olsan, çok güzel hala... İstanbul'da sonbahar."
5. Diliniz evinizdir: Okumayı sevenler umarım yanlarında kitaplarını taşımışlardır. Edebiyatçıların her daim ilham kaynağı olan İstanbul, romanlarda tekrar tekrar okunabilir, farklı dönemlerin İstanbul’unda şöyle bir gezintiye çıkılabilir. Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar; Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay; Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar; Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk; Bit Palas, Elif Şafak ilk aklıma gelen kitaplar. Şiir sevenler için Memet Fuat’tan Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi’ni öneririm. Böylece tek kitapta birçok şairin dizesine ulaşmak mümkün.
6. Mümkünse eşyalarınızı taşıyın: Henüz göç aşamasında olanlara eşyalarını taşımalarını tavsiye ederim. Taşıyamıyorsanız da, mutlaka evinizden sizin için manevi değeri olan birkaç şey getirin. Bir vazo, bir biblo, aile albümleri... Bu sizi ilk günden evinizde hissettirecektir. Bazen bulunduğunuz şehirdeki koşturmacalı hayatınızdan uzaklaşmak istediğinizde, demli çayınızı koyup, o aile albümlerine, zamanın yavaş aktığı, komşuların birbirini tanıdığı, herkesin birbirine saygı ve sevgi ile yaklaştığı çocukluk günlerine ışınlanmak ruha iyi geliyor.
7. Yeni ritüeller yaratın: Bulunduğunuz yerde yeni ritüeller yaratın ki, orası da eviniz olsun. Aynı kafeye gitmek, aynı kıyıda yürümek, aynı parktaki aynı bankta oturmak, yeni arkadaşlar edinmek, yakın yerlere seyahat etmek, güzel anılar biriktirmek... Bir gün ülkeme döndüğümde Vancouver’daki evimi ve hayatımı özlediğimde belki de vazolara kokinalar ve çam dalları dolduracağım, kahvaltıda krep üstüne Akçaağaç şurupu yiyeceğim, kim bilir.
Sözlerimi Oruç Aruoba dizeleriyle bitirmek isterim. Koronavirüs salgını altındaki hayatımıza nasıl da güzel uyuyor bu satırlar...
Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin
Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen
Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin
Özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen
Oruç Aruoba, Uzak