23 Aralık 2020

Filmlerle eve yolculuk

Son dönemde o kadar çok Türk filmi ve dizisi izledim ki, neredeyse Türkiye'ye ışınlandığımı sanacağım. Bu filmleri ve dizileri izlememin nedeni de sanılanın aksine "memleket hasreti" değil, iyi olmaları

Vancouver'ın havası malum yağmurlu ve gri... Bir başladı mı meret, durmuyor. Beyin delen tık tık sesiyle günlerce, haftalarca yağıyor. Evden dışarı adımını atmak istemiyorsun. E yağmuru bırak zaten salgın var, kimsenin evden çıktığı yok. Hafta sonunu battaniye altında, çay kahve sarmalına bağlayıp televizyon karşısında geçirmek son zamanların en cazip programı haline geldi.

Tabii bu cazip programa Netflix dayanmıyor. Türkiye ve buradaki arkadaşlarımla tek sosyalleşme ortamım olan WhatsApp gruplarında sürekli şu sohbet dönüyor. "Bu diziyi de bitirdik. Siz ne izliyorsunuz?"

İnanılmaz ama gerçek, fast food yer gibi hızlı dizi ve film tüketiyoruz. Gün geliyor Netflix'teki 13,941 başlıktan zevkimize göre bir şey bulamıyoruz. İzlediklerimizin bir kısmı bizi düşündürürken, diğerleri 10 dakika sonra tarih oluyor. Aklımızda filme dair hiçbir şey kalmıyor. 

Bundan şikayet ederken, Batı Vancouver'da bir DVD dükkanı keşfediyorum. Hoop, önce Nuri Bilge Ceylan'ın bana göre başyapıtı olan Kış Uykusu'nu kiralıyorum. Sonra diğer Nuri Bilge filmleri... DVD dükkanındaki adam "Türk müsünüz?" diye soruyor. "Çok mu belli oluyor?" diyorum gülerek.

Kış Uykusu'nun hayatta en sevdiği filmlerden biri olduğunu söylüyor. Üzerine günlerce düşündüğünü... Diyalogları başa sara sara tekrar izlediğini...

Tam da bu nedenle DVD dükkanında olduğumu söylüyorum kendisine... İyi bir filmi fast food gibi tüketmenin mümkün olmadığını... Onunla bir süre yatıp kalktığımızı, hakkında çıkan yazıları okuduğumuzu, zihnimizde filmin geçtiği sokaklarda gezintiye çıktığımızı, ana karakterlerle empati yaptığımızı, hatta bazen rüyamızda belli sahneleri tekrar yaşadığımızı... "İyi bir filmin üstüne hemen film izlenmiyor." diyorum. 

DVD'ciye birkaç aydır gitmiyorum. Önce Netflix Ethos'u çıkarttı. Sonra Masum'u izlemeye başladım. Derken 16 Aralık'da Vancouver Türk Filmleri Festivali başladı. Tabii ki sanal olarak... Dört gün süren festivalde 4 uzun, 10 kısa film ve soru/cevap seansları izledik. Bu soru/cevap seanslarından birini de Küçük Şeyler filminin yönetmeni Kıvanç Sezer'le ben gerçekleştirdim.

Öncelikle filmlerden biraz bahsedeyim.

Eylem Kaftan'ın Kovan'ını izlerken, Batı Karadeniz'in güzelliğine bir kez daha vuruldum. Ayılar ve arılar üzerinden memleketimin bilmediğim, daha önce hiç gitmediğim Gürcistan sınırına şahane bir yolculuk yaptım. Filmde kadınların gücüne hayran kaldım. Özellikle Meryem Uzerli'nin canlandırdığı, hayattaki en büyük korkusu arılar olan ama korkusunun üzerine inatla giden Ayşe'ye...

Ümit Ünal'ın Aşk, Büyü Vs'si iki kadın arasında geçen çok saf bir aşk hikayesi... Bu filmde aşk insanları birleştirirken, tabii ki toplum ayırıyor. Filmin başrol oyuncularından Ece Dizdar, filmden sonraki soru cevap seansında "Biz bunu bir LGBTQ hikâyesi gibi düşünmedik. Oynarken karşımdakinin erkek ya da kadın olmasının bir önemi yoktu. Gençlik aşkını unutamamış bir kadını canlandırdım." diyor. Bu filmde de çocukluğumda ve gençliğimde sık sık gittiğim Büyükada'ya güzel bir yolculuk yaptım. Güzelim İstanbul'un gün batımını Aya Yorgi Tepesi'nden iç çekerek izledim.

Leyla Yılmaz'ın Bilmemek'i bana gençlerin ne kadar acımasız olabileceğini hatırlattı. Genç sutopu oyuncusu Umut takım arkadaşları tarafından eşcinsel olmakla suçlanınca ortadan kaybolur. Mutsuz bir evliliğin içinde olan anne ve babası oğullarını bulmaya çalışırken, asıl kendilerinin kaybolduğunu fark ederler. Umut'un yaşındaki halimi düşündüm izlerken. 16-17 yaşlarıma yolculuk yaptım.

Kıvanç Sezer'in Küçük Şeyler'i, yönetmenin "Ev" üçlemesinin ikinci bölümü. İlk bölüm olan Babamın Kanatları'nı daha önceki yıllarda yine festivalimizde izlemiştik. Bu ilk filmde kanser olan, ancak patrondan parasını alamadığı ve sigortasının günü dolmadığı için tedavisini gerçekleştiremeyen inşaat işçisi Mustafa'nın dramına tanık olmuştuk. İkinci bölümde de inşaatın bitmiş halinden ev alan genç çift Onur ve Bahar'ın dramına tanık oluyoruz. Onur işinden atılınca ev kredisi ödenemiyor. Türkiye'de son 10 yılda emlak sektörünün farklı sosyoekonomik gruplardan insanların hayatlarını nasıl değiştirdiği, kurumsal hayatların sahteliği, rant dünyası, farkındalığı kaybetme, anne oğul ilişkisi gibi birçok konu ve duyguyla yüzleştik bu filmde de... Üçüncü bölüm, bu inşaatları yapan patron Şefik'in hikâyesi olacak. Sezer'in 2022'de hazır olacağını tahmin ettiği bu filmi de şimdiden merakla bekliyorum.

Bu dört film de uluslarası birçok festivalden ödüllerle döndü. Hepsi uzun süre benimle kaldı, düşündürdü. Kanada'nın her yerinden izlendi, kültürümüzü ve sinemamızı burada en iyi şekilde temsil etti. Özetle evden çıkamadığımız şu günlerde sadece Netflix'teki başlıklara takılı kalmayın. Ne yapıp edip, bu festival filmlerini izleyin... Ben şimdi Masum'a dönüyorum. Size iyi seyirler.

Yazarın Diğer Yazıları

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Daha ne olması gerekirdi?

14 Mayıs Seçimleri'nin ardından aklımda tek bir soru var. Erdoğan seçmenlerinin değişim istemesi için daha ne olması gerekirdi?

Prof. Dr. Selçuk Şirin: İyi ebeveynlik, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar

Çocuklarım ilk oylarını kullanırken aklıma yazar-akademisyen Prof. Dr. Selçuk Şirin hocamızın bir röportajımızda söylediği "İyi ebeveynlik bilinçli seçmen olmakla, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar. Siyasete karışmıyorsan, siyaset senin çocuğunun geleceğine karışır." lafı geliyor. Tarihi seçime günler kala kendisiyle temasa geçiyor, görüşlerini soruyorum