19 Ocak 2022

Çığlık çığlığa yarı geceler: Kardeşin duymaz, eloğlu duyar

Kulüp dizisiyle zamanda acı yolculuk; 1994 yılı, İTÜ Kantini, Rum, Ermeni, Alevi arkadaşlarım; 2010 yılı, İstanbul Açıkhava Tiyatrosu, George Dalaras ve İzmir'i terk ettiği günü hiç unutmayan ailesi; 2011 yılı, Pera Palas Oteli, Zülfü Livaneli ve büyük dedelerinin Yusufeli Dağları'nda katledilmesi

Bizim okullarımızda Türkiye'nin yakın tarihi ders olarak okutulmaz. Üniversitede Siyaset Bilimi öğrencisi filan değilseniz, okuyup araştırmadıysanız bırakın 100 yılı, bundan 20 yıl önce bu topraklarda neler yaşandığını hiç bilmeden pekala yaşayıp gitmeniz mümkün. 

1955 yılında Kıbrıslı Rumlar'ın Birleşmiş Milletler'den Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasını talep etmesi üzerine başlayan ve 5 Eylül 1955'te Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba koyulmasıyla tırmanan 6-7  Eylül olayları sonucunda sapla saman birbirine karışmış, yüzyıllardır İstanbul'da yaşayan ve konuyla bir alakası olmayan Rumlar'la birlikte, Ermeniler'e ve Yahudiler'e de saldırılmış, resmi kaynaklara göre, 4 bin 214 ev, 1000 iş yeri, 73 kilise ve 26 okul tahrip edilmişti. Daha sonra olayı araştıran Yunan polisi Atatürk'ün evine bombayı koyanın Türk azınlıktan Oktay Engin isimli bir şahıs olduğunu ileri sürmüş ve Yassı Ada Mahkemeleri sırasında Engin'in Türk istihbaratı adına çalıştığı iddia edilmişti.

İTÜ'de öğrenilen gerçek hayat dersleri 

Ben bu olayları üniversitede öğrenme şansına eriştim. Ancak yanlış anlaşılmasın, derste değil. İTÜ Fen Edebiyat Fakültesi'nin kantininde bir yandan King oynayıp, bir yandan çay içerken, okul arkadaşlarım kendi aile hikâyelerini anlatırdı. Rum'u, Ermeni'si, Yahudi'si, Alevi'si Kürt'ü, Müslüman'ı, Ateist'i, Türkiye'nin farklı şehirlerinden, dünyanın farklı ülkelerinden gelen öğrencileriyle bizim bölüm bir dünya karmasıydı. Çok şey öğrendik birbirimizden. Yıllar sonra, ülkemden uzakta Vancouver'daki evimde izlediğim Kulüp dizisinin son bölümü beni 20 yaşlarıma, İTÜ'nün sigara dumanlı kantinine ve hiç unutmadığım bu gerçek aile hikâyelerine geri götürüyor. Derslerde ne anlatıldığını hatırlamıyorum oysa. Çok ağlıyorum diziyi izlerken. Yüzümü gözümü battaniyeye silmek zorunda kalıyorum. 

Dalaras'ın ilk İstanbul konseri

Baştan sona tüm karakterlerin öykülerinin mükemmel bir senaryo ile bağlandığı son bölümde beni en çok Niko ve annesi Mevhibe Hanım'ın veda sahnesi etkiliyor. Sözlerini ve müziğini Zülfü Livaneli'nin yazdığı "Kardeşin Duymaz* / San Ton Metanasti", Mevhibe Hanım'ın "Anneler çocukları için her türlü fedakarlığı yapar." dediği sahnede çalmaya başlayınca artık sesli hıçkırıyorum. 20'li yaşlarımın İTÜ Kantini'nden, 30'lu yaşlarımın ortasına, Açıkhava Tiyatrosu'na, George Dalaras'ın İstanbul'da verdiği ilk konsere ışınlanıyorum.

Daha önceki yıllarda çeşitli nedenlerle Dalaras'ın ülkemizde konser vermesi engellenmiş, 26 Haziran 2010 günü Dalaras İKSV'nin çabalarıyla nihayet İstanbul'a gelebilmiş, Açıkhava'yı dolduran 4500 coşkulu hayranıyla buluşabilmişti. "Sonunda..." olmuştu onun da ilk kelimesi... Sonunda...

Hızımı alamıyor "Kardeşin Duymaz"ın her versiyonunu dinliyorum

Dalaras konserin ortalarında Zülfü Livaneli'yi sahneye davet etmiş, yarı Türkçe yarı Rumca "Kardeşin Duymaz / San Ton Metanasti"yi biz seyircilerden oluşan 4500 kişilik koronun eşliğinde  söylemişlerdi. Yine duygulanarak, yine gözler dolarak... Tarifi mümkün olmayan bir geceydi. Gecenin devamında ise daha da muhteşem bir şey olmuş, İKSV Genel Müdürü Sevgili Görgün Taner'in yardımıyla konser sonrası George Dalaras'la bir röportaj yapmayı becerebilmiştim. 

Kulüp Dizisi bittikten sonra hızımı alamayıp Spotify'ı açıyor, hem Livaneli'den, hem Livaneli-Faradouri'den, hem de Dalaras-İsrail Filarmoni Orkestrası'ndan tekrar tekrar dinliyorum "Kardeşin Duymaz"ı. Kanadalı arkadaşıma da dinletiyor, bir yandan kendisine Livaneli'yi ve Dalaras'ı tanıtıyorum. "Diziyi izlerken, neden bu kadar çok etkilendiğini şimdi daha iyi anlıyorum." diyor.

Unutmamak, sonradan yazmak için...

Gözlerimi kapatıyorum. Bu sefer 2011 yılının güzel bir sonbahar gününde İstanbul'daki evimdeyim. Saçımı makyajımı yapıp, saatime bakıyorum. 3'e 25 var. Hemen bir taksi çağırıyorum: "Pera Palas'a..." Ben Maya Duran az sonra dünyanın en güzel otellerinden birinde, Profesör Maximillan Wagner ile buluşacağım. Onu odasına çıkartacak, o çok merak ettiğim sırlarını dinleyeceğim. Unutmamak, sonradan yazmak için anlattıklarını kaydeteceğim. Öyle de yapıyorum.

Teybin kırmızı düğmesini kapattığımda, ben Ayşe'ye, karşımdaki kır saçlı, siyah paltolu adam Zülfü Livaneli'ye dönüşüyor. O tarihlerde yeni çıkan romanı Serenad'ın içinden çıkmakta zorlanıyoruz. 

Aynı filmi farklı oyuncularla tekrar tekrar izlemek

Bu hafta sizi 2010 Dalaras ve 2011 Livaneli röportajlarının beni en etkileyen kısımlarıyla baş başa bırakıyorum. Anlattıkları hikâyeler tarihimizde 6-7 Eylül benzeri çokça acı öykü olduğunu söylüyor. Sanki belli aralıklarla aynı filmi, farklı oyuncularla tekrar tekrar izliyoruz. Yıllar içinde bu ülkeye renk katan azınlıklar tek tek ülkeyi terk etmeye mahkûm edilirken, günümüzde eğitimli, okumuş, laik Türk gençleri kendilerini çaresiz hissedip ülkeyi terk ediyor. 

Kulüp dizisinde her karakter ayrı bir ülke gerçeği

Röportajlara geçmeden Kulüp dizisinde emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Muhteşem oyunculuklar, her karakter üzerinden anlatılan ayrı bir ülke gerçeği, mükemmel bir senaryo,  gerçek fotoğraflar kullanılarak tarihimizle dürüst bir yüzleşme... Bin kere elinize sağlık.

Ve bir de lütfen hep birlikte; "Çığlık çığlığa, yarı geceler... Kardeşin duymaz, eloğlu duyar... Çoğalır engeller, yürür gidersin... Yüreğin taşıyıp götürür seni... Nice selden sonra, kumdan ötede... Kardeşin duymaz, eloğlu duyar... Yıkılma bunları gördüğün zaman... Umudu kesip de incinme sakın... Aç yüreğini bir merhabaya... Kardeşin duymaz eloğlu duyar..." 

Kardeşin Duymaz*: Zülfü Livaneli Türkiye'de yasaklıyken, Yunanistan'da el üstünde tutulmasının yarattığı hüznü bu şarkının sözleriyle dile getirmiştir. 

 

Dalaras ile Açıkhava konserinden sonra, 2010, Vatan Gazetesi: "Ailem İzmir'i terk ettiği günü hiç unutmadı"

  • Küçükken annenizden hiç İzmir'e ya da Türkiye'ye ait öyküler dinler miydiniz?

Çok fazla... Yalnız annem değil,  annenannem ve dayılarım da sık sık İzmir'de yaşadıkları günlere dair hatıralarını, günlük hayatta yaptıkları şeyleri anlatırlardı. İzmir'in işgalinden sonra ailemin fertlerinden bazıları Limnos'a, bazıları Sakız Adası'na, bazıları da Midilli Adası'na göç etti. İzmir'i terk etmek zorunda kaldıkları günü pek anlatmazlardı. Unutmak ister gibiydiler ama hiçbir zaman unutmadılar.

  • Bize anlatabileceğiniz güzel anıları var mı?

Biz çocukları olarak, onların hislerini ve hatıralarını dile getiremeyiz. Aralarında öyle insanlar vardı ki, neden bu topraklardan ayrılmak zorunda kaldıklarını hiç bilmediler. Böyle bir dram söz konusu.  Ama insanoğlu bütün bu yaşadıklarıyla olgunlaşıyor ve düşündükçe hayatta hiçbir şeyin garantisi olmadığını anlıyor. Ne demokrasinin, ne rahat hayatın, ne eşitliğin... Senden daha kuvvetli olan bir şey, bir anda hayatının akışını değiştirebiliyor.

  • Bize müziğinizi anlatır mısınız?

Yunanistan'da bile bazıları "Artık politika ile ilgili şarkılar duymak istemiyoruz." diyor. Bizim dilimizde yurttaş kelimesi "politis"dir. Yurttaş politikse, sanatçının ne kadar politik olması gerektiğini siz düşünün. 30 seneden fazla bir süredir, dünyanın neresine gidersem gideyim, Amerika'ya, Kanada'ya, Avustralya'ya, Almanya'ya... Yunanlılar'ın çok fazla yaşamadıkları ülkelerde bile yavaş yavaş şarkılarımı anlamaya ve sevmeye başladılar. Bunun nedeni, beni görüp beğenmeleri değil, şarkıların kendi dillerindeki çevirilerini okuyup anlamalarıdır. Müziğimi kısaca anlatmak zor. Sosyal sorumluluklarımı müziğimle yerine getiriyorum, diyebiliriz. Barış, demokrasi, eşitlik, kardeşlik, insan hakları için şarkılar yapıyorum. Çoğu insan demokrasi için nasıl savaşacağını bilemediğinden, bizim sanatımızla müziğimizle onlara destek vermemiz, "yanınızdayız" dememiz gerekiyor. Pop müziğin atmosferi içinde başka bir dünya olduğunu söylemek zor,  fakat bu başka dünya var. Bunu biliyoruz, bilmiyor gibi davranamayız.

  • Türk okurları için hangi şarkınızın sözlerini çevirelim. En çok hangisini anlasınlar istersiniz?

"Mes Tou Vosphorou ta Stena". 22 yaşımda bu şarkıyı söylüyordum. Lütfen sözlerini öğrenin ve yayınlayın. Benim için anlamanız çok önemli.

Boğaz'a karşı Giannis ve Mehmet otururlar
Şafağa karşı ağlayarak şarkı söylerler

Ben Türk'üm, ben Yunan'ım
Fakat ikimiz de insanız
Birimiz İsa, birimiz Allah
Fakat ikimizin hali de "ah ve vah" 

Biraz sevgi ve biraz şarapla
Sen de sarhoş olursun, ben de 
Al iç tasımdan dostum ve kardeşim 
Kardeşlik de bundan öte nedir ki?

Livaneli ile "Serenad" üzerine, Vatan Gazetesi, 2011: "Her Türk ailesinin bir sırrı vardır"

  • Kitabın kahramanı Maya'nın babaannesi Ermeni, anneannesi Kırım Türk'ü çıkıyor. İster istemez insan kendi geçmişini sorguluyor. "Ben kimim?" sorusunu kendine soruyor.

Türkiye'de kimse geçmişini bilmez. Batılı arkadaşlarım soyağaçlarını 16. yüzyıla kadar götürürler. Türkiye'de Osmanlı hanedanı üyeleri dışında bunu yapabilecek kimse yoktur. Kayıt yoktur çünkü. Şimdi Mernis programı çıktı. Ama orada da benim yaşımdakiler ancak dedelerine kadar öğrenebiliyor. Ondan öncesi yok. Halklar, kültürler, dinler o kadar çok yer değiştirmiş ki, hepsi birbirine karışmış. Gerçeği ortaya çıkarmak da zor. Araştırdığınız zaman Türkiye'de bir ırk yok.

  • Bunu biz biliyoruz da, Türk soyunu karıştıracağı gerekçesiyle sperm bağışıyla çocuk sahibi olmaya bile engel olunuyor.

Türkiye'de ırkçılık yapılması berbat bir şey... Atatürk'ün sağlığında böyle bir şey yok. 34-35'li yıllardan sonra Türk Hükümetleri Almanya'da yükselen Nazizm'in etkisi altında kalıyor. Türkçülük oluşuyor.  2011 yılında bunlar geride kalmalı. Amerika'dan bile daha kozmopolit bir ülkeyiz. Böylesi daha da iyi... Değişik kültürlerden gelip bir ulus oluşturabilmek çok büyük bir başarıdır, bir zenginliktir. Orta Asya'da şimdi bir Türk ırkı var. Ama benzemiyor. Bizim insanlarımızla, oradaki insanların bir alakası yok. 

  • "Her Türk ailesinin bir sırrı vardır." diyorsunuz. Siz aile sırlarınızı öğrendiniz mi?

Sizin ailenizde de mutlaka vardır. Livane, Artvin'in eski adıdır. O yüzden soyadımız Livaneli. Büyükdedemin ailesinin Artvin'de, Yusufeli dağlarında, Rus ordusunun işgali sonucu katledildiğini 7-8 yıl önce öğrendim. Bir tek Ahmet Muhtar Paşa'nın yaveri olan Ömer dedem kurtulmuş. Babam hatıralarını yazmaya karar verince öğrendim bunu...

  • Çok üzücü...

Eşimin ailesi de Balkan harbinde yayan kaçarken katledilmiş. Dedeleri dolaba iki yaşında bir oğlan çocuğunu saklıyor ki çeteciler geldiğinde onu bulamasın. Akrabalar geldiğinde iki yaşındaki çocuğu, ölü annesinin memesinden süt içmeye çalışırken buluyor.

  • Bu Leyla'nın evi romanınızda vardı. 

İşte kendi ailelerimizin tesadüfen öğrendiğimiz hikâyeleri bunlar. 

  • Niye ailelerimiz bizden bunları saklıyor peki?

Osmanlı İmparatorluğu'nın bilinçli olarak çökertilmesi, 10-12 yıl süren korkunç savaşlara neden oldu. Biz bu sırada topraklarımızın beşte üçünü, nüfusumuzun ise neredeyse yarısını kaybettik. Ardından Kurtuluş Savaşı ile özgürlük geldi. Ancak o zamana kadar, o kadar kan döküldü ki... Acı çekme imtiyazına karşıyım. "Biz çok acılar çektik" diye insanlar ortaya çıkıyor. İnsanlık acı çekti, kimlik değiştirdi. Türk'ü, Kürd'ü, Ermeni'si, Rum'u, Arnavut'u... Yaraların kapanabilmesi için uzun bir sessizlik ve yas dönemine girildi. Yeni kuşaklar bunları bilmesin istendi."Türk hükümeti o kadar çok suç işledi ki, bunları saklıyor." gibi bir durum yok. Ama artık bugün bunlara bakabilmeli, birbirimizin yasını paylaşabilmeliyiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Daha ne olması gerekirdi?

14 Mayıs Seçimleri'nin ardından aklımda tek bir soru var. Erdoğan seçmenlerinin değişim istemesi için daha ne olması gerekirdi?

Prof. Dr. Selçuk Şirin: İyi ebeveynlik, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar

Çocuklarım ilk oylarını kullanırken aklıma yazar-akademisyen Prof. Dr. Selçuk Şirin hocamızın bir röportajımızda söylediği "İyi ebeveynlik bilinçli seçmen olmakla, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar. Siyasete karışmıyorsan, siyaset senin çocuğunun geleceğine karışır." lafı geliyor. Tarihi seçime günler kala kendisiyle temasa geçiyor, görüşlerini soruyorum