13 Kasım 2019

24 dizisi, Vancouver versiyonu!

Kanada'da organ bağışı, Türkiye'ye göre daha yaygın. Memleketimde bir insana ışık, nefes, kalp olmak istediğime karar veriyor ve elime tutuşturulan formu kenara bırakıyorum

Yaz aylarını Türkiye'de geçirdikten sonra, Vancouver'daki evime döndüğümde posta kutumda 3 önemli zarf buluyorum.

Birinci mektup, şu şu tarihte, gece on ikide kapımın önünde çöp kutusu tespit edildiğini, British Columbia Vahşi Hayat Yasaları'na göre, ayı, çakal, puma gibi hayvanları beslemenin ya da çevremizde yemek artığı bırakarak, dolaylı yoldan beslenmelerine yol açacak hareketlerde bulunmanın suç olduğunu ve durumun tekrarı halinde 100 dolar para cezasına çarptırılacağımı belirtiyor, çöp gününde çöpümüzü en erken sabah 05:30'da kapının önüne çıkartabileceğimizi hatırlatıyordu.

Vancouver'ımızda Vahşi Batı yasaları

20 saatlik yoldan yeni gelmişim, jet lag'dan gözümü açamıyorum ve okuduğumu anlamıyorum. Vahşi Batı Yasaları okuyorum önce... Biri dalga geçiyor sanıyorum. Devamında para cezasına mı çarptırıldım, kapıma ayı mı gelmiş, ne zaman gelmiş gibi yaşadığım sersemliklerden sonra, mektubun nihai amacını anlıyorum. Anlamam ertesi gün, sabahın beş buçuğunda sıcak yatağımı terk ederek, yağmurun altında 5 ayrı kutuya ayırdığım çöplerimi kapımın önüne inci gibi dizerken sağlam bir küfür savurmama, akabinde sabahın o saatindeki sessizliğe ve ıssızlığa şaşırıp, içimden "Ezan okunuyordur bu saatte İstanbul'da. Martılar çığlık atıyordur, Boğaz'da" diye geçirmeme engel değil elbette.

Yine bir sitcom bölümü

İkinci mektup, arabamın sigortasının bittiğini söylüyor ve yenilemem gerektiğini hatırlatıyor. En yakın acenteye gidiyorum. İsmimin altına kayıtlı bir araba bulamıyorlar. Ayşe Acar, Sabiha Ayşe Acar, Sabiha Acar ve eski eşimin soyadının da dahil olduğu tüm kombinasyonları deniyorlar. Aha yok! "Arabanız olduğuna emin misiniz?" diye soruyorlar. Kanada'yı burada yaşamadan önce dizilerde yapılan Kanada esprilerinden tanırdım. Ama deneyimim bana buraya kendi sitcom'umu çekmeye geldiğimi söylüyor. "Tam orada duruyor" diyerek park edilmiş arabamı parmağımla işaret ediyorum memura...

Ya plakanın yeni sahibi katilse

Sonunda ICBC (British Columbia Sigorta Birliği) aranıyor. Arabamın plakasının "yanlışlıkla" başka bir kişinin altına kayıt edildiği ve plakanın değişmesi gerektiği söyleniyor. "Nasıl yani?" diyorum. "Çift plaka mı var? Ya plakanın yeni sahibi katilse, büyük bir trafik suçu işlediyse... Nasıl böyle bir hata yapılabilir?" diye soruyorum. Cevap yok. "Hem ben iki senedir bu plakayı kullanıyorum. Kime verdilerse, o versin plakamı geri" diye sızlanmaya devam ederken, önüme dizilen 10 plakadan birini seçmem ve bir memurun tornavidayla arabama ilerleyip mevcut plakayı söküp, yeni plakayı takması bir oluyor. Ömrümde ne gördüm, ne duydum böyle şey! Sonraki günlerim, plakasından tanıyamadığım arabamı otoparklarda aramakla geçiyor.

21 yaşında yaptığım organ bağışı geçersiz

Üçüncü mektup, ehliyetimin süresinin bittiğini ve yenilemem gerektiğini hatırlatıyor. Bunu yapmadan trafiğe çıkmak büyük suç burada. Sigorta acentesinden sonraki durağım, bu sefer ICBC'nin ta kendisi oluyor. Kapıdan girer girmez elime sıra numarası ile birlikte "Organ Bağışı" formu tutuşturuluyor. Türkiye'deki ehliyetimin arkasındaki kutucuğa, hayatımın sonlanması halinde tüm organlarımı bağışlamak istediğimi işaretlediğimde henüz 21 yaşındaydım. Aklıma o ehliyetin burada alınıp, çöpe atıldığı ve yerine bu ülkeye ait ehliyetin verildiği geliyor. Bu durumda o yıllarda yaptığım bağış geçersiz oluyor.

Elimdeki formu doldurmaya koyuluyorum. Sonra düşünüyorum. Ben organlarımı burada mı bağışlamak istiyorum, ülkemde mi? Önemli olan bir, hatta belki birçok canın kurtulması diye bakacak olursak, bu soru çok önemsiz gözükebilir.

Memleketlime nefes olmak, ışık olmak istiyorum

Ama önemli gözüküyor o anda... Ne de olsa buralarda organ bağışı daha yaygın.* Ben memleketimde bir insana ışık, nefes, kalp olmak istediğime karar veriyorum. Bir dahaki yaz Türkiye'ye gittiğimde gerekli işlemleri yaparım, diyerek kağıdı kenara bırakıyorum.

Sonra aklıma sadece yazları Türkiye'ye gittiğim geliyor ve kağıdı elime geri alarak, tahmini olarak nerede ölebileceğimi hesaplamaya çalışıyorum. Jet lag iyice çarpmış, plaka şokunu henüz atlatamamışken, bunu ciddi ciddi düşünmem sesli kahkaha atmama yol açıyor.

Allah hepimize geçinden, sağlıklı ve güzel bir ömür nasip etsin ama buradan ta Türkiye'ye organ gidecek hali yok! Doğru hesaplamak lazım.

Uzunundan güzel, sağlıklı bir hayat ihtimalinde çok büyük olasılıkla Türkiye'ye dönmüş olacağımı düşünüyorum. Allah korusun kaza filan olacaksa, onun da memlekette başıma gelme ihtimali daha fazla! E zaten gönlümden de Türkiye geçiyor. Tekrar kağıdı elimden bırakıyorum.

Bugün hayatımın en uzun günü

Eve vardığımda çoktan akşam üstü oluyor. Yemek yapmak için kiler dolabımı açtığımda, birtakım böcekgillerin dolaba dadandığını görüyorum. Akşam üstü jet lag'ın en kötü vurduğu saat. Kuru fasulyeleri, pirinçleri, nohutları ayırıp, rafları silerken gözüm artık şeşi beş görüyor.

Gece uykum tekrar kaçıyor. Oluyor mu size yine sabahın beş buçuğu! Aklıma bir dönemin en sevdiğim dizilerinden biri olan 24 geliyor. "Ben federal ajan Jack Bauer ve bugün hayatımın en uzun günü!" "Roger that Jack!"

* 2017 yılında Kanada'da (Quebec eyaleti dahil) ölen kişilerin organ bağışı oranı nüfusun milyonda 21.9'u. Bu sayı 2008 yılının yüzde 51'in üzerinde (Stats Canada). Türkiye’de ise 2002 yılında 111 olan organ bağışı sayısı, 2018 yılında 598’e yükselerek nüfusun milyonda 7'sine ulaştı. Yani son 16 yılda organ bağışı sayısı 5 kattan fazla artmış oldu (Sağlık Bakanlığı). Buna rağmen Avrupa ortalaması olan yüzde 15'in hala çok altındayız.

Yazarın Diğer Yazıları

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Daha ne olması gerekirdi?

14 Mayıs Seçimleri'nin ardından aklımda tek bir soru var. Erdoğan seçmenlerinin değişim istemesi için daha ne olması gerekirdi?

Prof. Dr. Selçuk Şirin: İyi ebeveynlik, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar

Çocuklarım ilk oylarını kullanırken aklıma yazar-akademisyen Prof. Dr. Selçuk Şirin hocamızın bir röportajımızda söylediği "İyi ebeveynlik bilinçli seçmen olmakla, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar. Siyasete karışmıyorsan, siyaset senin çocuğunun geleceğine karışır." lafı geliyor. Tarihi seçime günler kala kendisiyle temasa geçiyor, görüşlerini soruyorum