31 Ocak 2021

Eleştirmen Serkan Parlak ile metinler arası bir söyleşi: Yazarların büyük bölümü en az bir paragraf geliştirici cümleler bekliyor

Kitap tanıtım işinin nesnellik kriterleri doğrultusunda bir an önce hak ettiği kurumsallığa erişmesi gerekiyor. Bu gerçekleştiğinde tanıtım yazılarına yönelik olumsuz eleştirilerde azalacak, eleştiri ise hak ettiği yeri tekrar bulabilecek

Yazanlar arasında başkalarını en fazla okuyanlar eleştiri ve tanıtım metni yazanlardır. Eleştirmen Serkan Parlak ile kitapları ve yazdığı kitaplar etrafında kendine has okuma kültürü ve okumak üzerine konuştuk

Serkan Parlak'ı herkes bir eleştirmen ve kitaplar üzerine incelikli sözler eden biri olarak tanıyor, yani çoğunluk. Oysa sizin derlemeleriniz, öyküleriniz ve romanınız da en az kitaplar üzerine ettiğiniz sözler, yazdığınız metinler kadar değerli. Yazan biri olmakla birlikte başka yazanlar üzerine konuşmak sizden neler alıp götürdü ya da size neler kattı? Kendi metinlerinizi yazmanıza engel oluyor mu?

Tek romanım "Ormanın Kıyısı"nda çocukluğumla ilgili bir takıntımı aşmaya çalıştım. Öğrencilerimle birlikte çıkardığımız "Başka Semtin Öyküleri"nde Sultangazi'den hareketle çevre semtlerdeki liseli ergenlerin hayatlarından kesitleri görünür kılmaya çalıştık. Bu yıl Cemil Kavukçu Öyküleri hakkında bir kolektif deneme kitabımız yayına girecek. Ekip işlerini bütün zorluklarına rağmen seviyorum. Bu işlerin hem üretim hem de yayınında çevremdeki arkadaşlarım sağ olsunlar bana hep destek oldular. Bütün bunlar olurken son on yılda sürekli kitap tanıtım yazıları, eleştiri ve incelemeler yazmaya çalıştım, editörlük ve düzeltmenlik yaptım. Görüşmeler hazırladım. İlk iki yazımın Radikal Kitap -Samsunspor, Kırmızı Beyaz Siyah- ve Notos'ta çıkması -manga kültürü hakkında yayınevi editörleriyle görüşmeler- beni heyecanlandırdı.

Kenarda bekleyen öykülerim ve bir roman taslağım var, ancak bir türlü kurmaca yazamıyorum artık. Bunda başka kitaplar hakkında yazmak kesinlikle etkili oldu, ancak bu durum bana her anlamda çok şey de kattı. Özellikle yazarlar, yayınevi çevreleri, editör ve reklamcılarla tanıştım. Deneyim olarak olumlu ve az da olsa olumsuz çok şey kazandım.

Kitap okumak bir uzmanlık alanı yaratıyor, iyi bir okur kılıyor insanı bir süre sonra. Yani ben kitap okuya okuya insan okumaya da başladım diyebilirim rahatlıkla, iddialıyım. Siz kitap okurken nelere dikkat edersiniz? Dosdoğru sormak gerekirse kitap nasıl okunur?

Bildik bir yanıt olacak ama şöyle: Bazı kitaplar biraz okunup kenara bırakılır, arkadaşlara verilir, başka okurlara ve kütüphanelere gönderilir. Bazıları yarıda bırakılır kütüphanenize konur ya da biraz önce söylediğim yapılır. Bazıları okunup bitirilir, bitirilenler hakkında tanıtım yazısı yazılabilir. Ancak nitelikli, derinlikli bir eleştiri ya da inceleme yazısı için bir kitap en az iki kez okunmalı diye düşünüyorum. Bu kitapla birlikte biyografi, otobiyografi, teori kitapları da okunabilir ve bence ortaya nitelikli bir yazı çıkar, ancak bunun için daha çok zaman ayırmak gerekebilir. Benim açımdan yazma zorunluluğu olmadan bir kitabın göndermeler yaptığı başka kitapları da okuyarak yapılan çoğul okuma en idealidir. Bu tarz kitaplar sevdiklerinize verilebilir.

Ben kitap okurken önce genel, ardından daha ayrıntılı notlar alırım, bir süre bilgisayarda üzerine çalışırım. Bazen yazımı eşime ve arkadaşlarıma okuturum, kitabın yazarına gönderdiğim de olur. Son olarak yazdığım mecraların editörleri okur, yazıyı kabul eder ya da etmezler haklı olarak, böyle devam ederiz.

Pek çok kitap üzerine pek çok yazar yani bizler yazılar yazıyoruz. Hepimizin bir bakışı, okuyup metne aktardığı kitaplarla kurduğu bir bağ var. Ben bağlanamadığım metni yazamam örneğin. Ama aramızda çok uyanık ve vasat sadece yazmak için yazanlar da var. Farkında değiliz sanmasınlar. Bizden daha akıllı olanlar şöyle yapıyor, bir kitap üzerine yazılmış başka metinlerden faydalanıyor hatta o metinleri çalıyorlar ve vasatlarsa yazdıkları kitabın özetini yazıyor. Biri ne dediğini bilmezken, diğeri yazdığı kitabın okur adaylarını yazdığı kitaptan uzaklaştırıyor. Ben de çok şahane yazılar yazmıyorum evet, ama bir kitaptan söz etmenin de kaideleri olduğuna inanıyorum. Siz bu her iki durum için ne düşünüyorsunuz? Bu uyanık arkadaşların farkında mısınız, onlara ne tavsiye edersiniz?

Başlangıçta hiç yazmadım, sadece notlar aldım yıllarca. Hem bağlandığım hem de bağlanmadığım kitaplar hakkında yazabiliyorum artık. Bu benim için hem olumlu hem olumsuz bir durum, çünkü işe dönüştü, bu durum bazen canımı sıkıyor. Bırakayım diyorum yazmayı, kitaplar da beni hayat bağlayan en önemli şeylerden biri, kararsızım.

Bir kitap üzerine yazılmış yazıları özgün yorumumla geliştirerek ve alıntılar yaparak ben de kullanıyorum bazen ama kurallara uygun olarak. Özetler ödev yapan öğrencilerin işine yarayabilir, ancak bir kitap tanıtım yazısında ancak bir paragraf olabilir o da okurun metnin hikâyesi hakkında az da olsa fikir edinebilmesi için. Yazarın biyografisine de kısaca yer ayrılabilir, kalan bölümler bence ağırlıklı olarak çözümleme ve kitabın tür olarak genel ya da özelde ve hatta yazarın önceki yazdıklarından hareketle yeni yerini belirlemek de olabilir. Yazarın ilk kitabıysa, günümüzde kitap yayımlatmak bazı açılardan çok zor olduğu için en azından emeğe saygı açısından olmuş mu olmamış mı bunu belirlemek bence önemli, ama olumsuz yönler kesinlikle yazılmalı.

90'ların ikinci yarısından itibaren elimden geldiğince Virgül, Sabit Fikir, Mesele gibi kitap tanıtım dergilerini, kültür sanat dergilerinin kitap tanıtım bölümlerini, özellikle gazetelerin haftanın ve ayın belli günlerinde düzenli ya da düzensiz olarak yayınladıkları kitap tanıtım eklerini sürekli takip ettim. Buralardaki bazı yazarları kendime örnek aldım: Ömer Türkeş, Semih Gümüş gibi. Son yıllarda, nitelikli üretimler yapan edebiyathaber, Oggito internet siteleri ve Kitapeki matbu dergisinde düzenli olarak yazmaya çalışıyorum. Bütün okuduklarım ve yazdıklarımdan hareketle özetle şöyle diyebilirim: Okunan bir kitapla ilgili özet, alıntılar kurallara uygun olmalı, yazıda yer alabilir ancak yazı kesinlikle kendi içinde bir nesnellik taşımalı, orijinal olmalı ya da olmaya çalışmalı. Yazmak için yazmak ve özet hemen anlaşılır. Günümüz okuru çok donanımlı, eğer kötü bir kitaba satış amaçlı iyi bir yazı yazar ya da en az bir paragraf olumsuz yönlerini belirtip geliştirmeye yönelik önerilerde bulunmazsanız olmaz, nitelikli okur bunu hemen anlar. Özellikle uzman olduğu alanlarda tanıtım yazarını denetler. Bunun için telif bile alsanız dediğim gibi olumsuz yönlerini de yazmak gerekir aksi halde okurun gözünde değerinizi, saygınlığınızı ve inandırıcılığınızı kaybedersiniz. Şunu da açıkça belirteyim yazarların büyük bölümü en az bir paragraf geliştirici cümleler bekliyor, olumsuz da olsa eleştiri bekliyor, benim tanıdığım yazarların çoğunluğu böyle.

Kitap tanıtım işinin nesnellik kriterleri doğrultusunda bir an önce hak ettiği kurumsallığa erişmesi gerekiyor. Bu gerçekleştiğinde tanıtım yazılarına yönelik olumsuz eleştirilerde azalacak, eleştiri ise hak ettiği yeri tekrar bulabilecek. Kişisel tavsiyeler dönemi bence çoktan geçti. Kitapların ve okuma eyleminin toplumsal hareketlerle ilişkisi de ortada.

Önemsediğim bir başka mesele, yazdığımız ve yazmaya henüz fırsat bulamadığımız ama illa ki yazacağımız kitaplar ve onların yazarları. Bir kitabı yazana kadar içtenliğini koruyan insanlar, metin yazıldıktan sonra birden bire farklı tavır ve tutum içine giriyorlar. Ahde vefa bir anlık olmasa gerek. Ben hiç yaşamadım bunu. Ama henüz kitabını yazmadığım, fırsat bulamadığım ya da "kitabı siz yollamayın ben kendim temin edeceğim" diye yanıtladığım arkadaşlardan tuhaf tepkiler alıyorum, hatta bazıları çirkinleşiyor. Biz kimsenin yazı makinesi değiliz, anlamak istemiyor. Bir eleştirmen olarak bunları yaşıyor musunuz, insan kırılan bir nesnedir nefes almak değiştirmez bunu. Bir eleştirmen olarak siz de kırılıyor musunuz bunlara?

Eskiden kitabın gönderilmesi hoşuma gidiyordu, artık gitmiyor. Ben ev-iş-okuldan kalan zamanımda hele bugünlerde bin bir güçlükle okuyup yazmaya çalışıyorum. Birçok tanıdığım da benzer şekilde yaşıyor, bu anlamda hepimizin zamanı ve özellikle yoğunlaşarak ürettiğimiz işler çok değerli. Hiçbir tanıtım yazarı tanıdık olan veya olmayan kişi tarafından kendilerine gönderilen kitaplar hakkında yazmak zorunda değil, gidip kitapçıdan, internetten aldığı kitaplar hakkında bile okuyup yazamazken hele. Eleştirmen ve kitap tanıtım yazarlarının yazı seçimlerine herkes saygılı olmalı. Yazılmamasını ya da yazılan nesnel bir eleştirel metni kabul etmeleri gerekir diye düşünüyorum. Burada olumsuz yönleri özelden konuşma, tanıtım yazısında bunları reklam kaygısıyla yazmama –yazarsanız yazı yayına girdiği halde müdahale etmeye çalışanlar olabilir- durumları olabilir. Burada belli bir noktaya geliyor ve artık şöyle diyorsunuz: Öncelikle size bu konularda müdahale etmeyen bağımsız yerlerde yazmaya başlıyorsunuz, yakınlarınızda olsa beğenmediğiniz kitaplar hakkında yazmıyorsunuz, yerli yazarlar hakkında yazmayı her geçen gün azaltıp bizim yayıncılığımızın ana gövdesini oluşturan çeviri kitaplara yöneliyorsunuz. Risk almak, canınızı sıkmak istemiyorsunuz, telif alacağınızı bilseniz bile yazmıyorsunuz. Bu yılın soruşturmalarında en çok dikkat ettiğim nokta yeni çıkan kitaplar hakkında nitelikli ve derinlikli eleştirel metinlerin çok az olması konusunun bir eksiklik olarak çoklukla vurgulanmasıydı. Burada çözüm; bağımsız mecralarda telifli –bu konu ancak sendikalar aracılığıyla çözümlenebilir, belirsiz bir gelecekte- yazılar yazarak çözülebilir, dergi-gazete ve internet sitelerinin kitap tanıtımı konusunda yetkin yazarlara belli standartlar doğrultusunda düzenli olarak telif vermeleri gerekiyor, aksi takdirde sorunlara bakınca iş yine dönüp dolaşıp bir türlü kurumsallaşamayan kitap tanıtım kurumuna gelip dayanıyor.

Siz iyi bir eleştirmensiniz. Sizin metinlerinizin yanında elbette benim metinlerimin –mütevazılık etmiyorum- esamesi bile okunmaz. Bu konularda pek çok yazan insanı sıkı takip ediyorum. Ve bazılarında yukarıda da değindiğim gibi "kopyala yapıştır" tekniğini görüyorum. Yanı sıra sizden daha iyi eleştiri metni yazanları okuyorum. Velhasıl yazanlar kendi kitapları dışında pek eleştiri metinleri okumuyor. Peki, siz bir eleştirmen olarak hangi eleştirmenleri okuyor takip ediyorsunuz, tahlil etmek gerektiğinde onlarda neyi fazla ya da eksik görüyorsunuz?

Ben öncelikle Metis, İletişim, Ayrıntı, Everest, YKY ve bazı bağımsız yayınevleri tarafından yayımlanan -adını anmadıklarım lütfen kusuruma bakmasın- bütün eleştiri, deneme ve teori kitaplarının okunması taraftarıyım. Bu okumalar nitelikli deneme kitapları okuyarak belli bir dengede götürülürse çok daha iyi olur. Bizim eleştiri geleneğimizin köşe taşları ama özellikle kendi özgün tarzını kurmuş; Ahmet Oktay, Mehmet H. Doğan, Füsun Akatlı, Hilmi Yavuz, Murat Belge, Jale Parla, Semih Gümüş, Nurdan Gürbilek, Necmiye Alpay, Orhan Koçak gibi yazarların artı Bilkent ekolünden gelen, ek olarak Boğaziçi ve Bilgi Üniversitesi kökenli akademisyen ama dengeli yazılar üreterek nitelikli okura hitap eden, kendi özgün tarzını kurmuş ya da kurmaya çalışan eleştirmenlerin mutlaka okunması gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten çok iyi, ufuk açıcı yazıyorlar, baştan beri konuştuklarımızı bu yazarların ürettiklerine olumlu imrenme duygusuyla yaklaşarak biraz daha aşabiliriz.

Yeni çıkan kitaplar hakkında risk alarak yazmaya başlayabiliriz. Metne asalak olarak yapışmaktan kurtulmak, okuduğumuz kitaptan hareketle kendi özgün yazımızı kurma -eleştiri bu artık- hedefimiz mutlaka olmalı… 

Bana sık sık yazdığım hiçbir kitabı neden eleştirmediğimi soranlar, yazanlar var. Eleştireceğim bir kitabı neden yazmam gerektiğini düşündüklerini anlamıyorum. Dahası kötü eleştirmek kötü yanını eleştirmekten çok farklı... Yani aslında genelde benden beklenen kötü yanını eleştirmek değil, kötü eleştirmek. Ben buna aşağılamak diyorum, bunu anlıyorum ki, bunu yapan pek çok insan var. Kitabı bırakıp yazarı yerin dibine sokma gayretlerini elbette yadırgıyorum. Bu biçimde yazıların yayınlanmasını durumunun etik yayıncılıkla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Benim "iyi" dediğim bir başkası için "kötü" de olabilir. Sonuç olarak aşağılamakla eleştirmek aynı şey mi? Sizin için eleştiri ne demek?

Aşağılamak daha öznel yoruma giriyor, sosyal medya aracılığıyla çok yaygınlaştı. Bunu eleştiri olarak kabul etmiyorum, doğru da bulmuyorum. Bizim derdimiz öncelikle metnin kendisi olmalı. Yazdıklarımız okura kitap hakkında bir fikir vermeli, ilgi alanlarına karşılık geliyorsa onda okuma konusunda heves uyandırmalı, sonuçta bu bizde olanları paylaşmanın bir yöntemi.

Burada tabii ki bence de en mantıklı yol kitabı beğendiysek yazmak, ancak dediğim gibi bazen bazı kitaplar hakkında olumsuz bulduğumuz noktalara değinmek amacıyla da yazmak gerektiğini düşünüyorum. Bazı yazarların editörlerle yeterince çalışmadığını, editörlerin yazarları bazı noktalarda ikna edemediğini biliyorum, zaten bu uyumu sağlamak çok zor, ama olunca çok güzel işler ortaya çıkabiliyor. Bu durumda kitap tanıtım yazarı ya da eleştirmenin ki özellikle kurmaca metinlerde metnin edebi değeri, dil ve anlatımı, anlatıcı konumu, kiplerin uyumu, karakterlerin işlenişi gibi konularda yol gösterici yorumlar yapılabilmeleri gerek. Yazar, yayınevi ve okur arasındaki dengeyi bulmada işlevsel olunabilir.

Ben kendimden insan olarak çok şikâyetçiyim. Bir ömür oturup kendimi her konuda zalimce eleştirebilirim. Bir eleştirmen olarak sizin de kendinizi eleştirdiğiniz oluyor mu? Mesela yazma ve okuma sahasında hangi konularda?

Hiç sorma, bir türlü kendi özgün yazı tarzımı kuramadım. Eleştiri inceleme deneme bileşimi ama tanıtım merkezli bir tarz. Nitelikli eleştiri kitaplarını eskisi kadar çok okuyamıyorum. Bir de belli bir konuda iyi kötü bir seçki oluşturuyorum, kitapların bir ya da ikisini okuyorum, sonra içlerinden birkaç bölüm, sonra bir bakıyorum yeni bir kitap çıkmış, hadi bakalım yeni baştan alıyoruz.

Tanıtım yazılarına gelince, Türkiye'de yayıncılık sektörünün genel durumu nedeniyle direkt yayınevi seçiyorum, bazı yayınevlerinin kitaplarını deyim yerindeyse gözü kapalı alıyorum, onların yayımladığı çeviri kitaplar hakkında yazmak çok garantili, genelde iyi oluyorlar, çevirmenleri de çok nitelikli buluyorum. Yerli yazarlarımızın kitap yayınladığı orta ve küçük ölçekli yayınevlerinin kitapları hakkında daha çok yazmak, daha çok yazar keşfetmek ve bu yayınevlerinin tanıtımlarına daha çok katkı yapmak isterdim. Kurumsal köklü yayınevlerinin ve yerli ya da yabancı bestseller yazarların okurları belli, olumlu ya da olumsuz tanıtım yazılarının bu konuda etkili olduğunu düşünmüyorum. Bir de şiir kitapları hakkında daha çok yazmak isterdim.

Okuduğunuz kitaplardan söz edelim biraz. Türü ne olursa olsun, her kitap bir yayınevi etiketini taşıyor. Bu şu demek benim açımdan, içindeki konudan hatalara kadar başarılı ya da başarısız logosunu taşıdığı kitaptan sorumlu olması gerçeği yayıncının. Ben de yayıncılığın mutfağından geçtim. Hatasız olmak diye bir şey yok. Ama "büyük" dediğimiz yayınevlerinin editör hatalarını affedecek de değiliz. Ben hiçbir yazıda bunlara değinip de yazarı/kitabı yaralayamam. Ama burada bunu dile getirme fırsatımız var şu anda. Siz bir eleştirmen olarak, elbette dil nedir bilen, üzerine de konuşan biri olarak kitaplardaki baskı, mizanpaj ve editör hataları için ne düşünüyorsunuz? Editörlerin gerçekten "okuduğuna" mesleklerine hâkim olduklarına inanıyor musunuz?

Delidolu'nun yayımladığı başucu kitabı "Editör ne iş yapar?"ın giriş yazısında değinildiği gibi: Amerika'da yayıncılık bir endüstri biz de ise sektör ve editörler bu koşullarda aynı anda birçok işle uğraşıyor. Ancak bizde editörlük kurumu özellikle bir ya da daha fazla dil bilen yeni nesille birlikte her geçen gün daha iyiye gidiyor, nitelikli kurslar var. Burada ben şöyle yapıyorum açık söyleyeyim, yazımda gerçekten kitabın tamamında hatalar çok da belirgin değilse yazmıyorum, yayınevinin editörüne bir mesaj atıyorum, yeni baskılar için notlarımı söylüyorum, genellikle teşekkür ediyorlar. Çok belirginse kısaca değinmek gerekir. Son okuma şart, son okuma olmazsa sorun çıkıyor genelde. Bu da yayınevinin çalışma biçimiyle ilgili. Yayınevleri kurumsallaştıkça, editörlük ve tanıtım alanları da kurumsallaşacak, uzmanlaşma da beraberinde gelecek ve kesinlikle daha iyiye gidecek.

Göz her metne aşina olmalı, ben her türden metni okurum. Maksat yazmak değil benim için, geldiğim dünyayı unutmaya çalışıyorum ben okurken. Ne kadar çok metin görürsem o kadar çok şaşırmıyorum evrendeki tuhaf iniş çıkışlara. Peki, siz neleri özellikle okursunuz? Yazdığınız kitaplarda neyi dikkate alırsınız? Okumak da bir eylemdir, sizin okumalarınızdaki eyleminizin merkezinde ne var?

Günümüzde artık başka çaremiz yok gibi geliyor, belli alanlara odaklanmak ve uzmanlaşmak gerekiyor. Roman ve öykü kitapları hakkında yazıyorum, bazen de kurmaca dışı. Siyasi polisiyeler özellikle ilgimi çekiyor. Öncesinde futbol, mangalar, gezi, yemek, mikro tarih, çocuk ve gençlik edebiyatı, kişisel gelişim kitapları hakkında yazdığım oldu, kitabı seversem ve yazarına ulaşabilirsem görüşmeler de yapıyorum. Tabi ki yazdığım yerler, yayınevleri, arkadaşlarım, bazen hiç tanımadığım bir yazar da kitap gönderiyor, bazılarına telifli bazılarına telifsiz yazdığım da oluyor. Yazdıklarım da oluyor yazmadıklarım da, seçim yapıyorum, ama içime sinen yazılar yazmaya çalışıyorum. Genelde olumlu geri dönüşler alıyorum.

İlk okumalarım zorlu oluyor, kapılıp gidemiyorum, belirsiz aralıklarla yeniden dönüp kitabı bitirdiğimde iyi hissediyorum. İkinci okumayı yaparken kendimi kaptırıp gitmek ve notlar alarak yazmaya başlamak, evet terapi gibi bir tür kendinden geçme, yoğunlaşma hâli, kafandaki bütün dertleri unutup okumak ve yazmak, unutmak ve sonra yeniden hatırlamak, kitaptaki meseleleri, olup bitenleri bir süre düşünmek, fırsat bulup hakkında konuşmak iyi geliyor.

Türkiye'de siyaset ve ahlak, kadın-erkek meseleleri her zaman gündemde, geçmişten gelen güçlü bir gelenek de var, bu konular derinlikli biçimde anlatıldığında hep ilgimi çekiyor.

Ne yazarken ne de okurken mecburum ya bir şeyler mırıldanırım yahut dinlerim. Kendi kendime bir kaos yaratırım her şeyden aynı anda söz edebilmek ve dışarıdaki dünyanın insanın içini paralayan sesini bastırabilmek için. Siz okurken ya da yazarken ne dinlersiniz, dünyanın en bed sesi bile sevdiği bir ezgiyi tekrar edince güzelleşir. Siz hangi şarkıyı mırıldandığınızda okuma ve yazma alanınızın genişlediğini hissedersiniz?

Okurken caz, yazarken sessizlik, okumaz ve yazmazken genelde alternatif rock dinlerim.

Sessizliğinizi bozarak beni yanıtladınız. Kitaba boğulacağınız günler diler, çok teşekkür eder, yine yan yana gelmek dilerim.

Bu incelikli sorular için sana çok çok teşekkür ediyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Bazı şairler, kitaplara girmemiş şiirler gibisiniz: Sami Bey, şimdi nerelerdesiniz?

Herkes kendi derinliğini kendi doldurur, kendiyle doldurur tabii ama Sami Baydar'ın çocukluğu da ilk gençliği de ve son günleri de yoksullukla doludur. Onun derinliğini yaratan da dolduran da bizim bilmediğimiz, bildiklerimizin yetersiz kalacağı derece ciddi bir yoksulluk ve onun getirdiği bir yalnızlıkla doludur. Hakkında yazılmış hiçbir makalede buna değinilmemiştir

Bir tahlil değil, bir hatıra: Ne güzel şarkıdır Destina

Kelimelerin de elbette bir ruhu var, dizelerin içinden bazen fışkıran bu sesler gaipten gelen sesler değiller. Yaşamışız, insanız ve o sesleri yaşatan geçmişe dayanır insanlığımız. Burası, yaza okuya sonunda insanın varacağı yer. Aşk acısı gibi değildir, o da deler ama geçer gider. Retoriğe sığmayan dünya sancısının bir formudur şiir

Yorgun genç şairler, üzülmeyin: "Elimize değen ölür"

Hiçbir şeyi, şiirin teknik hiçbir dayanağının olmadığını, içimize yerleşmiş bir konuşma ihtiyacının ürünü olduğunu öğrendiğim kadar hızlı öğrenmedim