Başlık bilmece gibi oldu değil mi?
Aslında Zikzak’tan söz ediyorum.
Türkiye doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü, ama besbelli çok önemli dönemler ve dönüşümler yaşıyor. 86 yıllık Cumhuriyet tarihinin belki de en önemli dönüşümlerini...
İlk ağızda akla gelenleri sıralayalım:
Önce Kürt açılımı adı takılmış dönüşüm. Önceki gün kangrenleşmiş Kürt sorununun önemli bileşenlerinden PKK sorununda çok derin sonuçlar yaratabilecek bir adım atıldı. Silahların susması, teröre son vermeyi şehit cenazelerinde slogan atmaya indirgeyen bir politikanın iflasının resmen kabulü umutları doğuran bir adım...
Bu satırlar yazılırken “protokolleri” TBMM’de görülüşmeye başlanan Ermeni açılımı. İki düşman komşudan, iyi komşuluk ilişkileri kurabilecek; 1915’ten bu yana (hatta daha da öncesinden bu yana) süregelen düşmanlığı silebilecek bir dostluk kapısı aralanıyor. Belki de kapı ardına kadar açılacak ve Hrant Dink’in düşü, dileği ve sapasağlam öngörüsü ete kemiğe bürünecek.
Henüz gazetelere, TV’lere yansımadı, TV’lerin ağır ahkâm kesen yorumcu kadrosunun gündemine düşmedi. (Geçerken laf çarptırayım: Ne kadar da dar bir kadro değil mi? Yedeksiz futbol takımı gibi) Evet henüz gündemde değil ama Kıbrıs’ta da bir şeyler kıpırdıyor. Önümüzdeki günlerde neyin, ne kadar kıpırdadığını hep birlikte göreceğiz. Belki yeryüzünün süregelen en eski “uzlaşmazlığı”nda çözüme doğru adımlar atılacak...
Güneydeki sınır komşumuz ve düşmanımız (?) Suriye ile yıllardır “açık gibi ama kapalı” kapı da sessiz sedasız açılıverdi. Antakya’dan Mardin’e Türkiye’nin özellikle Arap ve Kürt etnik grubundan yurttaşlar oradaki akrabalarını, hısımlarını, dostlarını artık vize kuyruklarında çile çekmeden ziyaret edebilecekler. Mayınlı arazilerde mal getirirken kolunu bacağını yitirmiş yoksullar ordusu yaratan “kaçakçılık sektörü” tarihe karıştı, karışacak...
CHP’nin zaten kendisine bir kaç numara bol gelen sosyal demokrat çizgiyi artık görünüşte de terkedip milliyetçilik limanına demir atmasından sonra büsbütün boş kalan “sol’da kitlesel bir çekim merkezi” yaratabilecek bir örgütlenmenin adımları iyiden iyiye sıklaştı. Sosyalistlerden (Marksistlerden) sosyal demokratlara kadar geniş bir palette yer alan kişi ve hareketler kamuoyu önüne çıkmaya hazırlanıyorlar...
Daha sayayım mı ?
* * *
Yani Türkiye bu köklü, bu yakıcı önemdeki dönüşüm, açılım ve girişimlerle kabuğunu çatlatmakta... Sosyal ve siyasal arenadaki alışılagelen dengeler ve konumlanmalar çatır çatır yıkılıyor ve yeni bir “yeniden yapılanma”nın tohumları uç vermeye başlıyor...
Ama Türkiye gibi sosyal ve siyasal kamplaşması aşırı ölçüde gerilmiş; düşmanlaşma sınırına dayanıp demokratik yöntemlerle çözülmesi, aşılması zorlaşmış bir ülkede bu ölçüde büyük değişim ve dönüşümler tepkisiz kalamaz ve bu tepkiler göstermelik olamaz.
Yani önümüzde yol zikzak çizen çetrefil ve dikenli bir yol.
Yukarıdaki paragraflarda belli başlı “zik”leri sıraladım.
Ama bunların bir de “zak”ları gelecek.
Hayır, burada “Her değişim bağrında kendi zıddını besler ve büyütür” diye özetlenebilecek diyalektiğe başvurup haddimi ve çapımı aşan ukalalıklara soyunmayacağım.
Düz mantık yürüterek de bu kaçınılmaz etki-tepki ya da “zik” ve “zak”lar öngörülebilir.
Bilinmeyen, en azından benim bilip öngöremediğim, kapıda bekleyen “zak”lar ne, şiddetleri ne, başarı şansları ne?
Patlayacak bir mayın, bir toplu kıyım, bir canlı bomba, bir tutuklama dalgası, kışkırtıcıların kotaracağı bir linç olayı bugünlerde “zik”ini yaşadığımız Kürt sorununun “zak”ı olamaz mı ?
“Mücadelemizde üçüncü dönem başlamıştı” açıklaması yapan ASALA yeniden hortlayıp, mesela elçiliklerimizden birine saldırıp Ermenistan - Türkiye ilişkilerini yeniden dinamit lokumu üstünde duran bir yörüngeye oturtamaz mı ? Ya da yeni “bir “Samast”, başka bir “Hrant”ı kalleşçe ensesinden vurup uğursuz bir “zak” yaratamaz mı ?
Kıbrıs’ta sahici bir çözüm olanağı ve olasılığı belirdiğinde besbelli ki Rum ve Türk milliyetçilerinin elleri armut toplamayacak. Ama acaba ne toplayacaklar ve nasıl ?
Açılımlardan bayram edenlerin de, açılımlarda kaygılananların da, bayramı, kaygıyı bir yana bırakıp “zak”ları önlemek için kendilerini ve etki alanındakileri harekete geçirmesi, yani kolları sıvaması, elini taşın altına sokacak bir sorumluluğu yüklenmesi bugünün yakıcı yurttaşlık görevi değilse yurttaşın görevi ne ?