16 Mayıs 2009

Yukarıda bıyık, aşağıda sakal

Dünkü Tırmık’ı AKP’nin tepe yönetiminin “Bir çok cami arasında binamaz” kaldığını söyleyip noktalamıştık

Dünkü Tırmık’ı AKP’nin tepe yönetiminin “Bir çok cami arasında binamaz” kaldığını söyleyip noktalamıştık.
Bu gün de o “bir çok cami”den birine değinelim.
Yıl 2004. AKP’nin iktidarda ikinci yılı. Henüz bir kapatma davasının kaygısını taşımıyorlar ama dört bir yandan “şeriatçı parti iktidara geldi” saldırıları altındalar. Tayyip Erdoğan’ın siyasette henüz yeterince pişmediği günlerde ağzından kaçırdığı “Demokrasi amaç değil araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız. Demokrasi bir tramvaydır. İstediğimiz durağa geldiğimizde ineriz” sözleri belleklere çakılmış. İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde saçtığı “Ben İstanbul’un imamıyım” ve “Elhamdülillah şeriatçıyız” incileri sürekli hatırlatılıyor.
Bu koşullarda AKP elebaşıları bir imaj düzeltme çabasına girdiler. Tabii kalkıp “Biz görünüşümüzü değiştireceğiz, özümüz aynı kalacak” diyemezlerdi. “AKP’nin kimliğini tanımlama” gibi çok daha iddialı, çok daha köklü bir “açılım” yapacaklarını belirttiler. O yılın 10-11 Ekim günleri İstanbul’da Grand Cevahir otelinde “muhafazakar demokrasi” konulu bir toplantı düzenlediler. AKP’nin dinci, şucu, bucu değil bir “muhafazakar demokrat parti” olduğunun teorik ve ideolojik temelleri ortaya konacaktı.
İki günlük toplantıyı başından sonuna kadar hiç yerinden kalkmadan izleyen tek gazeteci –galiba- bendim. Diğer haberciler bir süre izleyip sonra da bıyık altından gülüp gittiler.
Batı Avrupa’nın “hristiyan demokrat parti”lerini kendine örnek alan, “müslüman demokrat” diyemeyeceği için “muhafazakar demokrat” terimine sarılan AKP tepe yönetimi yurtdışından ne dediğini galiba kendi de pek anlamayan Amerikalı bir profesör getirebilmiş, bir kaç da akademik rütbeleri doçent hatta yardımcı doçent düzeyinde Türkiye’den konuşmacı bulabilmişlerdi. Sunulan bildiriler sahiden sade suya tiritti. Muhafazakar demokrat terimini sahiden benimseyen ve AKP’nin de kendini öyle tanımlaması için kolları sıvayan, o günlerin partideki “ikinci adam” sayılan Dengir Mir Fırat’ın çabaları pek bir işe yaramadı. Can sıkıcı ve kendileri açısından da “nafile” bir toplantı oldu.
Yine de toplantının açış konuşmasını yapan Tayyip Erdoğan’ın konuşması ilginçti. Kapsamlı konuşmasında Erdoğan en büyük vurguyu AKP’nin lâiklik anlayışında yaptı.
Aynen aktarıyorum:
“...AKP, laikliği, devletin tüm dinler ve düşünceler karşısında nötr kalmasını ve eşit mesafeyi korumasını sağlayan, inanç farklılıklarının veya farklı mezhep ve anlayışların çatışmaya dönüşmeden sosyal barış içinde yaşatılabilmesi için takınılan kurumsal bir tutum ve yöntem olarak tanımlamaktadır”.
İyi değil mi ?
Böyle bir laiklik tanımının altına ben imzamı atarım. Sanırım Tempo24 okurları içinde de aynı kanıyı paylaşanlar çok.
AKP’nin iktidara gelişinden bu yana yedi uzun yıl geçti. Tayyip Erdoğan’ın yukarıda alıntıladığım sözleri edişinden bu yana da beş uzun yıl. Bu yıllar boyunca AKP, Meclis’ten istediği yasayı çıkarabilecek sayıda iskemleye sahipti ve sahip.
Bu dönemde Aleviler cemevlerine ibadethane statüsü tanınmasını istediler. AKP’de dizginleri elinde tutan güçler buna yanaşmadı. Bin dereden su getirdiler. Hatta onu bile getirmediler. “Miş gibi” yaptılar ama hayır, Sünni mezheplerin, özellikle Hanefi egemenliği, Anadolu’nun en özgün dinsel kollarından ve Türkiye halkının asla ihmal edilemeyecek, yok sayılamayacak nicelikteki Alevi isteklerine direnci; tek bir geri adım bile atmadı.
Sünni camilerin elektriğini suyunu, imamın, müezzinin maaşını “devlet kesesinden” karşılanmasına pervasızca devam edildi.
İslamı yaymaya, pekiştirmeye çalışanlar “mutaber kişi” oldu ama Hristiyanlığı yaymaya çalışanlar “Türkiye’yi bölmek isteyen hainler” olarak tanımlandı ve onlara öyle davranıldı. Hatta Trabzon’da vurularak, Malatya’da boğazlanarak öldürüldüler.
AKP’nin, bizzat liderinin ağzından dillendirdiği laiklik tanımı ile bu uygulamalar arasındaki kör kör gözüm parmağına çelişkiyi AKP’nin çok önde gelen bir yöneticisine sordum. Boynunu büktü. (Sahiden boynunu büktü):
- Engin bey, partinin orta ve alt kademeleri ve bilhassa seçmen tabanı bu konuda çok hassas. Sözünü ettiğiniz adımları atmak bizim için siyaseten intihar olur...
Benim dünden beri bu köşede tartıştığım da işte tam budur.
AKP kuruluşundan beri ilkesiz, felsefi, sosyal, siyasal temellere dayanmayan; pragmatist (=çıkarcı, fırsatçı); hatta oportünist (=siyasal ahlak ve ilkelerden yoksun) bir politik çizginin partisi oldu ve bugün de milim sapmadan aynı yolda yürüyor. Reel politik’in (=eyyamcı, günübirlik, esen rüzgara göre değişen politik tutumun) dalgaları arasında sürekli zikzak çiziyor...
Bugünkü Tırmık’ta laiklik ekseninde bunu kanıtlamaya çalıştım. Pazartesiye (bıkmadıysanız) öteki “cami”lere değinerek devam ederiz...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"