Dün 28 Şubat’ın on ikinci yıldönümüydü. Taraf gazetesi, dönemin Genel Kurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir imzalı, 12 sayfalık gizli bir belgeyi günışığına çıkardı. Bizim Tempo24’ün yazıişlerindeki elebaşılar da o belgeyi -neredeyse tam metin- sayfalarına taşıdılar...
Dikkatle okudum. Çoğu, hatta hemen hepsi bildiklerimizin belgelenmesiydi. Belge dikkatli – biraz da deneyimli- bir gözle okununca, 28 Şubat’ın ideoloğu, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın çizdiği rotayı Orgeneral Çevik Bir’in nasıl uygulamaya soktuğu açıkça görülüyordu.
Dedim a, bilinmedikleri değil, bilinenleri belgelemekten ibaret bir gazetecilik ürünü vardı karşımda. Az daha okuyup, omuz silkip geçiyordum. Amaaaa...
Ama Çevik Bir’in daha alttaki komutanlara yolladığı 12 sayfalık talimatın epey aşağılarında bir yerde, “Yapılacak işler” sayılıp dökülürken aynen şu cümleyi okudum:
“Basın yayın organlarında ‘Aczimendi’ , ‘Üfürükçü Hoca’ vb. konular sürekli gündemde tutularak bunlann gerçek yüzlerinin bütün topluma gösterilmesini sağlamak...”
Korktum, sırtımdan aşağı soğuk terler boşandı. Şimdi sıkı ulusalcılığa soyunmuş eski dostlardan biri arşive dalar, “o” söyleşiyi bulup çıkarır, ortalığa saçar, bana dönüp “Seni darbeci seni, zamanında 28 Şubat’ın değirmenine bak nasıl su taşımışsın. Şimdi tutup Ergenekoncu yiğitler hakkında atıp tutuyorsun” derse ne yaparım ?..
Öyle ya, şu “aczimendiler” denen tuhaf giysili, tuhaf dini grubu kamuoyuna tanıtan en esaslı söyleşilerden biri benim kalemimden çıktıydı ve o günlerde 28 Şubat’a çeyrek vardı...
İyi hatırlıyorum... Tempo Dergisinden adını şimdi çıkaramadığım bir genç meslektaş, Aczimendi dergahına girmiş ve televizyona çarpıcı görsel malzemeler aktarabildiği bir “zikir ayini”ne tanıklık etmişti. Yani Aczimendiler hakkında üstünkörü de olsa bilgim olmuştu. O genç meslektaşa gecikmiş bir alkış tutup benim “suçuma” gelelim.
Evet, 28 Şubat’a çeyrek kala günlerdeydik. Cumhuriyet’te hem Tırmık yazıyor, hem habercilik için ayağı yanmış it gibi dolanıyordum. Ağır işkencelerden geçirildikten sonra elleri arkadan telle bağlanıp enselerine sıkılan birer kurşunla öldürülen İnsan Hakları Derneği Elazığ Şubesi Başkanı bir hekimle, Sekreteri bir avukatın katillerinin izini sürmem için beni o bölgeye yolladılar. İz sürerken bana bazı bilgiler verebileceğini söyleyen birine ulaştım. Ama adam korkuyordu ve “Yarın akşam karanlık çöktükten sonra gizlice buluşalım” dedi.
Bulaşacağımız yeri gösterdi ve kayboldu.
Elazığ bilmediğim, nedense daha önce yolumun düşmediği bir kent. Kimseyi tanımıyorum ve önümde boş geçirmek zorunda olduğum yaklaşık 30 saat var. Otelde pinekleyeceğime kenti dolaşmaya karar verdim ve kendimi Elazığ sokaklarına saldım. Serseri mayın gibi hedefsiz dolanırken, mahalle aralarındaki sokaklardan birinde gözüme eğri büğrü bir tabela: “Aczimendi Dergâhına gider”.
Tabii balıklama daldım ve kendimi sahiden Aczimendi Dergahının içinde buldum. Cumhuriyet’ten olduğum anlaşılınca “ağır top” muamelesi görmeye başladım ve Aczimendilerin ünlü şeyhi Müslüm Gündüz bütün heybetiyle bir kapıdan içeri girdi. Çok sayıda mürid çevremizde halkalandı.
Kısa bir pazarlık yaptık. O söylediklerinin “çarpıtılmadan ve kısaltılmadan yayınlanması” için güvence istiyordu. Ben “Suç unsuru olanları ayıklarım, gerisi eksiksiz” dedim.
Anlaştık. Ses alma aygıtı çalışmaya başladı ve tam iki saat süren –bence- mükemmel bir söyleşi ortaya çıktı.
Birinci sayfadan anons edip, içeride tam sayfa yayınladık.
“Bu herifleri tanıtmaya utanmadın mı” diye söven de oldu, “Elinize sağlık, bunların ne olduğunu, ne düşündüklerini, ne amaçladıklarını birinci elden, dolaysız ve eksiksiz öğrendik” diye öven de. Özellikle Nurculuğun yoksul kolunun (Aczimendiler), nurculuğun varsıl kolu (Fetullah Hoca Cemaati) hakkında düşündükleri o günlerde kimi yorumcu meslektaşlara kaynak sağladı.
Bitmedi. -Bence işgüzar- savcının biri, söyleşiyle ilgili dava açtı.
Haydaa, Müslüm Gündüz ile bu kez sanık iskemlesinde yanyana oturduk. Yine haber olduk. Yine gündem oluşturduk.
Bitmedi. Mahkeme bizi suçlu buldu. 18’er aya mahkûm etti. Yine haber olduk, yine gündem oluşturduk.
Ceza ertelendi. Yine haber olduk, yine gündem oluşturduk...
Yani ben, 28 Şubat’a çeyrek kala günlerde Orgeneral Çevik Bir’in “Basın yayın organlarında ‘Aczmendi’ , ‘Üfürükçü Hoca’ vb. konular sürekli gündemde tutularak bunların gerçek yüzlerinin bütün topluma gösterilmesini sağlamak...” talimatını en iyi yerine getiren gazetecilerden biri oldum.
* * *
Bütün bunları okuyanı hafifçe gülümseten bir Pazar yazısı niyetine anlattım ama bir yandan da aldı beni bir korku.
Ne dersiniz, ben bilmeden 28 Şubatçı filan mı olmuşum acaba?