13 Ocak 2013

Yine Bir Pazar Yazısı: Kar Bastı…

Kar yağdıkça çocuklar sevinecekti, okullar tatil; çıkıp kartopu oynayacaklardı, oynayamadılar, beton, asfalt ve otomobillerle kaplanmış kentlerin kar lastiğine güvenen görgüsüz ciplerin cirit attığı sokaklarında nasıl kartopu oynanır?

 

Geçtiğimiz hafta Türkiye’yi kar bastı ya, artık evlerde değil beton silolarda yaşamakta olan “kentliler” harap oldu. İstanbullular haraptan öte perişan oldu. Gazeteler  felaket tellalına dönüştü. Yazıişlerindeki medya amelesi çarpıcı başlık yarışına giriştiler: Beyaz kâbus… İstanbul kara teslim… Kar yolları kapadı… Beyaz felaket… Dağ başından beter… Kar lastikleri de kara yenildi… İstanbul kar altında, İstanbullu çaresiz…

Yolda, metroda, vapurda, otobüste, arkadaş sohbetlerinde baş konu “kar bastı” geyikleriydi.

- Abi rezaletti valla. Köprü girişinde tam iki buçuk saat kazık kaktım tamam mı ?

- Oğlum ya ben ? Ben  perişan oldum. İşten çıktım, trafik kördüğüm. Baktım olmayacak, döndüm gece ofiste yattım…

- Bizim sitede üç maganda arabalarını ısıtmak için tam da bizim balkonun altında çalıştırdılar. Ben diyeyim 20, sen de 30 dakika çalıştı o koca cipler. Her taraf ekzos gazına kesti. Laf edeceğim, hır çıkacak. Mecburen sustum. Kış dedin mi rezillik be. Bir de kar basınca…

- A biz eğlendik. Kardan adam yaptık.

- Nerde yaptınız?

- Nerde olacak apartmanın balkonunda…

- Yuh!..

Kar yağdıkça yağdı. Çocuklar sevinecekti. Okullar tatil; çıkıp kartopu oynayacaklardı. Oynayamadılar. Beton, asfalt ve otomobillerle kaplanmış kentlerin kar lastiğine güvenen görgüsüz ciplerin cirit attığı sokaklarında nasıl kartopu oynanır?  Oynar gibi yaptılar.

Sonra hafiften bir lodos geldi. Karlar ağır ağırerimeye başladı.

Kent sokaklarından, caddelerinden erimiş, çamurlaşmış kar suları aktı. Bu defa da eriyen kar geyikleri:

- Abi, iş toplantısına gideceğim. Koyu renk takımları çekmişim mecburen. Ayının biri frene basmadan yanımdan geçti. Tepeden tırnağa çamurlu suya boyandım…

- Bir ayı değil hepsi ayı abi… Hiç biri frene basmadı. Mecburen kaldırımda birikmiş sulara bata çıka yürüdüm, bileklere kadar ıslandım iyi mi?

- Kar erimiş, bizim şirketteki  stajyer kızın evlerini su basmış. Bu ayazda rezillik be…

*    *    *

Aynı günlerde…

Trakya bozkırında, Sakarya kıyılarında, Yalova çevresindeki göz alabildiğine tarlaları kar kalın bir yorgan gibi sardı. Güz ekiminin tohumları toprağın altında. Çiftçiler ellerini şükürler ederek göğe kaldırdı:

- Şükürler olsun Rabbime… Yağ mübarek yağ… Tohumlar artık üşümeyecek, donmayacak.

Çocuklar çok eğlendi. Köyün, kasabanın okulunun toprak (beton değil toprak) bahçesinde hem kardan adam yaptılar, hem kartopu oynadılar. Kömür gözlü bir fırlama çaktırmadan kartopunu öğretmenine nişanladı. Sırtına kartopu yiyen öğretmen eğilip bir kartopu da kendine yaptı ve o veledi sözüm ona kovaladı. Oğlan kıkır kıkır gülerek kaçarken, öğretmen elinde kalan kartopunu çaktırmadan yeni tayin olmuş kadın öğretmene nişanladı. Kartopunu yiyen genç kadın pek cilveli güldü. Topu fırlatan öğretmenin içi ısındı.Çocuk kahkahalarının yankılandığı  köy kahvesindekiler bir yandan sıcak salep, ıhlamur, adaçayı yudumlarken birbirlerine göz kırptılar. Biri:

- Yeni gelen hocanım da pek güzel canım, dedi. Bir kartopu da ben mi fırlatsam ne…

Sonra da utangaç utangaç güldü…

*    *    *

Aynı günlerde…

Trakya bozkırında, Sakarya kıyılarında, Yalova çevresinde hafiften lodos çıktı.

Köylüler önce “Esen kıble mi, keşişleme mi, lodos mu” sorusu üstüne epey sohbet kaynattılar. Keyifliydiler:

- Kar ağır eriyor. İşte bu pek iyi. Toprak suyu emiyor. Öyle akıp gitmiyor su. Baharda dereler gürleyecek. İster tarlanı sula, ister bostanını…

- Allahın bereketi işte…

- Evet evet bu yıl mahsul iyi olacak. Neydi öyle iki yıl evvel. Kar görmeden yıl geçti. Daha baharken dereler kuru, toprak çatlaktı.

*    *    *

Tarla faresi, kirpi, yılan, tavşan, ayı kış uykusundaydılar. Ayılar sonbaharda çilek tarlasına dalıp, böğürtlenlerin en iri tanelilerinin boy attığı kuytuları bulup, çilekleri bögürtlenleri koca patileriyle kasıtlı olarak çiğnemişlerdi ya, işte kış uykusunda gözlerini bile açmadan patilerinin altına yapışmış çilek-böğürtlen karışığı ezmeyi yaladılar.

Sonra karlar erimeye başladı. Hepsi kış uykusuna yattıkları inlerinin ağzını suyun karşısına değil akarına denk getirmişlerdi. Eriyen kar suları ine, yuvaya dalmadan aktı geçti.

Bahar gelip kış uykusundan ağır ağır uyandıklarında toprağın derinliklerinden gelen pınarlarda, çağıldayan derelerde mahmur mahmur yüzlerini yıkayıp, kuruyan damaklarını ıslatacaklar.

Bahar gelip güneş ısıtmaya başladığında, bugünlerde yağan karı iyice içine çekmiş topraktan buğular yükselecek. Tohumlar gürbüz filizlere dönüşüp güneşe göz kırpacaklar.

Pekiiii…

Bahar gelip güneş ısıtmaya, ışımaya başladığında kentliler ne yapacaklar ?

Hiiiç, konut dedikleri beton silolardan çıkıp, arabalarına atlayıp, asfalt üstünde ekzos gazı koklamaya devam edecekler…

Ya bunları yazan gazeteci?

Ah!.. O daha şimdiden Ada’sına, Marmara’nın koynunda şimdi kış uykusuna yatmış Ada’sına tüyeceği günleri düşleyip okuduğunuz şu pazar yazısını yazıyor işte…

İyi pazarlar…

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"