Yani yine benden...
Cahili olduğum ekonomi üstüne başka sorularım var. Onları da soracağım ve önceki günkü sorulara T24’teki kapı yoldaşım Bader Arslan’dan gelen cevaplarla yetinip söz verdiğim “iyi” konyağı da öyle kolay kaptırmayacağım... Üstelik konyak şişeme sadece Bader Arslan’ın değil, yine T24’teki kapı yoldaşlarımdan Vedat Özdan’ın da göz koymuş olabileceğini sanıyorum ve onun da sahaya çıkması için ikinci bir “ekonomi yazısı”nın teşvik primi yerine geçeceğini düşünüyorum...
...deyip bu “aile içi sohbet”i noktalayayım ve konumuza geçeyim...
* * *
Ekonomi cahiliyim dedimse kara cahiliyim demedim.
Mesela “Banka”yı biliyorum, en azından anlıyorum.
İnsanlar tasarruflarını, yani gelirlerinden harcayamadıkları ya da harcamadıkları bölümü bir miktar faiz vererek onlara çıkar sağlayan bankalara yatırıyorlar. Bankalar da damlaya damlaya göl olan bu paraları “sermaye”ye dönüştürüyorlar.
Bu bazan “finans sermayesi” oluyor ve sanayi, ticaret, hizmet sektörlerinden birinde yatırım yapmak isteyen girişimciye, tasarruf sahiplerine ödenen faizden biraz daha fazlasını almak koşuluyla kredi olarak veriliyor.
Bazan da bankanın kendisi yatırımcı oluyor. Tasarrufları yatırım sermayesine dönüştürüyor. Mesela İş Bankası bir zamanlar Çayırova Cam Şirketini böyle oluşturmuştu. Mesela Yapı Kredi Bankası –inşaallah yanılmıyorumdur- Turkcell’i böyle kurmuştu. Mesela Garanti Bankası, medya yatırımı olarak NTV’yi böyle doğurmuştu...
Bankaların, küçük ya da büyük tasarrufları sermayeye dönüştürmesi eğer kapitalizmin özüne köklü bir itirazınız yoksa –benim var ama bu yazı boyunca “yokmuş gibi” devam edeceğim- ülke ekonomisi ya da genel olarak ekonomi için hayırlıdır, iyidir, yararlıdır.
Borsa’yı da iyi kötü biliyorum. En azından varoluş ilkesini anlıyorum. Herhangi bir sektörde at koşturan şirket(ler) sermaye gücünü büyütmek, yatırımlarını genişletmek, yenilemek, teknolojik düzeylerini yükseltmek için hisse senetleri çıkarıyor. Yıl sonunda da kârından o hisse senedi sahiplerine pay veriyor. Borsa da işte bu hisse senetlerinin alınıp satıldığı bir kurum.
Eh kapitalizmin özüne köklü bir itirazınız yoksa –benim var ama gördüğünüz gibi bu yazı boyunca “yokmuş gibi” devam ediyorum- borsa denen organizasyonun kapitalizmin gelişmesinde hayırlı hatta kilit bir aracılık yaptığını ve bunun da hayırlı, iyi, yararlı olduğunu söylemek gerek.
Amaaaaa...
Ama laf gelip “piyasalar”a dayandı mı, benim ekonomi bilgim “Çabalama kaptan ben gidemem” türküsünü çığırmaya başlıyor...
Çok uzağa gitmeyeceğim. Dünkü T24’teki bir haberden bir kaç cümle ya da cümlecik aktarayım:
“ABD Merkez Bankası'nın (Fed) faiz oranlarını 2014'ün sonunda kadar düşük tutacağını açıklaması piyasaları coştururken....... Bu haber piyasalarda yeni parasal genişlemeye yönelik beklentiyi ve risk iştahını da artırdı....... FED'in dün akşamki açıklamaları piyasalarda uzun süreden beri bahsedilen üçüncü parasal genişlemenin kapısını açtı. Piyasa bunu, 'Fed bize para verecek' diye algıladı. Risk iştahının artmasıyla birlikte fon akımlarının arttığını görebiliriz..."
Bence bu kadarı –bile- yeter.
Şimdi soralım: Kimdir bu piyasalar kuzum?
Sanki insan. Coşuyor, ürküyor, şahlanıyor, iştahı artıyor ya da azalıyor, giriyor, çıkıyor, tüyüyor, akıyor, ülkeden ülkeye at koşturuyor, hangi ülkede ne zaman kalacağını kimseler bilmiyor, tahmin edenler çıkıyor ve arasıra onları fena yanıltıyor batıyor, batırıyor...
Ama belli ki insan filan değil. Yapıp ettiklerine bakılırsa insanlıktan nasipli de değil. Trafik canavarı gibi bir şey. Girdiği sonra da çıktığı ülkelerde ardısıra çoğu kez yoksulluk, açlık, işsizlik, ekonomik yıkıntılar bırakıyor. Ama ortada suçlu yok. Trafikte can alanın sürücüler değil de trafik canavarı sanılması gibi...
Şimdi bir daha sorayım: Kimdir bu piyasalar kuzum?
Bu soruyu bir kaç gün önce finans konularını benden çok iyi bildiğini bildiğim çok genç, çok akıllı –laf aramızda çok da güzel- bir kadına sordum. Kısa ve yalın bir cevap verdi:
- Yani parayla para kazananlar!..
Hımmmmm !..
Bu cevapla yetinmedim. Israr ettim:
-Yani kim bunlar ? O parayı nereden bulmuşlar?
Cevap biraz gecikmeli biraz da kekeleyerek geldi:
- Yaniiiii... Yani ilk harekete geçenler. Yani.... Yani zamanında risk alıp paralarını böyle kullananlar. Kazandıkları parayla yine devam edenler ve böylece büyük paralara hükmetmeye başlayanlar... Paralarını yatıracakları sektörleri iyi tahmin edenler. Mesela size bgüncel bir örnek... Bu günlerde Amerikan ekonomisinin düzelmesi için Dünyada yerel ya da bölgesel bir savaştan başka çare kalmadığını görüyorlar ve parasal kaynaklarını silah sanayiine yöneltiyorlar...
Devamını ben saydım:
- Mesela uyuşturucudan, savaş sanayiinden, silah ticaretinden, petrol alım satımından inanılmaz servetler kazandıktan sonra artık o servetleri üretken sermayeye dönüştürmek gibi zahmetlere girmektense saygın birer işadamı, işkadını olarak fonların, küresel bankaların finans jonklörlerine verip “Al şu parayı ve ikiye, üçe katla. Becerirsen primin yüksek; beceremezsen kapının önündesin” diyenler...
Genç ve akıllı –ve güzel- kadın boynunu büktü:
- Evet.
* * *
Demek “Piyasalar” buymuş, bunlarmış
Meğer ben onları epeydir biliyormuşum da kod adlarını bilmiyormuşum. Bunlara Marksizmde “Sermayedar sınıfların kaymak tabakasında yer alan kupon kesici asalaklar” deniyor. Takma adları ise “Piyasalar” imiş. Yeni öğrendim.
Peki bu kapitalizmin özüne itirazı olmayanların da itiraz edeceği bir olgu değil mi?
Bilmiyorum. Ama yine de ekonomideki iflah olmaz cehaletim biraz azaldı mı ne?