Dün, gün boyu şu Yüksek Öğrenime Geçiş Sınavı ile ilgili sorulardan üç dördü de –sanki anlarmışım gibi- benim payıma düştü. Sınav sorusu değil, şifreli-şifresiz tartışmasına ilişkin sorular.
- Engin Bey bilginiz var mı, sınav şifresi sadece F tipi dershanelere sızdırılmış olabilir mi?
- Aydın Abi, gündem değiştirmek için AKP’liler bu iddiaları el altından ortaya atmış olabilirler mi?
- Sayın Engin, bu YGS mevzuu AKP’yi seçim öncesinde yıpratmaya yönelik bir komplo olamaz mı?
Kimi telefonla, kimi e-posta ile gelen soruların hepsine tek cevap verdim:
- Bilmiyorum...
Çünkü sahiden bilmiyorum. Bir bilen varsa onun kim ya da kimler olduğunu da bilmiyorum.
Bilgisizliğin verdiği rahatlıkla bugün okuyacağınız Tırmık’ı çabucak bitirip yeni edindiğim bir bilim-kurgu kitabına dalmak, uykum gelene kadar da okumak niyetindeydim.
Boş bulundum; alışkanlıklarımın tersine ana haber bültenlerinden sonra televizyon başından kalkmamak gafletine düştüm. Yarısında girdiğim bir polisiye filmi tamam ettim. Artık televizyonu kapat değil mi? Basiretim bağlandı ve Fatih Altaylı’nın yıllardır izlemediğim Teke Tek programına takıldım. Şu anda saat 00.14 ve ben ancak şimdi ve uyku akan gözlerle Tırmık için klavye başına geçebiliyorum.
Yazık bana...
Yazık, çünkü kriptoloji (şifreleme ve şifre çözme) uzmanı Profesör Ersan Akyıldız, test düzenleme, bilgi ölçme alanlarında birinci sınıf uzman olduğunu benim bile anladığım Profesör Ali Baykal, rehber öğretmenlik koordinatörü Celil Vardar’dan oluşan üçlünün Fatih Altaylı’nın konuyu iyice didikleyen sorularına verdikleri cevapları saatler boyu dikkatle dinledim, seyrettim.
Üç –sahiden konularının uzmanı ve ustası- uzman Yüksek Öğrenime Geçiş Sınavında (YGS) şifre olup olmadığı, bu şifrenin birilerine iletilmiş olup olamayacağı, şifre varsa bunun saptanıp saptanamayacağı gibi sorulara ayrıntılı, bilgi dolu ve uzun cevaplar verdiler. Cevapların hepsini anladım. Çünkü benim bile anlayacağım açıklık ve yalınlıkta anlattılar.
Program bitti ve ben hâlâ bilmiyorum.
İşte o yüzden “Yazık bana...”
Sanırım programı izleyenlerin –hepsi değilse- çoğu benden farksız.
Ama şu belli oldu: Bu sınavın üstüne düşen gölge öyle ÖSYM Başkanı, Cumhurbaşkanı, YÖK başkanı, Milli Eğitim Bakanı demeçleriyle kalkacak gibi değil. O yüzden bu sınav ya iptal edilip tekrarlanacak ya da yok sayılıp ikinci basamaktaki Öğrenci Yerleştirme Sınavı (ÖYS) esas alınacak.
Ya da...
Ya da lekeli bir sınav olarak belleklere kazınacak ve yüzbinlerce gencecik çocuğumuzun yüreklerinde topaklanan bir haksızlık ve bilinçlerine yerleşmiş bir adaletsizlik olarak eğitim tarihinin utanç sayfası olarak kalacak...
* * *
Ama iyi de oldu.
Tartışma ister istemez “Şifre var mıydı, yok muydu” kısır döngüsünün sınırlarına sığmayacak, taşacak ve üniversite giriş sınavlarına, oradan üniversite eğitiminin saçmalık sınırını çoktan aşmış yanlışlarına uzanacak.
O yüzden iyi oldu...
Belki bu sayede muhakeme (akıl yürütme) yeteneğini, ezberi dışlayan bilgi edinme süreçlerini, bildiklerinin yaşamdaki soru ve sorunları çözmekte kullanabilme yetisini inatla bir kenara itip bir sorudaki beş seçenekten birini işaretlemeye dayanan bir sistem enine boyuna sorgulanır. Üniversite diplomalı işsizler ordusu yetiştiren zihniyeti mahkûm eder. Üniversite bitirmesine rağmen Türkçeyi doğru dürüst kullanamayan, düşük olmayan bir cümle kuramayan, öğrendiği bilimi yaşamda ete kemiğe büründürme yetisine sahip olamayan genç yığınlarının geleceklerini karartan bu saçma sistemden kurtulma umudu doğar. “Ne iş yaparsın” sorusuna “Ne iş olsa yaparım” cevabı vermenin sadece ve sadece “Ben hiç bir işe yaramam” anlamına geleceğini ve geldiğini genç erkek ve kadınların bilincine yerleştirir...
Son paragrafta sıraladıklarıma giden yol açılmazsa dün gece ekran başında harcadığım saatlere de yazık, bana da yazık, size de yazık...