02 Nisan 2013

Yeniden Kürkçü Dükkanında ve Daldan Dala…

Bir ilginç ve keder saçan bir gezi daha bitti ve gazeteci kürkçü dükkanına döndü

Bir ilginç ve keder saçan bir gezi daha bitti ve gazeteci kürkçü dükkânına döndü.

Elinizi uzatsanız dokunacakmışınız kadar yakında görünen Pamir ya da Hindikuş dağlarının karla kaplı tepe ve yamaçlarını ve onların arasında  yatan yoksul ve acılı ve tahrip edilmiş Kabil’i “Engin Çelebi Seyahatnamesinden” okuyun.

Tırmık alıştığı ve alıştığınız üzere “Kürkçü dükkanının” bitip tükenmez sorunlarıyla uğraşıp, olup biteni tırmıklamaya devam edecek.

İyi de eğer bir hafta uzakta kaldıysanız ne olup bittiğini ancak bir haftalık gazeteleri elden geçirerek anlayabilirsiniz. “Bu internet çağında da mı” diye sormayın. O dediğiniz Türkiye’den batı yönüne giderseniz geçerli; ama doğu yönünde uçup, Orta Asya denen yörelerde sürtüyorsanız biraz zor. İnternet bulsanız bile o kadar ağır yürürür ki yeni traş olmuşsanız, bir gazete haberinden ötekine geçinceye kadar sakallarınız  yeniden uzamış olur… (Tamam, biraz abarttım ama derdimi de anlattım…)

Dolayısıyla evde çöpe atılmamış kağıt gazetelerden ne bulduysam elden geçirdim ve bilimsel olarak saptadım: Yokluğumdan kaynaklanan bir bilgi kaybım hemen hemen yok ve cennet vatanımda hemen hiçbir şey değişmemiş…

Yine Salı günleri siyasi parti liderleri birbirlerine vermiş veriştirmişler…

Kürt sorunu bağlamında “Arada demokratik kazanımlar da elde edilse iyi olur” düzeyinde mırıldanmalar bile yine  “Vay sen barış istemiyorsun” naraları altında siyasal lince uğratılmaya çabalanmış…

Fenerbahçe’nin ligin düşme hattına demir atmış Akhisar’ı yenmesi bile futbol ulemasınca “Büyük zafer, büyük başarı” olarak alkışlanmış…

Devlet Bahçeli gırtlak zorlamasına bıraktığım yerden ve hiç ara vermeden devam etmiş…

CHP’nin ulusalcı yiğit ve “yiğide”leri “AKP’den geliyorsa karşıyız arkadaş” nakaratını inatla ve inançla yinelemeye ve “Ama neden karşısınız” sorusunu “AKP’den geldiği için” diye yanıtlamaya devam etmişler...

*    *    *

Bir haftalık kağıt gazetelerden bulup okuyabildiklerim bundan ibaret…

… Deyip yazıyı noktalayacaktım ki meğer benim yurda dönüşümü bekliyorlarmış. İki mizah bombası ardarda patladı. Böylece somurtuk Türkiye siyasetine mizahın  keyfi damga vurdu; iyi oldu….

İlki mizah bombası CHP’den geldi. Üstelik hayatındaki herhangi bir futbol maçına gittiğini, hele hele “İddaa” filan oynadığını sanmadığım Sezgin Tanrıkulu arkadaşımdan.

Ülkenin ıvır zıvır sorunlarını tartışma gündemine almayan CHP, ülkenin en yakıcı sorununa parmak bastı ve bir yasa teklifi verdi.Yasa teklifinin gerekçesinde “…Spor kulüplerinin forma veya kıyafetleri üzerinde mevzuat gereği önemli bir sınırlama getirilmekte ve müsabaka esnasında sadece bu kanundan kaynaklanan sebeplerle forma veya kıyafet üzerindeki reklamlar kapatılmak zorunda kalmaktadır.Bu nedenledir ki işbu kanun kapsamındaki bir kısım yasakların sadece uluslararası müsabakaları kapsar ve yine sadece Türkiye'ye gelen yabancı spor kulüplerine özgü olarak kaldırılması gerekir”  deniyor. 

Eğer yasa teklifi Meclisten geçerse uluslararası spor müsabakaları için Türkiye'ye gelmiş yabancı spor kulüpleri hakkında kanun kapsamındaki yasak ve cezalar uygulanmayacak mesela Real Madrid  formasındaki bahis reklamının kapatılmasına gerek kalmayacak…

Bu sorunun çözülmesini heyecanla beklemek ve nihayet ortaya çıkıp “Ana muhalefet partisi a-ha işte böyle olur” dedirten bu siyasal atılım ve açılımı alkışlamaktan öte elimizden ne gelir?

*    *    *

İkinci bomba AKP’den geldi. AKP’nin tepe yönetiminin en sevimli siyasetçisi olarak gördüğüm; konuşurken  sesinde hiçbir iniş çıkış, nokta, virgül, noktalı virgül, üç nokta yanyana, tire, soru ya da ünlem işareti kullanmayan Bekir Bozdağ şu ünlü “akil insanlar” konusuna ve bilmecesine az da olsa açıklık getirdi.

Bir kere erkek egemen toplum üslûbuna kendimizi kaptırmamamız ve “akiller”e adamlar değil insanlar dememiz gerektiği anlaşıldı. Çünkü yedi kişilik yedi komisyonun her birine“Bu kadar böceğe bir çiçek” hesabıyla birer de kadın atanacakmış.

“Yer alacak” değil “atanacak” deyişim gözünüzden kaçmasın. Çünkü Bekir Bozdağ’ın konuyla ilgili açıklamasında “Bu arkadaşlarımız tabii karar vermeyecekler, kendilerine verilecek görevleri yerine getirecekler” deyişi benim gözümden kaçmadı. Yani “akil” ya da “akile” olduğuna hükümetçe karar verilmiş kadın ve erkekler kendilerine hükümetçe verilen görevleri yerine getirecekler.

Dahası  yedi komisyonun her birinin birer başkan ve başkan yardımcısı atanacak ve başkanlara Başbakanla doğrudan temas kurabilme onuru bahşedilecek…

Bu durumda daha bir kaç gün öncesine kadar “Yav ben de akil biriyim. Niye benim adım listede geçmiyor” diye çaktırmadan da olsa kıskançlık bunalımları geçirenler, Bozdağ’ın açıklamasından sonra  “Ulan ya beni akil ya da akile ilan edip listeye koyup adımı açıklarlarsa” paniği yaşarlarsa şaşmayacağım…

*    *    *

Daldan dala, ordan burdan, hafif meşrep bir Tırmık okudunuz. Hele  Afganistan ortamından sıyrılıp Türkiye’ye  tam uyum sağlayayayım -ki uzun sürmeyecek, hatta sağladım bile- yine bildiğiniz Tırmıkları okursunuz…

Şimdilik kürkçü dükkanına hoş buldum ve sahiden hoş buldum…

Afganistan’da geçen bir haftadan sonra çok gelişmiş, refah toplumu düzeyine ulaşmış bir İskandinav ülkesindeymişim duygusuna kapılıyorum da…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"