10 Kasım 2009

Yargıyı Yargılamak

Gidişe bakılırsa yurttaşların “yargıyı yargılayacakları” bir eşiğe doğru yol alıyoruz.

Gidişe bakılırsa yurttaşların “yargıyı yargılayacakları” bir eşiğe doğru yol alıyoruz.
Şu anda, şu satırlar yazılırken TV ekranında YARSAV Başkanı Eminağaoğlu Sincan Ağır Ceza Yargıcı Kaçmaz ile kendisi hakkında istenen ”meslekten men” talebi yüzünden Adalet Bakanlığı'na ver yansın ediyor; aynı anda Adalet Bakanlığı taleplerinin haklı gerekçelere dayandığını, zaten kararı da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun vereceğini ileri sürerek kendini savunuyor; bir yandan bu atışmaya kulak verip, bir yandan bu Tırmık’ı tamamlamaya çalışan benim ise midem bulanıyordu.
Bulanıyordu, çünkü ortada bir hukuksal tartışma değil bir siyasal itiş kakış, bir siyasal hesaplaşma var.
Adalet aygıtının en tepesindeki iki kurum, Adalet Bakanlığı ile Yargıçlar ve Savcılar’ın örgütü YARSAV böylesine düşmanlaşmış, böylesine karşı kamplarda konuşlanmışsa o ülkede adaletin sağlıklı işlediğini umut edebilir miyiz?
Peki adalet aygıtının tepesi böyle, bir de yargı erkinin tepelerine bakalım mı?
Hayır çok gerilere gitmeyeceğim, “367 olayı”ndaki hukuksal lekeye dönmeye filan niyetim yok.
Buyrun size yargı erkinin tepelerinden, Yargıtay’dan sıcağı sıcağına bir haber:
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, bakireliği evlilikte kadında bulunması gereken vasıflar arasında sayarak kadının bakire çıkmaması gerekçesiyle bir evliliğin iptaline karar verdi.
Biraz hukuk yalamışlığım var. Bu kararın 2009 yılı dünyasındaki anlamı şudur: Kadın bir maldır ve bu defolu çıktığından satın alma işlemi iptal edilmiştir.
Belki o yüksek yargıçlar kararlarını savunacak bir kanun maddesi bulacaklardır. Ama biz kanunların sözcükleri arasına kendini hapsetmiş adliye bürokratlarından değil hukuk ve adalet kavramlarının içini doldurabilecek derinlikte yargıçlardan söz etmek istiyoruz...
Bu örneklerden sonra artık mafya ile işbirliği yaptığı kanıtlanmış, ceza almış, hüküm giymiş kimi yargıçlardan, savcılardan filan söz edip örnekleri çoğaltmanın anlamı yok...
Ama yazının giriş cümlesini bir kere daha yinelemekte yarar var:
Yurttaşların “yargıyı yargılayacakları” bir eşiğe doğru yol alıyoruz.
*    *    *
Adalet aygıtındaki siyasallaşma ve siyasetin yargı erkine yansıyan kamplaşması hukuku yaralıyor...
Alın Silivri’deki Ergenekon yargılamasını...
Orada eli kana bulaşmış, devletin gücünü arkasına almış, nice Türk ve Kürt kanı dökmüş, darbe ortamı yaratmak için kanlı, kirli provokasyonların içinde ya da ardında durmuş bir dizi  üniformalı, üniformasız sanık yargılanıyor. Şu anda tutuklular. Tutuklular, çünkü dışarıda olurlarsa (ki olanları var)  delilleri karartabilir, tanıkları sindirebilir, sahteliği kolay anlaşılmayacak belgeler düzebilir ya da düzdürebilirler. Tututklular çünkü kaçabilirler. Kaçmaya kalkışıp yakalananları ya da hâlâ kaçanları var zaten...
Yani tutuklu kalmaları hukuken de anlaşılabilir ve savunulabilir bir önlemdir.
Peki eylemlerinde şiddet yer almayan, “demokrasi mi, laiklik mi” gibi “ omlet yumurtalı mı olsun, yumurtasız mı”dan farksız bir saçmalığa gönül vermiş, kafa yatırmış ve “Laikliği korumak için demokrasiden vazgeçilebilir” gibi yürekler acısı bir ideolojik sapmaya uğramış ancak, (evet: Ancaaaak) bunu yazılarıyla ve sözleriyle dışa vurmuş ve sadece bunu yapmış onca gazeteci, yazar, onca profesör, akademisyen niye tutuklu?
Delilleri karartamazlar, çünkü yazmışlar, yazdıklarını silecek halleri yok herhalde. Delilleri karartamazlar çünkü söylemişler; kayda geçmiş, medyaya yansımış sözlerini inkar edecek halleri yok. Eh, toplumsal konumları kaçma kuşkusunu da ortadan kaldırıyor.
Peki öyleyse niye tutuklular?
Çünkü Ergenekon davası gibi Türkiye’nin önünü açabilecek, devlet içinde yuvalanmış çetecileri ya da darbe hazırlayanları cezalandırıp, ülkeyi hukukun içine çekebilecek mükemmel bir fırsat bir siyasal intikam aymazlığıyla berbat  edildi de ondan.
Oysa bal gibi tutuksuz yargılanabilirler ve yasalara göre –iddianamede görüp okuyamadığımız- bir suç işledilerse ceza alırlar; o zaman tutuklanıp Silivri’ye yollanırlar.
Oysa şimdi eylemlerinin sadece düşünce düzeyinde, sadece demeç ve yazı düzleminde kaldığı kanıtlanırsa kamu vicdanında, demokrasiye inananlar nezdinde itibarlarını tümüyle yitirseler bile yargılama sonunda beraat ederlerse bunca aydır demir parmaklıklar ardında tutulmalarındaki hukuk suçu ne olacak?
Tutuklama bir önlemdir, ceza değil.
Gerekçeleri inandırıcı olmayan tutuklama, hele hele yıllar süreceği belli olan bir mahkeme süreci şimdiden öngörülüyor ise, sürüp giden tutukluluk hali sonuçta yarrgılamadan önce cezalandırmaktır.
Bunun çağdaş hukukta yeri yok...
*    *    *
Gel gör ki kimileri hukukun bu temel ilkesini sadece Silivri ile, sadece Ergenekon tutukluları ile sınırlı tutmaktalar. Öylelerinin savunduğu hukuk değil, Ergenekon ve Ergenekonculara yeşil ışık yakan ideolojidir.
Evet. Tutuklama bir önlemdir, ceza değil.
Peki öyleyse 26 yıl süren Dev Yol davası tutuklularına duyarsız kalmak nasıl açıklanacak?
Peki 1980’de başlamış ve hala sürüp giden THKP-C davasının içeriye genç girmiş, şimdi yaşlı birer insana dönüşmüş tutukluları için ses yükseltmemek suç değil mi?
Hukuku, bütün yurttaşların eşitliği ilkesini gözardı ederek ideolojik akrabaları savunmak özünde yine hukuku çiğnemek, insanlığın adalet özlemini ayaklar altına almaktır.
*    *    *
Not: Yazıyı baştan sona bir daha okudum. Durumdan vazife çıkaran bir savcının “Vay Aydın Efendi, sen Türkiye’nin yargı erkine ve adalet aygıtına hakaret ettin” diye dava açar mı kaygısıyla sonra bir daha okudum. Karar veremedim. Ben Türkiye’nin adalet aygıtını, savunmaktan başka bir amaç gütmedim ama...
Neyse, yaşayıp göreceğiz...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"