Ne izindi ama…
Aklım sıra toprağa sırtüstü uzanıp yıldızları sayacaktım.
Deniz kıyısında en sevdiğim oyunu bıkıp usanmadan oynayacak, taş sektirmede kendi rekorlarımı kıracaktım.
Bilgisayarın kapağı hep kapalı kalacaktı. Cep telefonu ancak biri ararsa açılacaktı. Zaten yarı oruçlu olduğum televizyonu tam oruca çevirecektim.
Hepsi boş bir özlemden ibaret kaldı.
Önce yangınlarda kavrulduk; ardından sellerde boğulduk.
Yangınların ışığında, sellerin aynasında AKP Reisi’nin ve geleceğini sorgusuz sorusuz ona bağlamış AKP iktidarının elebaşılarının salt yolsuzluk, vurgunculuk batağına yol açtıklarına, bataklığı doymak bilmeyen bir iştiha ile beslediklerine değil, bu ülkeyi (aslında herhangi bir ülkeyi) yönetemeyecek kadar beceriksiz, basiretsiz ve umursamaz olduklarına bir kere daha tanık olduk.
O günlerde kendilerini "Biz halkız, biz vatandaşız be" diyerek anayolu yolu kesip otomobilleri, durdurup kimlik kontrolü yapmaya soyunmuş, yabancı (yani kendi illerinden farklı) plakalı otomobillerin içindekilere “olağan şüpheli kundakçı” gözüyle bakan, bazılarının eli ya da beli silahlı zorbalar ortaya çıktı.
İster istemez Hitler’i iktidara taşıyan SA (Sturmabteilung – Saldırı birlikleri) denen Kahverengi Gömlekliler diye de anılan gönüllü Nazi destekçisi zorba sivilleri (sivil?) hatırladık.
AKP’nin olası bir seçimde iktidarı yitirmesi halinde bu zorbaların göreve koşulmaları olasılığının epey yüksek olduğunu düşündük ve ürperdik.
Bu zor günlerde, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yangınlarda içi yanan, gözyaşı döken, söndürmek için çabalayanların çok büyük bir kesiminin Şemdinli ormanlarının yandığından (halâ yanmakta olduğundan) habersiz kalmayı yeğlediklerine, sözünü bile etmediklerine tanık olduk, oluyoruz.
Yangınlar, yanacak orman kalmadığı için söndü, seller yıkacağını yıktı derken, Taliban belası tepemize çöktü. “Afganistan’a şeriat geldi, sevinecek yerde eleştirmek niye” diye fetva veren AKP’nin kravatlı mollaları kulaklarını Reislerine diktiler ve o da beklentilere cevap verdi. Lefkoşa’da bayram namazı çıkışında konuştu. Düşüncelerini, cami kapısında prompter olmadığı için yine düşük cümlelerle dillendirdi ama cümleler düşük de olsa fikri ve zikri kolayca anlaşılıyordu:
"Türkiye, onun inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Ters bir yanı olmadığı için de onlarla bu konuları daha iyi görüşeceğimize, anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum."
Öyle de oldu. Taliban’ın eli kanlı çete reisleri ile -anlaşmayla sonuçlanacağı özellikle vurgulanan- görüşmeler başladı. AKP medyasının asalaklarından birine göre Afganistan artık Türkiye’nin Asya’daki “ileri karakolu” oluyor(muş).
Yuh!...
AKP iktidarının objektif ortaklığına savrulan Türk milliyetçileri de (Onlar kendilerini ulusalcı olarak tanımlayıp ellerini yıkadıklarını sanıyorlar) sosyalizm hedefini bilerek ıskalayan bir tür “antiemperyalizm” edebiyatı ile Taliban iktidarına karşı çıkanları “ABD’nin yanında saf tutmak”la suçlayacak kadar zavallılaştılar ve bu sapık çizgiyi hâlâ da sürdürmekteler.
Sanki veba ile kolera arasında bir tercih yapmak zorunluymuş gibi. Akıllarına “Ne veba, ne kolera; biz hekimden yanayız” demek gelmiyor.
* * *
Yazının girişinde “Ne izinmiş ama” dedim.
Haksız mıyım ?
Kendime armağan ettiğim 15 günlük, sonra pişkinliğe vurup 22 güne uzattığım izin böyle geçti.
Buna izin denir mi ?
Sonuç: İşte yeniden kürkçü dükkânındayım.