30 Eylül 2009

Var mısınız, Yok musunuz ?

Taraflar ezberlerini bozup demokrasi, eşitlik ve özgürlük hedefine kilitlenmiş bir kitlesel siyasal hareket yaratabilirler mi ?

Hani dün Almanya seçimlerinin ve Almanya’daki siyasal tablonun aynasında Türkiye üstüne neredeyse tek cümlecik yazmıştım ya...
Hani Federal Almanya’da Die Linke’nin (=Sol Parti’nin) seçimde elde ettiği ağırlıktan söz edip “Almanya aynasında Türkiye’de de cılız solun güçlü bir sıçrama yapabileceğine inanamaz ve güvenemez miyiz” diye sormuştum ya...
İşte eğer o cümleciği etmeseymiyşim şu anda okuduğunuz Tırmık da yazılmayacaktı. En azından hemen yazılmayacaktı.
Ama pek büyük çoğunluğu e-mail adresime, az bir bölümü en alttaki “Yorum yaz” kutucuğuna yağan e-mektuplardan sırılsıklam oldum ve bu yazı farz oldu...
Buyrun.
*    *    *
Yine Almanya aynasından bakalım.
Alman Marksistleri uzun, çok uzun yıllar sosyal demokrasi ile (de) mücadele ettiler. Hatta bazen bu kapitalizme, sağ partilere karşı mücadelenin önüne geçti. Bernstein’ın tezleri tartışılacak bir analiz değil, teşhir edilecek bir ihanet belgesi olarak ele alındı. Sosyal demokratları “kapitalizmin emniyet sübabı” olarak nitelediler ve kendi ideolojik üstünlüklerine (öyle varsayıyorlardı) dayanarak onlarla alay ettiler, küçümsediler. Alman sosyal demokratları kapitalizm iskelesine yanaştıkça ve sonunda oraya demir atınca kendi tezlerinin, devrimi hedefleyen siyasal yörüngelerinin doğruluğuna bir kez daha emin oldular...
Alman sosyal demokratları Marksistlerin proletarya diktatörlüğü kurarak ülkeyi Stalinist bir cehenneme çevireceklerinden emindiler. Savaş sonrası Alman kapitalizminin yarattığı refah toplumunun sağladığı nimetlerin ellerinden kaçabileceği kaygısına iyiden iyiye kapıldılar. Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) iktidarları boyunca sağlıkta, eğitimde, sendikal örgütlenmede elde edilen sosyal kazanımları bir basamak değil, varılacak hedef olarak algılamaya başladılar. Kimileri “İşte hedefe ulaştık. Bir refah ve özgürlük toplumu yarattık” dediler ve komünistlere dönüp “Gördünüz mü biz haklı çıktık” diye böbürlendiler. O sırada - mesela - Komünist Partisi üyelerinin resmi kurumlarda görev almalarına karşı getirilen yasağın demokrasiyle nasıl bağdaştığı sorusunu pişkince görmezden gelmeyi yeğlediler.
İşte İkinci Dünya Savaşı'ndan  2007 Haziran'ına kadar geçen 62 yıla,  Alman solunda “düşman kardeşlerin” bu birbirini tüketme, ideolojik ve politik olarak ezme çabaları damga vurdu.
Sonra...
Sonra Marksistler çatısı altında toplandıkları ardıl parti PDS’in (Alman Demokratik Sosyalizm Partisi) sürekli  (eski) Doğu Almanya partisi olarak kaldığını,  (eski) Batı Almanya’da seçim barajının hep ve çok altında kaldıklarını bir sorun olarak önlerine koydular.
Kuruluş günlerinin devrimci ideallerini reddetmeyen sosyal demokratlar ise, partileri SPD’nin (Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin) tepe yönetimlerinin kapitalizmle flört etmekten de vazgeçip, yani hayâl perdesini iyiden iyiye yırtıp, ekonomide serbest piyasa tanrısına tapmaya,  siyasette Maastricht ölçütlerinde ifadesini bulan “Şirketler Avrupası”na fit olmaya başladıklarını görünce partiden koptular. Önce WASG (Sosyal Adalet ve İş İçin Seçim Alternatifi) çatısı altında bağımsız bir partiye dönüştüler.
Sonra...
Sonra da gerek Marksistlerin PDS’i, gerek kuruluş ilkelerine sadık kalmış sosyal demokratların WASG’ı küreselleşme çağında aralarındaki ayrımın gitgide anlam yitirdiğinin bilincine vardılar ve  aralarına Yeşiller hareketinin “sararmayıp yeşil kalmış”  sol unsurlarını da alıp Die Linke’yi kurdular.
Almanya aynasında solun özet (çok özet, bir çok eksiği barındıracak kadar özet) öyküsü bu kadar.
*    *    *
Şimdi can alıcı soru: Bu örnek Türkiye için bizlere esin kaynağı olabilir mi ?
Acaba kendini solda tanımlayan, milliyetçiliğe (=ulusalcılığa) kapılmamış, CHP’yi halâ sol ve sosyal demokrat bir parti olarak kabullenecek bir aymazlıkla bilinci sakatlanmamış Türkiye sosyal demokratları, düne kadar nefret ettikleri, onlar işkencehanelerde, hapislerde çürürken pek de parmaklarını kımıldatmadıkları Marksistlerle omuzdaşlabilirler mi ?
Acaba kendini sosyal demokrat olarak tanımlayanları küçümseyen, hatta onlara solun  “sahte kolu” olarak bakıp, düzeni savunan siyasal güçler olarak damgalayan Marksistler “başka bir Türkiye ve başka bir Dünya” için sosyal demokratlarla kolkola girebilirler mi ?
Yani taraflar ezberlerini bozup sosyal adalet, demokrasi, eşitlik ve özgürlük hedefine kilitlenmiş bir kitlesel siyasal hareket yaratabilirler mi ?
Herkes soruyu kendine sorsun. Birikmiş yargı ve önyargılarını dürüstçe sorgulayarak, daha kurulurken çözülmeye, dağılmaya başlayan bir hareket değil, karşılıklı güvene dayanan bir omuzdaşlık üretmek için sorsun: Var mıyım, yok muyum?
Soru bu kadar yalın, bu kadar zor ve zorlu ve bu kadar canalıcı.
Ne dersiniz?
Var mısınız, yok musunuz ?

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim