29 Nisan 2019

Uzat elini öpeceğim Eido Baba

Müslüman Boşnak kadınların devlet buyruğu ile ırzına geçip "Hristiyan Slav çocuklar" doğurtan Sırp ırkçı-milliyetçileri ile Ezidi kadınları tutsak alıp ırzlarına geçen ve onları "Müslüman çocuklar" doğurmaya zorlayan IŞİD dinbazları arasında git gel

Siyasetin canı cehenneme. Bir haber ve bir anı arasında gidip geliyorum.

Önce şu haberi sabırla okuyun. Gazete Duvar'dan aldım ve can alıcı iki paragrafı aynen aktarıyorum:

"...Irak’taki Ezidiler, IŞİD’lilerin cinsel saldırısına uğrayan Ezidi kadınlar ve cinsel saldırı sonucu doğan çocuklarıyla ilgili uzun süren tartışmaların ardından karar verdi. Ezidi Yüksek Ruhani Konseyi, savaş sırasında IŞİD’liler tarafından esir alınan Ezidi kadınlar ve çocuklarının Ezidi toplumuna kabul edileceğini açıkladı.

Irak’taki Ezidi toplumunun lideri Eido Baba Şeyh, bu durumdaki kadınlar ve çocuklarının toplumlarından dışlanmayacağını ve cemaatlerinin birer üyesi olarak kabul edileceğini belirtti..."

*   *   *

Şimdi de şu anıyı sabırla okuyun:

1999 Ocak sonuydu. İlhan Selçuk yukarı çağırdı. Kıs kıs gülüp söze girdi:

- Senden kurtulmanın bir yolunu buldum. Kosova'ya gidiyorsun… Belki oralarda telef olursun da senden kurtuluruz...

Parçalanan Yugovlaya'da Sırbistan'dan boyunduruğundan kopamayan Kosova Arnavutlarının başkaldırdığı zorlu ve kanlı günlerdi. Cumhuriyet'in cimri mi cimri muhasebe müdürü Bülent Yener'den güç bela 500 dolar, 350 mark  kopardım; bir de uçak biletini ödettim ve ertesi sabah yola çıktım.

İlk durak Belgrad'tı. Bu görkemli, gelenekli Balkan kentinin tadını çıkaramadım. Daha üçüncü gün NATO uçakları askeri hedefleri bombalamaya, yabancı elçilikler, misyonlar da kenti boşaltmaya başladı...

Güneye giden derme çatma bir otobüsle Kosova yolunu tuttum. Akşamına da başkent Priştina'ya ulaşıp, Sırplar kenti terk ettiği için resepsiyonunda da, mutfağında da, kapısında da hiç bir görevlinin kalmadığı Grand Otel'de kendime bir oda seçip lobide otelin barı talan ederek elde edilen  viskileri, votkaları şişeyle kafasına diken Avrupa'nın dört bir yanından gelmiş gazeteci tayfasının arasına katıldım...

Sonra mesleğin zor günleri başladı.

Karlar altındaki dağlarda üstlenmiş UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu) gerillaları ile söyleşi yaptım. Acıma duygusunu yitirmiş Sırp milliyetçisi Miloseviç'in askerleri karşısında derme çatma olanaklarla savaşanların umuduna ve çaresizliğine tanık oldum.

Çok etkilenmedim. Mesleğin gerektirdiği nesnelliği korudum, işimi yaptım.

Kuzeye doğru Mitrovica yakınlarındaki karlı tepelerde mevzilenmiş, aşağıdaki köy yolunda hareket eden her şeye, çocuk, kadın, erkek, at, inek ateş eden ve vuran kar giysilerine bürünmüş Sırp keskin nişancıyla söyleşi yaptım.

Her vurduğu Arnavut için tüfeğinin kabzasına bir çentik atan aşağılık heriften tiksindim ama yine de mesleğin gerektirdiği sekrinkanlılığı korudum ve işimi yaptım.

AGİT temsilcisiyle birlikte Prinzen - Priştina arasındaki bir tepede yeni bulunmuş bir toplu mezara gittim.

Fotoğraf çektim, işimi yaptım.

Ama bir gün...

*   *   *

Ama bir gün Priştina'nın kuzey batısında, Sırbistan'ın Sancak eyaletinde Sjenica ile Tutin kasabaları arasında bir köyde  (Brigovo?) mesleğin nesnellik ilkesini fırlatıp attım, işimi de yapmadım.

Tümüyle boşaltılmış bir köydü. Tek erkek yoktu. Yaşlı kadın da yoktu. Küçücük, en büyüğü beş yaşlarında onlarca mavi gözlü, sarı saçlı, kızlı oğlanlı çocuk sokaklarda koşuyor, saklambaç, seksek oynuyor; tasasız, neşe fışkıran çocuk kahkahaları köyde yankılanıyordu.

...Ve evlerin önünde çoğu tek başına oturmuş, çoğu çok genç Boşnak kadınlar hiç konuşmadan (Bir daha: Hiç konuşmadan), içlerinin acısı yüzlerine vurmuş, gözleri boşluğa dikilmiş oturuyorlardı.

Sırp milliyetçisi Miloşeviç'in ve generallerinin  "Boşnakları Hristiyanlığa ve Slav ırkına yeniden kazandırma projesi" uyarınca Sırp askerlerinin devlet buyruğu ile ırzlarına geçtiği, devlet denetiminde çocuk doğurmaya zorlanan Boşnak kadınlarıydı. Sokakta, onların gözü önünde oynayan, gülen, çığlıklar, kahkahalar atan mavi gözlü, sarı saçlı küçük çocukların anneleriydiler. Köylerinden, kasabalarından dışlanmışlardı. Bosna ve Sancak'ın bazı köylerine mutlak bir yalıtılmışlık içinde "Slav çocuklar büyütmeleri" için yerleştirilmişlerdi.

Arabayı köyün dışına çektim. Bir sigara yaktım. İçemedim. Fırlatıp attım ve sessiz ama sarsıla sarsıla ağladım... (Şimdi, şu anda, bu satırları yazarken de dokunsanız ağlayacağım...)

*   *   *

Ey okur, dön yazının başına...

Benim gibi yap. Müslüman Boşnak kadınların devlet buyruğu ile ırzına geçip "Hristiyan Slav çocuklar" doğurtan Sırp ırkçı-milliyetçileri ile Ezidi kadınları tutsak alıp bıkıp usanmadan ırzlarına geçen ve onları "Müslüman çocuklar" doğurmaya zorlayan IŞİD dinbazları arasında git gel.

Sonra da Ezidi'lerin ruhani lideri Eido Baba'nın elini neden öpmek istediğimi anla ve bana hak ver...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim