Filmi biraz geriye saralım.
Cumhuriyet’teydim. İstanbul İstihbarat Servisi’ndekiler “Abi, Yedeha İstanbul’da görücüye çıkıyor.
N’olur sen izle” dediler...
12 yıllık siyasal göçmenliğe yeni nokta koymuş; Türkiye’ye yeni dönmüş; adeta sudan çıkmış balık gibiyim. Sordum:
- Ben haberciyim. İş seçmem. İzle diyorsanız izlerim elbet. Ama önce bana yedeha nedir bir söyleyin hele...
Anlattılar. Biraz uzun anlattılar. Aklımda kalan kısa oldu: “Demek Osman Boyner’in oğlu, büyümüş, işin başına geçmiş; yetmemiş bir de siyasete soyunmuş. Gidip şu burjuva çocuğunu bir göreyim bakalım” dedim.
Gittim.
Cemal Reşit Rey salonunu tıklım tıklım dolduranlar heyecanlıydı. Aralarında benim eski teşkilat TKP’den epey tanıdık da vardı; genç kuşak TÜSİAD’dan da...
İzledim. Önemliydi. YDH, Türkiye merkez sağın siyasal örgütlenmesinde “alışılmadık” bir sesti ve genç bir sesti...
Tek toplantı yanıltıcı olabilir, diye düşündüm. Birkaç hafta sonra İzmit’te “Kartepe Toplantıları”nda Kocaeli sanayici ve işadamlarıyla konuştukları toplantıyı da başından sonuna izledim...
Evet. Önemliydi.
Cumhuriyet’in en tepesine çıktım. “Abi” dedim, “Bu YDH’yı ve bilhassa Cem Boyner’i izlememiz lazım.
Huyudur, kısa da olsa düşündü, sonra sordu:
- Sence önemli mi?
- Bence önemli. Ciddiye almamız lazım.
- Anlat.
Anlattım:
- Bu Süleyman Demirelli, Tansu Çillerli, Mesut Yılmazlı merkez sağın yürekler acısı düşünsel sefaletinin karşısında birikimli bir kadro var ve Türkiye merkez sağını siyasal olarak temsil etme olanağı yakalarlarsa bu hepimiz için iyi olacak? Merkez sağ bir kaliteye kavuşacak; biz solcular da abdest tazelemek zorunda kalacağız. Öyle genel geçer laflarla, ezberlerle idare edemeyiz. Bu bizim de sağlığımıza kavuşmamıza katkılı olur. Demirelgillerle değil Boyner ve ekibiyle yarışmak zorunlu olarak bize de kalite kazandırır...
Huyudur, biraz düşündü.
- Tamam. Ama sen izleyeceksin. Nereye giderlerse sen de git. Yalnız bana bak; gittiğin yerlerde arkadaş evi filan ayarla, kasada para yok.
Cumhuriyet’in altın kuralıdır. Habercinin gittiği gezide masrafları gazete karşılar. Öyle yaptık.
Boyner ve ekibini adım adım izledim. Belki de o ekibi en iyi ve yakından izleyen haberci bendim.
Ümit Boyner’i o gezilerde tanıdım. Ardahan – Hopa arasında yol molasında ayaklarımızı gürül gürül akan derenin buz gibi sularına daldırıp dinlendirirken Cem Boyner’le bir önceki duraktaki konuşması üstüne pençe pençe tartışmasına tanık oldum.
Yazmadım ama dönüşte tanıdıklara söyledim:
- Ümit Boyner kocasının karısı değil; siyasal gezinin, eşine eşlik eden “Barbie bebeği” hiç değil.
Cem Boyner’in siyasal macerası yenilgiyle bitti. TÜSİAD’da onun sırtını sıvazlayan, arkasından siyasete iten genç ve yaşlı işadamları uzun erimli çıkarlarını göremediler ve onu yalnız bıraktılar. Yenilgi kaçınılmazdı ve yenildi. Cem Boyner de siyasete nokta koydu...
* * *
Şimdi Ümit Boyner sahnede. TÜSİAD’ın başkanı o.
Önceki gün bir basın toplantısı ile TÜSİAD’ın yeni perspektiflerini, yeni programını açıkladı.
Ayrıntıları T24’de, Doğan Akın’ın analiz-haberinde okuyacaksınız. Tekrarlamayacağım. Ama dikkatle okumanızı öneririm.
TÜSİAD’ın 2010-2011 programı önemli bir belgedir.
“Türk” sanayici ve işadamları bu programatik belgeyi ne kadar kavrar, benimser, sindirir ve uygulamasını destekler bilemem. Benim sorunum da değil.
Ama “Türkiye sol”u bu belgeyi didik didik okumalı ve değerlendirmelidir.
Orada genelgeçer sol söylemle (=discour) geçiştirilemeyecek, karşısına sahici bir entellektüel birikime yaslanması gereken cevaplar üretmek zorunda kalacağımız vurgular ve tespitler var.
TÜSİAD belgesinde ifadesini bulan demokratik hedeflerin nerede yetersiz kaldığı, ülkenin sorunlarına çözüm üretmekte nerede tıkanacağını alışılagelmiş ezberlerle yanıtlayamayız.
TÜSİAD belgesinde işsizliğe ve ekonomideki adaletsizliklere yol açan tespit ve tahlillere (=analizlere) itirazlarımızı üretmek için ciddi bir bilgi temelinden yola çıkmamız gerekecek.
Bu iyidir...
Ancak üçüncü ligde oynayabilecek kadrolarla yarışmak bizim de kalitemizi de etkiliyor, hatta bozuyor. Bizim işin kolayına kaçmamıza yol açıyor.
Rakibimizin, yarıştığımız sınıfsal gücün Ümit Boyner’de ifadesini bulan bir zihniyetle temsil edilmesi Türkiye solu için de bir kazanç ve fırsattır...